Renée Levi’nin Désirée başlıklı kişisel sergisi 9 Eylül – 5 Kasım 2022 tarihleri arasında Öktem Aykut'ta gerçekleşiyor. Sergiyle birlikte Renée’nin hikâyesine, İstanbulu'na ve özlenenlere uzanıyoruz
Yazı: Dorian Sari
Renée Levi, Désirée 3, 2022, Tuval üzerine akrilik, 80x80 cm, Öktem Aykut
Dört ay önce, Renée Levi'nin atölyesindeyim. Öktem Aykut'tan Tankut var, Renée’nin eşi, partneri, canı, canânı Marcel var; üçümüz oturuyoruz. Onlar toplantı yapıyorlardı, Renée’nin kişisel sağlık sorunları ve araya giren pandemi yüzünden yıllardır ertelenen sergi hakkında. Renée ve Marcel birbirlerine âşık olduklarından beri birlikte Renée Levi Studio adı altında çalışıyorlar. Marcel tuvalleri, maketleri, lojistiğin bütün detaylarını hazırlayan tamamlayıcı; Renée ise anlık jestlerle bütün ona adanmış alanları bir çırpıda boyayan efsane.
Renée Levi’dir beni Öktem Aykut ile tanıştıran, onlarla çalışmama ön ayak olan. Tankut ve Doğa’yı tanıdığım günden beri, ülkedeki gidişat her ne yöne olursa olsun, bu topraklarda iyi şeyler yapmaya çalışan güzel insanların olduğuna, her ne kadar kirli siyasî oyunlar yaşansa da ısrarla terk edilmemesi gereken zenginlikleri hatırlatmaya, bilmeyenleri de bilgilendirmeye çalışıyorlar. Tanıştığım ilk günden beri Tankut en az yirmi kez sormuştur bana “Türkiye’ye dönmeyi düşünmez misin?” diye. Tekrar ede ede kibarca ısrar etmekten bir saniye bile kaçınmayan insanlar. Güzel gün bekçileri, çiçek emekçileri...
Ben erken, yemek saatinden önce geldim. Eylül ayında galeride açılacak Renée Levi sergisinin toplantısı daha bitmemişti, sessiz sessiz oturdum yanlarına. Tankut “Renée İstanbul’a ait.” diyor. “Çok doğru,” diyorum içimden. “Çok güzel şeyler yapalım, sen korkma,” diyor. Renée’yi son yıllardaki sessizlik döneminde görmediğim kadar mutlu görüyorum bunları duyarken. Çünkü biliyorum o da özledi İstanbul’u. Çünkü Renée Levi bizim bildiğimiz gerçek İstanbul demek. Konu ilerledi ve Renée’nin Bern’deki İsviçre Konfederasyonu’nun Parlamento Binasının dış cephesi üzerine gercekleşen sanat yarışmasını kazanmasına geldi. Bu İsviçre’de yaşayan bir sanatçıya verilebilecek en büyük proje. Belki de yüzyıllarca Renée Levi’nin eseriyle anılacak o binanın cephesi. Tankut, Renée’nin kazandığı ve yaptığı ve de yapacağı bütün işlerin, katılımlarının bir şekilde nasıl duyurulması gerektiği konusunda düşüncelere daldı. Daha iki saniye geçmeden Renée bana döndü ve “Dorian sen bir şeyler yazmak ister misin?” dedi. Nasıl "hayır" diyebilirim, bu benim için bir onur...
