Sanatçı Yelta Köm’ün küratör Ulya Soley ile birlikte gerçekleştirdikleri belirsiz bir gelecekte alternatif bir arkeolojik kurgu olarak göze çarpan her şey tanıdık her şey yabancı adlı serginin detaylarını konuştuk
Röportaj: Uğur Ugan
Yelta Köm, kazara gerçek, 2023, Mat Fiber Baskı, 100 x 135 cm
Yakın veya uzak geleceğin öngörülemezliği kimi zaman hayalini kurduğumuz bu bilinmez dünyayla ilgili zihinsel oyunlar kurmak için en renkli alanlardan. Yarının ne olacağını bilememek; üzerinde istenilen kadar fikir üretebilecek uçsuz bucaksız bir dünya. Fakat henüz erişilemeyen bu zamanın enstrümanları yine bilinen dünyanın materyallerinden uzaklaştırmıyor bizi. Aşinası olduğumuz nesnelere temas ederken gelecek zaman hayalleri yine var olan dünyadan objelerle mümkün olabiliyor ya da başka yaşamlar aramak için diğer gezegenlere gitsek bile yine yanımızda taş getirebiliyoruz. Bugün ileri düzeyde olduğunu varsaydığımız aygıtların yarının insanı için birer fosil olacağı fikri aklımızın bir köşesinde saklı duruyor. Tıpkı dünün en ilkel objelerinin bugünün hafızasını belirlediği gibi.
Yelta Köm bu bilinmez geleceğin sunduğu sınırsız hayallerinin yanına var olan dünyanın en eski materyallerini de ekleyerek bir zamansızlık alanı yaratıyor son sergisinde. Alternatif bir gelecek kurgusunu arkeolojik bir alana taşıyan serginin tabiri mümkünse bir ayağı yine toprağa değiyor fakat arkasında dijital ayak izleri bırakarak. her şey tanıdık her şey yabancı başlığını taşıyan sergide sanatçı bir yönüyle aşinası olduğumuz var olan dünyanın içinde var olmayan "obje"ler buluyor ya da icat ediyor. Bu atmosferik sahne kurgusunda en primitif olanla en fütüristik olan birbirini buluyor, fiziki dünyayla dijital dünya iç içe geçiyor.
Dünya üzerinde bir yerde olduğumuzun en somut göstergesi olan ve sınırları belirginleştiren harita ise; sanatçının elinde çevresel sistemin, düzenin ve normatif yapının esnetilmesine dönüşüyor ve ortaya hem siyasal hem toplumsal anlamda kolonyalizm ve militarizm çağrışımları bırakıyor. Bu zamansız coğrafyada adım atarken Yelta Köm’ün fotoğraf, video, heykel ve metin gibi birbirinden farklı medyumlarda ürettiği işleri, hayali bir dünyada yerleşik kurguların yerine yenilerini öneriyor ve geleceğe dair düşünmek için alternatif araçlar sunuyor. İnsanlığın ilk anlatılardan beri olagelen şiir formu dijital bir iletiye evriliyor ve sanatçı bir nevi en eski çağlardan aldığı taşı bilinmeyen bir geleceğe fırlatıyor.
Mimarlık eğitimi alan Yelta Köm’ün küratör Ulya Soley’le yollarının kesişmesi sonucunda ortaya çıkan sergi bugün kullandığımız aygıtların da çöp olacağı gelecekten bir fosille izleyicilerini karşılarken yaratılan sahnede gelecekte birbiriyle buluşan e-postalar, bilinmeyen bir zamanda karşımıza çıkan bir telefon ve şiir iç içe geçiyor ve ortaya insanı içine çeken atmosferik bir kurgu çıkıyor.
Versus Art Project’te 30 Nisan’a kadar görülebilecek her şey tanıdık her şey yabancı adlı bu sergiyi sanatçı Yelta Köm ve serginin küratörü Ulya Soley’le birlikte konuştuk ve kurmaya çalıştıkları dünyanın detaylarını sorguladık.
Yelta Köm, her şey tanıdık, her şey yabancı, 2023, Mat Fiber Baskı, 20 x 20 cm
Serginin adı çok dikkat çekici her şey tanıdık, her şey yabancı isim fikri hanginizden çıktı. Aranızda bunu nasıl değerlendirmiştiniz?
Yelta Köm: Serginin ilk konuşmalarını yaparken, Ulya’ya bir sunum hazırlamıştım, o sunumun içinde yer alan bir cümleydi. Sonrasında aklımdan çıkmış, bir süre sonra birbirinin içine geçtiği için tüm çalışma sistemimiz aklımdan çıkmıştı. Sonra serginin ismi için düşünürken, bu dizeler tekrar gündeme geldi.
