top of page

Hatırlamak için yeniden kurguladığımız şeyler

Umut Erbaş'ın Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken isimli kişisel sergisi 22 Mart - 19 Nisan 2025 tarihleri arasında Art On İstanbul’da gerçekleşiyor. Sanatçının yapıtları aracılığıyla imge kavramı üzerine düşünüyoruz


Yazı: Can Akgümüş

 

Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Bazı imgeler geçer aklın kıyısından; birer hayal değil birer hatırlama biçimi olarak. Hatırlamak, yeniden görmek değildir. Hatırlamak, ışığın bir zamanlar değdiği yeri karanlıkta yoklamaktır. Umut Erbaş'ın Art On İstanbul’da gerçekleşen Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken isimli ilk kişisel sergisinde yer alan fotoğraflar, bu karanlıkta kalan dokunuşları görünür kılmak üzere yola çıkarken görünenin aksine, görünüp kaybolanın peşindedir. Karanlık odada yeniden var edilen görüntü artık sadece bir nesne değil bir zamanın, bir hissin, bir kaydın suretidir.

 

Umut Erbaş’ın peşine düştüğü imgeler, teknik açıdan ışığın izleriyle oluşuyor; ancak aynı zamanda silinmiş ya da silinmekte olan hafızaların kırılgan yüzeyinde şekilleniyor. Fotoğraflara eşlik eden buluntu nesneler, sinema sinopsisleri ve rastlantısal metinler, imgelerin geride bıraktığı sessizlikle birleşiyor. Konuşmasalar da varlıklarıyla hatırlatıyorlar. Belki de yalnızca var olarak direniyorlar; zamana, silinmeye ve yok oluşun kendisine. Her biri, Benjamin’in “tarihin enkazı” dediği alandan çıkmış birer kalıntı gibi. Yüzeye çıkan bu detaylar ne tam anlamıyla geçmişe ait ne de şimdiye. Zamana dair kırılmış, bozulmuş ve asla doğrusal olmayan bir algının içinden geliyorlar.

 

Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Walter Benjamin belleği, daima katmanlı ve kazı yapılabilir bir yapı olarak görür. Ona göre geçmiş, düz bir çizgide ilerlemez; şimdiyle çarpıştığında anlam kazanan bir potansiyeller toplamıdır. “Bodrum katı” olarak tanımladığı hafıza alanı en sıradan en kırılgan detayların da taşıyıcısıdır. Erbaş’ın fotoğraflarında görülen, tam da bu kırılganlıktır: Kullanılmış bir zarf, buruşturulmuş bir belge, sızmış bir ışık lekesi… Hepsi, Benjamin’in deyimiyle “tarihin melekleri” gibi arkalarına dönüp yıkıntıya bakmaktadır. Sergideki her bir görüntü, geçmişin enkazından alınmış bir parça gibi ne bütünü tamamlar ne de bütünü inkâr eder.

 

Sergide yer alan sinopsisler ve parçalanmış metinler, imgelerle birlikte hareket ederek bir tür bellek montajı kuruyor. Bu montajda olayların sırası, nedenleri ya da bağlamları önemli değil; önemli olan, hangi parça hangi parçayla temas ettiğinde ne tür bir hatırlama alanı yarattığıdır. Benjamin’in dediği gibi, hafıza bir katalog değildir; bir arkeoloji alanıdır. Ve bu alanda her şey üst üste, yan yana, çarpık ve gizlenmiş bir şekilde bulunur.

 

Zira bugün artık hiçbir şey gizli kalmıyor. İnsan, kendi hafızasına tutsak bir varlık olarak geçmişin yankılarında yaşıyor. Ve her şey tekrar edebildiğinde—görüntüler, anlatılar, kayıtlar—aslında hiçbir şey gerçekten hatırlanabilir olmuyor. Bu tekrar, hatırlamayı değil, unutmayı organize ediyor. O hâlde fotoğraf, bu tekrarın içinden sızan, unutulmaya direnen bir çatlak olarak da düşünülebilir.

 

Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Hakikat sonrası dönemde fotoğraf, belge olmaktan çıkmış, bir tür sezgi alanına dönüşmüştür. Narkissos’un suda gördüğü yansıma gibi ışık, gördüğümüzle gördüğümüzü sandığımız şey arasında sürekli bir boşluk yaratır. Görüntü, olmasını düşündüğümüz yerde değil, ışığın olmadığı yerde belirir. Camera obscura'nın verdiği imge, bu yüzden Batı için hakikatin yeniden üretimiyken, Doğu için onun ulaşılmazlığının kanıtıdır. Umut Erbaş’ın yaklaşımı da bu ikiliği sorgulayan bir eşikte durmaktadır: Görüntü hakikati temsil etmez, onun etrafında dolanır. Ancak su dinginleştiğinde, imge bir kaynağa dönüşür. Ve yine de o kaynak her zaman bulanıktır.

 

İmge, bir akışkanlık taşır. Tıpkı su gibi; birikir, sızar, taşar. Fotoğraf da öyledir. Işığın bir anlık kesitini taşısa da o kesit artık sonsuz biçimde çoğaltılabilir bir hatırlama pratiğine dönüşmüştür. Peki, o halde gerçek nedir? Görüntüyü barındıran saatlerin rüya içinde eridiği, hayatlarımızın evler gibi yıkılıp yeniden kurulduğu bir çağda, belki de artık gerçek olan yalnızca şudur: Görüntü, sadece gördüğümüz değil, artık hatırlamak için yeniden kurguladığımız şeydir.

 

Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Umut Erbaş'ın Tam da Hikâye Bitti Sanıyorken isimli ilk kişisel sergisi, görüntüye değil, onun ardındaki sessizliğe bakmayı öneriyor. İmgeyi bir arkeoloji alanı gibi kazıyor; içinden fotoğrafın belleğini, bedenini ve hatta hayaletini çıkarıyor. Her bir parça bir sesin yankısı, bir anının gölgesi, bir mektubun yarım kalan cümlesi.

 

Çünkü bazen bir imge, her şeyden daha fazla konuşur. Ve bazen yalnızca o konuştuğunda, biz hatırlamaya başlarız.

コメント


コメント機能がオフになっています。

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page