Türkiye’de yaşayan İranlı sanatçı Saghar Daeiri’nin Türkiye’deki ilk kişisel sergisi Yut, Öp, Yan, Merkur’de 4 Şubat’a dek devam ediyor. Daeiri, Ortadoğu mitolojisine ve imgelerine odaklandığı sergisinde dünyaya egemen olan sosyokültürel erozyonun tiksinç ve gülünç yanlarıyla, bunların idealist zihinlerde yarattığı hayal kırıklıklarını arketipler üzerinden irdeleliyor. Saghar Daeiri, pratiğinin temellerini ve yeni sergisini İpek Yeğinsü ile konuştu
1120 kelime
Saghar Daeiri
Yaşadığı dünyanın ve ona egemen olan sosyokültürel erozyonun tiksinç ve gülünç yanlarıyla bunların idealist zihinlerde yarattığı hayal kırıklıklarını arketipler üzerinden irdeleyen Saghar Daeiri, Ortadoğu mitolojisinden ve İran minyatür sanatından sıklıkla yararlanıyor. Sulu boyanın geçirgenliğiyle akriliğin yoğun katmanlarını bir arada kullanarak aynı kompozisyon içinde çoğul mikro-kompozisyonlar yaratsa da, resimler arasında tekrar eden havuz, köpek, gül, dönme dolap gibi imgeler aracılığıyla sergiyi bir arada sunulan bir grup resim olmaktan çıkarıp bir öykünün sahnesi gibi işleyen bütünsel bir deneyim alanına dönüştürüyor. Daeiri ile sanatsal yaklaşımına ve serginin ortaya çıkış sürecine dair birçok konuya değindiğimiz söyleşi gerçekleştirdik.
Saghar Daeiri, Delicious Rhapsody, Kağıt üzerine akrilik ve sulu boya, 107 x 127 cm, 2019
Daha önceki sergilerini incelediğimde, oralarda da bu sergide olduğu gibi kadınların toplumda nasıl, hatta ne olarak görüldüğüyle ilgili sorgulamalara giriştiğini fark ettim. Bir yandan gizlenen, kapanan, kutsal ve dokunulmaz olan; diğer yanda en kirli fantezileri süsleyen ve ahirette huriler olarak sunulan kadınlar gibi bir ikilik söz konusu. Sen de o ikiliğin barındırdığı olumlu ve olumsuz kavramları adeta birbirinin içine yedirdiğin bir mizansen kuruyorsun.
Kadın meselesini birçok sanatçı zaten ele alıyor; ama benim kadına bakışım tam olarak cinsiyetle ilgili değil. Bir toplumun kültürel düzeyini, o toplumun şu an ne durumda olduğunu en iyi gösteren simgelerden biri olmasıyla ilgili. Kadınlar ve çocuklar topluma dair çok iyi göstergeler. İşlerimde bu nedenle böylesine ön plandalar.
Peki havuz imgesini neden bu kadar çok kullanıyorsun?
Temel çıkış noktam, İran’ın bahçeleri. Bu bahçeler mitolojik olarak cennetin yeryüzündeki temsilcisi. Bu havuzlar binalarda sıklıkla kullanılır ve öyle bir şekilde yapılır ki, o binanın yansımasını suların içinde görmemizi sağlar. Havuzun burada benim için iki anlamı var. Bazı işlerde havuzu bu geleneksel mimaride kullanıldığı şekliyle çizdim; bazılarında ise İranlı bir kadının kendine çok uzak gördüğü, içinde yüzülebilen bir havuz olarak kullandım.
İlk tarif ettiğin havuza yansıyanlar belki de çok daha cennetvari manzaralarken, diğerine yansıyanlar bir nevi kapitalist burjuvazinin yaşamından kesitlere dönüşüyor…
Böyle bir ikilik hemen her toplumda var. Bir yanda burjuvazinin kürklü kadınları ve payetli, bikinili köpekleri, diğer yanda bambaşka bir gerçeklik... İşlerimde bu tür anlam ikiliklerine çok sık yer veriyorum. Bir de su kavramının kendi içindeki çoğul anlamları var. Hem suyun rahatlatıcılığı söz konusu, hem de ahirette erkeğe sınırsız hizmet sunmak için bekleyen hurilerin imgeleri hep akan suların yanında konumlandırılıyor.