Ulya Soley: Yelta’nın sergi için hazırladığı dosyada şöyle bir şiir vardı: “Toprakta açılan bir glitch, bir kurmaca alanı. Her şey tanıdık, her şey yabancı.” Sergiye hazırlanırken bu dosyadaki bazı fikirlerden uzaklaştık, bazılarını ise daha ileriye taşıdık ama üzerinden aylar geçtiğinde ve sergi şekillendiğinde bu şiir hâlâ temel derdimizi çok iyi anlatan yalın bir anlatıydı.
Sergide de şiire ve kurmacaya bir vurgu var, buradan sebeple mi çıktı bu başlık?
Ulya Soley: Sergi kurmacadan besleniyor ve biraz da gerçek ile kurmacanın birbirine geçtiği muğlak alanlara odaklanıyor. Bu başlık aslında sergide kurmaya çalıştığımız dünyayı tasvir ediyor.
"Geçmişi ve geleceği birbirinden kopuk düşünmeyi bırakıp bir arada düşünmeye alan açan bir yaklaşım var. Geçmişi geride kalan bir şey olarak değil de bugünün içinde, geleceğin içinde düşünebilmek. Geleceği de bugünün içinde sürekli düşünerek ilerlemek. Bu üç kavramı birbirinin içine geçirip beraber deneyimlemek nasıl olabilir? "
Hem tanıdık olunan materyallerin toplamı hem de bir o kadar yabancısı olduğumuz bir dünya var gibi okudum ben, bilmem katılır mısınız?
Ulya Soley: Kesinlikle. Gördüklerimizin hep tanıdık hissettiren bir tarafı var ama bir yandan da hiçbiri bildiğimiz şekliyle karşımıza çıkmıyor. Tanıdık nesneler işlevini yitirmiş, başkalaşmış, dönüşmüş veya farklı bir forma evrilmiş. Bu nesneler bir yandan da bildiğimiz nesneleri daha geniş bir kapsamda düşünmeye teşvik ediyor.
Serginin kurgusunda bir alan yaratma ve bu alanın içine davet eden atmosferik bir dünyada zaman kavramına sanki izafi açıdan bir yaklaşım var gibi, yanılıyor muyum?
Ulya Soley: Yelta’nın çalışma pratiği alan yaratmak üzerine. Aslında bu yalnızca küratöryal bir yaklaşım doğrultusunda değil aynı zamanda Yelta’nın halihazırda yaklaşımı bu yönde olduğu için böyle gelişti. Zamanla ilgili ise geçmişi ve geleceği birbirinden kopuk düşünmeyi bırakıp bir arada düşünmeye alan açan bir yaklaşım var. Geçmişi geride kalan bir şey olarak değil de bugünün içinde, geleceğin içinde düşünebilmek. Geleceği de bugünün içinde sürekli düşünerek ilerlemek. Bu üç kavramı birbirinin içine geçirip beraber deneyimlemek nasıl olabilir? Tanımsız bir yerde olmak istiyoruz bunu nasıl sağlayabiliriz, sorusundan yola çıkan bir alan.
Yelta Köm: İzafiyet teorisinin ilişkisi bu serginin kimi yerinde karşılık buluyor, ama yine zaman ve mekânın bir bütün olduğuna dair olan inancı da sorgulayan bir yapısı var. Çünkü zaman ve mekân daima örtüşmeyebilir, günümüzdeki güncel felsefecilerin kuantum okumalarından çıktığı noktada farklı olasılıkların, farklı mekânların ve zamanların nasıl üst üste çakıştığını görebiliyoruz. Benim kurmaya çalıştığım dünya bu ilişkilerin hepsinin sorgulandığı bir alan, aklımdan geçen biraz bu.
Dün-bugün-yarın diye ilerlediğini algıladığımız zaman olgusuna karşı cismin zamanla, zamanın hareketle, hareketin mekânla ilişkisi üzerine bir yorum getirdiğini söyleyebilir miyiz?
Ulya Soley: Lineer bir akış yerine dairesel veya bir ağ oluşturan bir zaman kurgusu var sergide. Bunu da dediğin gibi nesnelerin hatırlattıkları, çağırdıkları üzerinden, bu nesnelerle kurduğumuz ilişki üzerinden yapıyor.
Yelta Köm, her şey tanıdık, her şey yabancı, 2023
Zamanın yanı sıra bildiğimiz doğrusal algıda harita fikrinin de gerçeği yansıtmadığına yönelik bir karşı çıkış var. Haritanın bizi sınırlayan bir şey olduğundan yola çıkarak verili gerçekliği esnetmekle ilgili de bir tavır var gibi görünüyor?
