Patlamalar, depremler, koronavirüs ve çekirge istilası derken evlerimize sığınmak zorunda kaldığımız bu dönemde, “ev”in anlamını daha önce hiç olmadığı kadar sorgulamaya başladık. Bu anlamı yeniden, derinlemesine tartışmaya açan Olağan-içi Bir Gezi adlı işitsel performans, İKSV’nin 24’üncüsünü düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali’nde sunuldu, festivalin uzatılan işleri kapsamında 28 Aralık’a dek yer aldı. Ömer Kaçar, tiyatronun değişen formları ve ev halleri üzerinden bu performansı değerlendirdi
Yazı: Ömer Kaçar
Olağan-içi Bir Gezi, Fotoğraf: Barış Kılınç
Ev üzerine hiç olmadığı kadar düşünmeye mecbur kaldığımız bir süreç yaşıyoruz. İçine düşüp çıkamadığımız YouTube videoları, soluksuz izlediğimiz Netflix dizileri, hamur yoğururken dinlediğimiz podcast’ler ve bugün radikal bir biçimde form değiştiren tiyatro oyunları ile hayatı eve sığdırmaya çalışıyoruz.
Peki, hayat eve sığar mı gerçekten?
Evdeki buzdolabını açıp içindeki elmaya, raf çizgilerine, plastik yüzeylerdeki lekelere boş boş bakarken kendime bu soruyu sordum. Cevabını bulmak için biraz zamana ihtiyacım vardı. Çünkü hepimiz bu koşullardaki zorunlu değişimlere hazırlıksız yakalanmıştık. Yeni bir düzene alışmak için zaman yoktu. İşimizi, ilişkilerimizi, “bir arada olma” ihtiyacımızı evden ve çoğunlukla dijital ortamlar üzerinden yürütmek için hepimize ayrılan süre birkaç gündü sadece.
Patlamalar, hastalıklar, baskınlar gibi bizi eve hapseden tüm tehditlerden sonra kendimizi anne karnındaymış gibi güvende hissettiğimiz, sığındığımız, korunduğumuz en iyi yer olarak evlerimizi biliriz. Burada kavga ederiz, sevişiriz, uyuruz, dinleniriz, yemek yeriz, konuşuruz, susarız. Tarzımızı, bakış açımızı, kim olduğumuzu açık eden eşyaları; sıcaklığı, kokusu yüzünden evlerimize gün geçtikçe daha da bağlanırız. Burası artık sadece barınma ihtiyacımızı karşılayan bir yapı değil, aynı zamanda en korunaklı bölgemizdir.
Öyle midir?
İKSV’nin bu yıl 24. İstanbul Tiyatro Festivali programında çevrimiçi olarak sunulan Olağan-içi Bir Gezi adlı işitsel performans, evin anlamını tartışmaya açıyor.
Olağan-içi Bir Gezi, Fotoğraf: Barış Kılınç
Evin içinde alışılmadık bir yolculuk
Barış Arman’ın yazıp yönettiği, Funda Eryiğit’in seslendirdiği; Yılmaz Sütçü, Yasin Çıray ve Sevil Tufan’ın da diğer seslere hayat verdiği Kazan Dairesi yapımı bu performansa katılımcılar kendi evlerinde dolaşarak tablet veya akıllı telefon aracılığıyla, kulaklıklarıyla dahil oluyorlar. Katılımcılar, kulaklığı taktıkları andan itibaren, tıpkı bir sanat galerisini gezer gibi kulaklıktan seslenen Funda Eryiğit’in yönlendirmeleri ile evin farklı odalarında yolculuğa çıkıyor.
Olağan-içi Bir Gezi’nin belki de en ilgi çekici tarafı, tartışmayı farklı perspektiflerden ele alarak açması. Performansın tanıtım metninde “Evin içi, dışı, pencerelerimiz, kapılarımız ya da buzdolabının içindekiler ne kadar güvenli? Bizi patlamalardan, hastalıklardan, baskınlardan, doğal afetlerden, hırsızlıktan veya çekirge saldırısından koruyabilir mi evlerimiz?” soruları yer alıyor. Uzun süredir gündemin değişmeyen konusu pandemi olsa da bu performans, tehdit olarak algıladığımız tüm olaylardan sonra ortaya çıkan “ev halleri”ne odaklanıyor. Bu nedenle, hiçbir dönemde, dünyanın hiçbir yerinde güncelliğini yitirmeyen ve bütün insanları kapsayan bir konuyu tartışmaya açtığı için kendi izleyicisini/katılımcısını bulacak potansiyele sahip.
Performansta rehberin yönlendirmesi ile pencerelerin doğramalarından duvardaki fotoğraflara, buzdolabının kapağından priz ve anahtarlara kadar evdeki pek çok yüzeye dair daha önce dikkat edilmeyen yeni detaylar keşfediliyor. Bu detaylar önemsiz gibi görünse de performans ilerledikçe nesne ve yüzeylerle olan ilişkimiz çok farklı bir boyuta taşınıyor. Ev içinde dokunulan yüzeyler, atılan adımlar, duyulan sesler evin sadece barınma ihtiyacını karşılayan bir yapıdan ibaret olmadığını fark ettiriyor. Performansa dahil oldukça ister istemez kendinize şu soruyu soruyorsunuz: “Yaşadığım bu ev, gerçekten güvenli bir yer mi?”