Saghar Daeiri, Derin Nefes, Kağıt üzerine suluboya ve akrilik, 107 x 127 cm, 2019
Gözüme çarpan bir diğer nokta da kompozisyonlarının çoğul perspektif içermesi. Farklı bakış noktaları ve çarpışan düzlemler aynı kompozisyonda iç içe geçmiş durumda.
Bu da İran minyatür sanatında, hatta Selçuklu ve Osmanlı minyatürlerinde olan bir yaklaşım. Örneğin işlerimden birinde minyatürlerde gördüğümüz yaldızlı çerçevelerin bir benzeri beliriyor; ama sonra bu çerçeve bir noktada kırılıyor ve nesneleri çerçevenin dışında görmeye başlıyoruz. İran minyatürlerinde bu mantık çok yaygın.
Sanırım bu sana birçok sahneyi aynı anda, tek bir düzlemde gösterebilme olanağı veriyor…
Aynı resmin içinde kuş bakışı ve yanal olarak gördüğümüz bölümler bir araya gelebiliyor. Aslında orada düzenlerin birbirine karıştığı bir oyun durumu da var.
Birçok yapıtta tekrar eden öğeler de sergiye bütünlük getiriyor ve öyküyü pekiştiriyor…
Resimlerimi bir dizinin bölümleri gibi görmek mümkün. Hemen her projemde böyle hareket ediyorum. Bazen bir yapıtta düğümler oluşturuyorum; sonra o konuyu alıp başka bir yapıtta ona açıklık getiriyorum.
Saghar Daeiri, Ares Land, Kağıt üzerine suluboya, akrilik ve kuru boya, 105 x 152 cm, 2019
Peki işlerdeki bu bitmemişlik, tamamlanmamışlık duygusu nereden geliyor? Bazı yerler neredeyse yarım bırakılmış gibi.
Evet, yüzeylerin yüzde sekseni suluboya olmakla birlikte bazı yerlerde akriliği kalın katmanlar halinde, çok baskın bir teknikle kullanıyorum. Aralarda belli belirsiz bıraktığım, cinsiyetsiz figürler ya da çok soluk karakterler var. Amacım, kavrama hizmet eden öğeleri öne çıkarmak. Vurgulamak istediğim dünya ve toplumda boşluklar ve şeffaflıklar var. Böyle alanlar gerçek değil; bunlar, hayalini kurmak istediğimiz karakterler ve olaylardan oluşuyor.
Asıl ütopyanın bu soluk alanlarda gizli olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Hep rüyalarda kalan, gerçekleşemeyen ütopik sahneler, bir türlü varamadığımız o vaat edilen cennetler sislerle, dumanlarla çevrelenmiş durumda.
Kadın konusuna geri dönecek olursak, işlerinde birçok farklı kadın arketipi görülüyor.
Tipik bir Doğulu kadında olması gerektiği gibi bir duruş sergileyen kadın da var; çocuğunu gereksiz bir nesne gibi omzuna atmış, alış-veriş keyfine devam eden kadın da...
Pers mitolojisinin izleri de seçiliyor…
Evet. Mesela işlerden birinde iki aslanla temsil edilen su tanrıçası Anahita var. Bereket getirmesi ve su vermesi gereken bir tanrıçanın olduğu bu kompozisyonda toplum susuzluk çekiyor ve hayat arayışı içinde. Hemen altına da minyatürlerde olduğu gibi Farsça “Cenneti Beklerken” yazdım. Ama yarısı kesilmiş durumda. Yarım kalmış bir hayal gibi.