Renée Levi, Désirée sergisinden yerleştirme görüntüsü, Öktem Aykut
Sıkıntılar tarih boyu benziyorlar sanki, bundan 60 yıl önce de bazı vatandaşlar ülkeden kaçmak zorunda hissediyordu ve gidiyordu... O dönem biri vardı, olaylardan haberi bile yoktu çünkü çok küçüktü. İstanbul'da doğan ve ailesiyle İsviçre'ye taşınan bu insan tahmin edeceğiniz gibi Renée Levi. Renée benim Basel Sanat Enstitüsü’nde resim öğretmenimdi ama onunla bir gün bile resimden konuşmadık, konuşamadık. Daha çok çember çizdik okul yıllarında veya siyasetten açıldı konu ve dönüp dolaşıp sanatçıların toplumdaki rolü ve duruşuna ya da küresel sanat dünyasındaki bitmek tükenmek bilmeyen sanatçı sömürüsünden büyük resimdeki toplumsal sorunlara geldi. Ama her seferinde ortak bir tepkiyle dişlerimizi sıkar, biraz da boğulmamak için kendi içsel tahayyüllerimize dalar, derin derin nefes alırdık. Hep aynı fikirleri paylaştık. Bu sömürü piyasasında sanatçıların sanatçıları koruması ve destek olması gerektiğinden bahsettik. Sinirli tepkilerimizi birbirimizle paylaştığımız o kıymetli anları hep Renée deler geçerdi. Birkaç dakikalık sessizlikten sonra “daha yapacak çok şeyimiz var” mânâsına gelen bakışını atar, gülümseyerek kalkar giderdi.
Bahsettiğim mevzular İsviçre'de geçiyor. Renée’nin Türkçesinin çocuk kaldığı yer. Bir zamanlar yine ve yeniden azınlık olarak görüldüğü yer. Ama Renée çok güçlü... Benim gözümde İsviçre’de, kendi jenerasyonunun bulunduğu tutucu küçük köy kasaba zihniyetinde küçük küçük ama sürekli devrimler yapmış biri. Mimarlık eğitiminin ardından resimle olan ilişkisi geri dönülmez bir yola girmiş. Grafik tasarımcısı olan eşi Marcel Schmid ile birbirlerini ilk günden beri desteklemişler. Bugün Renée Levi bir sanatçı olarak ikisinin beraber emeğinden oluşuyor. Bütün projeler Marcel ile Renée'nin yoğun ve derinlemesine düşünce seanslarının ardından çıkar. Marcel’i de çok yakından tanıma imkânı buldum. Lafını asla esirgemeyen, deneyimli, keskin bir zekâya sahip. Bir sanatçının canını en çok acıtacak en doğru eleştirileri, mantığını ve gözlemlerini kullanarak yapıyor. Adeta zorlayıcı ve acı bir fren gibi.
Kaç kere gözümle gördüm; Renée'nin, Marcel'in onun düşüncesini yerle bir eden eleştirisine ne kadar sinirlendiğini, ama kısa bir süre sonra ne kadar hak verdiğini. Muhteşem bir tamamlama ya da tamamlanma. Benim için Renée Levi Türkiye, Marcel Schmid İsviçre’dir. Renée de her şeyi hızlı bir kararla hemencecik değiştirmek, ilerlemek, büyümek ve büyütmek ister. Marcel ise İsviçre gibi, “Dur bakalım önce bir diğerleri neleri nasıl yapmış, zamanla yaptıkları ne olmuş, olmuş da ne olmuş” diyerek insanın o çocuksu şevkini kırar ama uzun vadede riskleri azaltarak gerekirse geri kalmış gibi görülmeyi göze alan matematiksel sağlama kuralını esnetmez. Bu ikilinin beraberliği muhteşem bir kombinasyondur. Akdeniz’in hızlı, aceleci, düzensiz, bazen tembel, kısa yoldan çok şey yapma hırsı ve çocuksuluğuyla garantici, kuralcı, disiplinli ve uzun vadeli yaklaşıma sahip, günü kurtarmaya değil kendi hayatını kalıcı olarak anlamlandırmaya odaklı bakış açısının istikrarlı olma çabası ve biraz da kontrolcülüğünün birleşimidir. Benim kafamdaki günümüz sanatçı kolektifleri için bir başarı formülü.