Evin güvensiz bir yer olabileceği fikri, Hakan Atmaca’nın özenle tasarladığı patlama sesleri, üst kattan gelen tuhaf sesler, kim olduğunu bilmediğiniz komşuların konuşmaları aracılığıyla da destekleniyor. Hakan Atmaca, sesin yönünü algılatmak için insan kulağını başarılı bir şekilde taklit eden stereo (iki kanal) tekniğini kullanarak performansı deneyimleyenleri gerçekçi bir atmosfere taşıyor. İki kanallı ses sayesinde sağ ve sol kulaktan farklı sesler duyabiliyorsunuz ve yakınlık-uzaklık algısı oluşturulabiliyor. Böylece zil sesi duyduğunuzda o sırada gerçekten zilin çaldığını, çatırtı sesinde duvarların gerçekten çatladığını, ayak seslerinde evde gerçekten birinin yürüdüğünü hissedebiliyorsunuz.
Olağan-içi Bir Gezi, Fotoğraf: Barış Kılınç
Oyuncusuz ve seyircisiz bir tiyatro… Mümkün müdür?
Baştan sona interaktif bir performans olarak tasarlanan Olağan-içi Bir Gezi’de bildiğimiz anlamda oyuncu yok. İşitsel performans olduğu için seyirci de yok. Katılımcılar, izleyen/dinleyen konumundan çıkarılıp performansı inşa eden aktif birer “oyuncu” konumuna getiriliyor. Bu da performansı deneyimleyenlere kapsamlı bir düşünsel zemin hazırlamış oluyor; performans boyunca sorulan sorulara cevap veren, dokunan, yürüyen katılımcılar doğal yoldan ev halleri üzerine düşünmeye sevk ediliyor. Seyirciye (performansı deneyimleyenlere) yüklenen aktif konum da düşünmeye, bilinçlenmeye ve “toplumsal” olanın ortaya çıkmasını sağlıyor. Burada toplumsal olan; güvensiz ortamın yalnızca ev olmadığı, Türkiye olduğu gerçeği.
Performansın reji ve dramaturji süreçlerinde, katılımcıların konumu açısından doğru işleyen tercihlerin olduğu ortada. Performansın dramaturjisini yapan Özlem Hemiş, metindeki boşluklu yapıyı dramaturjik açıdan çözümleyerek deneyimleyenleri etkileşimli bir dünyanın içinde daha iyi konumlanmasını sağlıyor. Böylece metindeki düşünsel sürecin katılımcıların tepkileriyle aşama aşama oluşmasına da destek oluyor. Ayrıca, katılımcılara bir ileti taşıma, mesaj verme kaygısı gütmeyen Barış Arman’ın metni de böylece katılımcıların zihninde tamamlanıyor; her katılımcı ev halleriyle ilgili düşündüklerini, sorguladıklarını kendi zihinlerinde tamamlayabiliyorlar. Performansa rehberlik eden Funda Eryiğit, metnin gerektirdiği mesafesiz dili başarıyla kurarak performansın interaktif yapısını güçlendiriyor.
Olağan-içi Bir Gezi; sahnesiz, dekorsuz, hatta oyuncusuz ve seyircisiz bir düzlemde interaktivite yaratarak tiyatronun sağladığı “bir arada olma” ihtiyacını başarılı bir şekilde karşılıyor. Üstelik bildiğimiz anlamda bir oyuncu ve seyirci olmadan tiyatro yapılabileceğinin mümkün olabileceğini de kanıtlıyor.
Tiyatroda form değişikliği: Hem tercih hem de zorunluluk
Bir arada olma, topluca bir eyleme katılma dediğimiz şey bugün hepimiz için gerçek bir ihtiyaç, tiyatro da bu ihtiyacı en iyi giderebildiğimiz alanlardan biri kuşkusuz. Tiyatronun karşılayabildiği bu ihtiyacın bugün karşılanamadığını varsayıyorsak ne yapmamız gerekir?
Olağan-içi Bir Gezi gibi İstanbul Tiyatro Festivali’ndeki çevrimiçi gösterimlere ve bağımsız tiyatroların bugünkü işlerine bakıldığında, tiyatroda bir form değişikliği göze çarpıyor; belki bugün “dijital tiyatro” olarak adlandırabileceğimiz yeni bir form doğuyor. Çünkü bu kez dijital unsurlar barındıran bir tiyatrodan değil, bütünüyle dijital olarak tasarlanan tiyatro formundan söz ediyoruz. Bu formu, tiyatronun önündeki tarihsel krize karşı bir direnme biçimi olarak görmek ve tiyatro topluluklarının dijitalleşmeyi içeren formüller kurgulamaya devam edeceğini düşünmek yerinde olur. İçinde bulunduğumuz koşullar, dijital tiyatroyu zorluyor olsa da bu zorunlulukla beraber klasik sahnelemelerde bile sıkça karşılaştığımız dijital buluşlar yaygınlık kazanabilir.
Comments