Saghar Daeiri, Cenneti Beklerken, Tuval üzerine suluboya ve akrilik, 150 x 120 cm, 2019
Onun yanında da bolca estetik müdahale görmüş bir kadın yüzü belirmiş...
Oradaki durumu manipüle eden esas kişi de zaten o.
Köpek imgesini biraz daha ayrıntılı olarak ele almak istiyorum. Onu hem biraz ürkütücü ve tehlikeli, hem de insana en sadık hayvan olarak tanıyoruz... Senin işlerinde sürekli tekrar eden köpek imgesini nasıl yorumlamalıyız?
Köpeği burada en çok “insana hizmet” eden” olarak kullandım. Bir de insanlar yalnızlaştıkça, köpekte çok daha fazla avuntu arar oldular. İnsanlar artık kendi aralarında iletişim kuramıyor ve boşluktalar; hayvanı kendilerine benzeterek, örneğin ona bikini giydirerek, bu boşluğu doldurmaya ve ona insan kimliği empoze etmeye çalışıyorlar.
Bazı yapıtlarında kamuflaj deseni görüyoruz. Bu politik bir mesaj mı?
Kamufle edilmiş, sinsice işleyen bir düzen var. Birileri seni devamlı gözetliyor ve kontrol ediyor. Farkında olmasan da.
Özgürlük de bir tür yanılsama. Havuz, açık deniz gibi değil sonuçta. Sınırları belli. Peki ya dönme dolap?
Her şey çok güzel ve yolunda! Lunaparktayız! Benim için grotesk tam da burada ortaya çıkıyor. Dönme dolap eğlenceli gibi görünür ama bir süre sonra başın döner ve uyuşmaya başlarsın. O kadar çok dönüyorsun ki, artık gerçeği göremez oluyorsun.
Saghar Daeiri, Utopian Selfie, Kağıt üzerine suluboya, akrilik ve kuru boya, 102 x 73 cm, 2019
Bu dünyada arzuladıklarımızı başka bir dünyaya erteleme halimiz de o ütopyayı bu dünyanın dinamikleriyle kirletmemizden kaynaklanıyor sanki.
Tamamen öyle. Ütopya kavramını bir önceki sergimde de incelemiştim. Ama bu sergide ilginç bir şey oldu; genellikle serginin başlığını sergiyi hazırladıktan sonra koyarım ama bu kez önce başlığını belirledim ve ardından üretmeye başladım. Bu başlıkla vaat edilen o cenneti yanlış anladığımızı vurgulamaya çalışıyorum. Yut, Öp, Yan diye anlamışız. O vaat önce seni öpüp kandırıyor; sonra da yutuyor. Aslında distopik bir hayat bu; gerçeği unutup cennete yatırım yaparak geçirdiğimiz bir hayat.
Bize vaat edilen cennet bile aslında dayatılmış bir ütopya: “Bunu arzulamak zorundasın ve bunu beğenmen gerekiyor.”
Empoze edilmiş bir cennet kavramı zaten tüm inanç sistemlerinde var.
Saghar Daeiri, Labirent, Kağıt üzerine suluboya, akrilikve kuru boya, 107 x 127 cm, 2019
Huriler de bu distopyanın birilerine vaat edilenleri, peşkeş çekilenleri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu huri meselesi üzerine gerçekten çok düşündüm ve okudum. Madem cennetin böylesine önemli bir temsilcisi, neden gerçek hayatta kendisi bu cenneti yaşayamıyor?
Bundan sonraki adımın ne olacak?
Bu soruyu tamamladığım her sergiden sonra kendime soruyorum ve bir ikileme düşüyorum. Önceden eskiz yapmadığım ve kendimi belirgin bir çerçeveyle sınırlandırmadığım için ilk başta ne yapacağıma dair tam olarak fikrim olmuyor genelde. Ama ütopya kavramını incelemeye devam edeceğim gibi görünüyor; çünkü bu konu benim için henüz bitmiş değil.
Comentários