Renée Levi, Désirée I, Tuval üzerine akrilik, 280x400 cm, Öktem Aykut
Burada Renée Levi’nin özgeçmişini övmek, yaptığı işleri birer birer açıklamak, arkasındaki kavramsal referansları yazmak, türünün tek örneği gibi şunun bunun öncüsü gibi piyasa odaklı şeyler yazmak istemiyorum. Onu ödülleri ve başarıları için tanımanızı istemem. Ben sizin onun içindeki insanı tanımanızı istiyorum. O harikulade resimleri, çılgın çizgileri nasıl bir ruh çiziyor onu görmenizi istiyorum. Irkçılığa, eşitsizliğe, haksızlıklara karşı lafını esirgemeyen bir ruhun kusurluluğu ve anda kalmayı aktaran görsel şiirlerini okumanızı istiyorum. Eserlerinin her birinin adının bir kadın ismine sahip olduğunu bilmenizi ve her bir Renée Levi kadınıyla sizinde tanışmanızı istiyorum. Yalancılara yalan söylediklerini suratlarına pat diye vuran bu sanatçının ellerini tanımanızı istiyorum. Doğduğumuz andan itibaren bize bizi birbirimizden ayırmak için atanmış aptalca sıfatlarımızı yaptığı işlerle bize unutturan ve bizi farklılıklarımızla birleştirmek için çalışan birinin var olduğunu bilmenizi istiyorum.
Akdeniz’in hızlı, aceleci, düzensiz, bazen tembel, kısa yoldan çok şey yapma hırsı ve çocuksuluğuyla garantici, kuralcı, disiplinli ve uzun vadeli yaklaşıma sahip, günü kurtarmaya değil kendi hayatını kalıcı olarak anlamlandırmaya odaklı bakış açısının istikrarlı olma çabası ve biraz da kontrolcülüğünün birleşimidir. Renée ile Marcel'in ilişkisi benim kafamdaki günümüz sanatçı kolektifleri için bir başarı formülü.
İsviçre’de aynı Renée’nin hikâyesine benzer şekilde yıllar önce ailesiyle Türkiye’den göçmek zorunda kalmış ve zamanla sanat adına inanılmaz işlere imza atmış ve ülkesi tarafindan hiç mi hiç tanınmamış onlarca insanla tanıştım. Kimisinin torunu, kimisinin çocuğu, kimisinin kardeşi, kuzeni oldum... Bir hasret ve çocuksu bir kırgınlık var bu insanlarda. Bir çeşit terkedilmişlik duygusu, değersiz görülmüşlük duygusu, ailesinden reddedilmişlik duygusu... Beni Türkiye sanıp içlerini döktüler; söyleyemedikleri, biriktirdikleriyle doldum, bugün hâlâ da dolup taşmaktayım. Ben onlara ne diyeceğimi bilemedim, yapabildiğim sadece sarılmak oldu onlara, aile olduk bir arada. Bugün bu yazıyla aslında söylemek istediğim; sizler de lütfen sarılın onlara.
Şuan İstanbul’dayım; herkes her şeyin ne kadar kötüleştiğinden yakınıyor. Etrafımdakiler eski Türkiye’nin güzelliklerini ne kadar özlediklerinden bahsediyor. İşte size özlediğiniz eski Türkiye’den biri: Renée Levi.
Renée Levi, Désirée sergisinden yerleştirme görüntüsü, Öktem Aykut
Renée Levi 8 Eylül’de doğduğu semt Galata’ya, Öktem Aykut’taki Désirée sergisiyle geri dönüyor. Galata’nın sokaklarında korkarak mı yürüyecek, mutluluktan uçarak mı, bilmiyorum. Tek dileğim işlerini görelim, buluşalım, kutlayalım özlediğimiz zenginliklerimizi. Resimlerini anlatsın bize, duymadığımız ya da unuttuğumuz kelimelerle büyüyelim, büyütelim birbirimizi.
Comments