Pratiğini New York’ta sürdüren Cansu Korkmaz’ın SOHO20 Gallery’de 14 Nisan’a dek devam etmekte olan sergisi Quite A While, sanatçının Güney Amerika ve Avrupa’da çektiği fotoğraflardan oluşan aynı isimli serisinden seçilen işleri bir araya getiriyor. Cansu Korkmaz, üretim süreci ve sergisiyle ilgili detayları Osman Can Yerebakan ile konuştu
1009 kelime
Cansu Korkmaz, Quite A While sergi görüntüsü, Fotoğraf: Sinem Yazıcı
New York’ta yaşayan Türkiyeli sanatçı Cansu Korkmaz, Amerika’daki ilk solo sergisini Brooklyn’deki SOHO20 Gallery’de açtı. Quite A While isimli sergi, sanatçının başta Arjantin olmak üzere Güney Amerika ve Avrupa’da çektiği fotoğraflardan oluşan aynı isimli serisinden seçilen işleri bir araya getiriyor. Sürüklenme ve aidiyet gibi konuları içsel bir lensten yansıtan fotoğraflar, sergilendikleri biçimle birlikte geride bırakma, yeniden başlama ve iyileşme gibi süreçleri yansıtıyor. Ortalarından yırtılmış ve Korkmaz tarafından elle bir araya getirilmiş fotoğraf yarıları, sanatçının görünenin ötesinde ve hatırlananın sınırları dışarısında bir boyuta kapı açarken, fotoğraf sanatının olanı yansıtma görevini zorlayarak gerçek ile hatırlamayı seçtiğimiz anlar arasında ince bir bağ kuruyor. Sanatçı, görsel ya da niteliksel bağlar yakaladığı parçaları yırtıklarından bütünleyerek kamera ve el arasındaki ilişkiyi farklı boyutlara taşıyor. Bir deste halinde yırtılmalarından dolayı mükemmel uyum içinde bir araya gelen parçalar, üretim sürecini içe dalış ve yenilenme olgularıyla besliyor. Yarım asra yakın bir süredir kadın sanatçılara sağladığı platform ile tanınan galeride 14 Nisan’a kadar açık kalacak olan sergi, Korkmaz’ın imgelere ve anlara olgun bir titizlikle yaklaşmasıyla seyirciyi elimizden kayan anlar ve onlara yol vermeye üzerine düşünmeye çağırıyor.
Cansu Korkmaz, Fotoğraf: Sinem Yazıcı
Quite A While’in sürecinden bahseder misin? Seriye ilham olan işleri çekme amacınla şu an sergilendikleri halleri arasında oldukça fark var.
Quite a While projesini İstanbul’dan Buenos Aires ve ardından da New York’a uzanan yolculuğum sırasında, 35mm point and shoot makinem ile çekmeye başladım. Fotoğrafları çekme amacım herhangi bir konu üzerine düşünmeden sadece hatıraları zihnimde biriktirmek ve fiziksel olarak benimle götürmekti. Zaten benim için fotoğrafın en özel yani yaşadığımız anıları unutmamıza rağmen, fotoğraf sayesinde onlara geri dönebilecek olmamız. Projeyi ilk oluştururken kafam karışıktı çünkü toplamda 300’e yakın fotoğraf çekmiştim. Onlarla kesinlikle bir şeyler oluşturmak istiyordum ama o fotoğraf yığınının içinden çıkamaz haldeydim. Bu sürekli bir kenara koyup tekrar geri döndüğüm bir yığındı.
Bunlarla ilgili düşünürken, Buenos Aires’ten sonra New York’a taşındığım süre içinde gerçekleşen talihsiz bir olay sonucunda fotoğraflarımın hepsini yırtık halde buldum. İlk baştaki şaşkınlık halim kendini bir yaratım sürecine bıraktı ve fotoğrafları farklı mekânlarda ve zamanlarda çekilen diğer yırtılmış parçalarla bir ara getirmeye karar verdim. Bir araya gelen parçaların kendi içlerinde çok farklı bir uyum ve birliktelik oluşturduğunu gördüm. Projenin ilk hali bir fotoğraf kitabıydı çünkü yırtık fotoğrafları ufak bir defter üzerinde bir araya getirmeye başlamıştım. Daha sonra School of Visual Arts’da misafir sanatçı olarak geçirdiğim sürede projenin son halini oluşturdum. Bir araya gelmiş kolaj halindeki fotoğrafları tarayıp farklı boyutlarda büyütmeye karar verdim. Bazılarının daha büyük ya da daha küçük halde olmalarının sebebi zihnimizde canlanan belli ya da belirsiz anılar gibi şekil almalarıydı. Bu proje için çerçeve kullanmak yerine kolajları iki pleksi arasına koyup, duvara yerleştirdim böylece birbirlerine yakın ama bir yandan da uzak duran kendi hallerinde süzülen bir hal aldılar.
Seriye Quite A While ismini verme sebebin nedir?
Projenin ilk olarak ismi yani “uzunca bir ara” kafamda oluştu, çünkü benim için doğduğum ülkeyi terk etmek, birçok yeri ziyaret edip oralarda vakit geçirmek, sonra Buenos Aires’e yerleşmek kendime ve çoğu şeye verdiğim uzunca bir ara gibiydi.
Yırtık parçaları birleştirme eylemi sonsuz olasılıklara sahip bir denkleme benziyor. Senin için eşleştirdiğin parçaların nasıl bir düzeni var?
Benim için eşleştirdiğim parçaların sadece görsel bir düzeni var. Bir araya gelen parçalar aslında herhangi bir kurala bağlı olmadan, bana hissettirdiklerine göre seçildiler ama tamamlandıklarında gördüm ki kendi içlerinde bambaşka mekân ve zaman ya da içerisi dışarısı gibi zıtlıklar barındıran yepyeni işlere dönüştüler.
Cansu Korkmaz, Quite A While sergi görüntüsü, Fotoğraf: Sinem Yazıcı
Yırtma ya da genel olarak zarar verme eylemi senin için sonlandırıcı mı yoksa yeniden hayat verici bir süreç mi? Sergide yırtıklar bıraktıkları izler açısından vücuttaki yaralara benziyor.
Fotoğrafların yırtılmasını herhangi bir zarar ya da sonlandırıcı eylem olarak görmüyorum. Aksine, onları var oldukları yeni halleriyle kucaklıyorum. Çünkü bu yırtıkları ve bir araya gelmelerini hayatin kendisiyle ve basımıza gelenlerle özdeşleştiriyorum. Bu eyleme bir isim vermem gerekirse tepkiden doğan bir etki olarak gördüğümü söyleyebilirim.
Fotoğrafların ortasından geçen derin yırtıklar yaraları anımsatıyor olabilir. Zaten benim için yaralar da fotoğraflar gibi vücudun görsel anılarıdır. Kimi yaralar neşeli kimi yaralar acı doludur. Bu projede de ortadan geçen yırtığın bu iki hissi bir arada tuttuğunu düşünüyorum.
Hatırlamak ve zihnin anları öznel bir süzgeçten geçirmesi ile islerin çeşitli boylarda sergilenmesi arasında bir ilişki görüyorum. İşlerin asılma şekilleri sergi mekânı ile nasıl bir bağlantı içinde?
İşleri salon tarzında asmayı tercih ettiğim için görüntülerin seyirciyi kucaklayan ve içine alan bir hissi var. Diğer yandan, bu asma stilinin mekân ile herhangi bir bağlantısı bulunmuyor. Farklı bir mekânda da işleri yine bu düzende sergilerdim.
Fotoğraflar İstanbul’dan ayrıldıktan sonra ziyaret ettiğin şehirlerin bir izdüşümü niteliğinde. Şu anda da New York’taki stüdyona gelene kadarki süreçte işleri özlem ve melankoli üzerinden nasıl değerlendiriyorsun?
İşleri melankoli üzerinden değerlendirmeyi tercih etmiyorum. Özlem ise bu işlere baktığımda beni o zamanlara götüren bir his. Benim için bu kavramlar çok geniş ve bükülebilir nitelikte. Bu sebeple bir olguyu sadece özlem üzerinden ya da yokluğu üzerinden değerlendirmek yerine daha çok anımsattıkları ile hatırlayarak ilerliyorum. Bir hissi ya da duyguyu nitelemek benim için oldukça karmaşık. Bana göre hislerimiz ya da duygularımız hiç bir zaman tekil değil. Çoğunluk içerisinde olgular nasıl ilerliyor sorusunu anlamak her zaman benim için daha makul oldu.
Cansu Korkmaz, Quite A While sergi görüntüsü, Fotoğraf: Sinem Yazıcı
Mahremiyet ve genellik ikilemi işlerin çoğunda etkili gözüküyor. Seyirci ile kurduğun mahremiyet bağından bahseder misin?
Bu benim genel olarak nasıl iletişim kurmayı tercih ettiğimle alakalı. Bir şeyler sadece çok ince düşünülmüş fikirlerden ibaret olunca ister istemez araya bir mesafe giriyor. Benim için amaç sadece göstermek değil, ortaya koyduğum imgenin samimi ve ilişki kurulabilir olması. Anlaşılmak gibi beyhude bir çabanın pesine düşmek yerine hissedilebilir olmayı tercih ediyorum. Bu da ancak ortaya gerçek bir şey koyarak ulaşabileceğim bir amaç. Mahremiyet kullanmayı çok sevmediğim ve üstünde çok durmadığım bir kavram. Tabu ve yasak olana karşı duyduğum ilgi böyle bir ayırım yapmamı imkansız kılıyor. Eğer bir mahremiyet varsa, bu yasak hattını ihlal etmek gibi bir amacım yok. Kapıları açıp insanları da bu mahremiyete davet etmekten yanayım. Bu seride de hayatımın tamamen değiştiği bu iki yılda gördüklerimi paylaştım.
Комментарии