Yelta Köm: Haritaların iktidarla olan ilişkisine uzun zamandır kafa yoruyorum. Dünya tarihine baktığımızda, Babillerden beri insanlar dünya üzerindeki yerlerini algılamaya, onu okumaya çalışıyorlar. Mekânsal olarak bu bilgiye sahip olmak bir güç getiriyor. Başka kıtaların keşfiyle sömürgeci pratiklerin dünyayı daha arşınlaması için, haritalar gelişiyor. Bu gelişmelerle farklı projeksiyon sistemleri çıkıyor, bugün hepimizin en aşina olduğu Mercator projeksiyon sistemi sömürgeci motivasyonun bir sonucu, gemilerin hızlı gitmesi üzerine kurulu olan bu projeksiyon sistemi, dünyanın oranlarını geometrik olarak farklı gösteriyor. Dünyanın güneyi gerçekte olduğundan çok daha küçük temsil ediliyor. Bu aslında farkında olmadan bizim tahayyülümüzü işgal eden imgeleri bir araya getiriyor. Sergideki derdim de başkta türlü dünya okumaları ve tahayyülleri nasıl olur üzerine. Başka perspektiflerden dünyayı nasıl algılarız, çünkü günün sonunda hepimiz haritada bir noktayız.
Ulya Soley: Yelta’nın kurmaca haritaları aynı zamanda haritaların her zaman gerçeği yansıtmadığını da görünür kılıyor bence. Bu sergide yer alan kuş bakışı görüntülerin hepsi dijital olarak üretilmiş görüntüler ve Google’dan eriştiğimiz görüntülerden pek de farklı görünmüyorlar. Böylelikle aslında gündelik olarak genellikle telefonlarımız üzerinden eriştiğimiz haritaların politik olarak pozisyonlandırıldığını, tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığını da hatırlatıyorlar.
Sadece harita özelinde değil çevresel sistemi, düzeni ve normatif yapıyı da bozmaya yeltenmek gibi bir maksadı da var gibi görünüyor sergi. Var olan sisteme karşı var olmayan tamamen fiktif materyallerle mi simgeliyorsunuz bunu yoksa bu sistemin esnetilmesi yine sistemin içindeki enstrümanlarla mı mümkün?
Ulya Soley: Aslında daha çok ikincisi, bu yüzden de sergide referansı olmayan bir görsel dünya yerine tanıdık öğelerle inşa edilmiş bir görsel dünya var. Normatif yapıların/sistemlerin sınırlarını düşünmeye davet eden bir dünya. Bunu yaparken de özellikle karşıtlıklar üzerinden kurulan ikili sistemlerin arasında kalan alanlara vurgu yapıyor. Katı gibi gözüken yapıların esnekliğinin altını çiziyor.
"Biz teknolojiyi fetişleştirdikçe o yine de doğaya işliyor."
Başlıkla da çok oturuyor…
Yelta Köm: Bunun ikili bir okuma olduğunu düşünmüyorum. İkisi de eş zamanlı olarak mümkün. Gerçeklikle kimi zaman bağı olan ve başka olasılıkları gösteren bir yapı var sergide. Geleceği düşünürken geçmişin referanslarını ya da tanıdık olanların tansiyonunu önemli buluyorum. Mesela “olmayan yerlerde buluş benimle” yerleştirmesi bir operasyon odası gibi gözüküyor, bu militarist temsil gündelik hayatta çok elimizin altındaki teknolojilerin hangi motivasyonlarla geliştiğini göstermeye çalışıyor. Serginin girişinde bulunan taş imgesi, o katmanların ardında yeni bir anlatı sunuyor. Bu taş aslında sokakta karşımıza çıkan bir taş da olabilir. Bilimin nasıl işlediğine dair de bir aralık aslında, gündelik olanın farkında olmadığımız şekilde yeniden karşımıza çıkarması gibi.
Bu normatif dünyayı esnetirken özellikle topoğrafyayı seçmenizin bir nedeni var mı? Bu sizin icat ettiğiniz ya da üzerinde oynadığınız coğrafyanın bir oyun alanı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yelta Köm: Dünyanın üzerine yaptığımız her müdahale bir sahne kurma meselesi. Ben de sahneler kurmayı seviyorum, “bulanık topraklar” yerleştirmesi de ana salonda bulunan bir sahne, bu kurmaca alanı üzerinde sayıllaştığımızı varsaydığım bir sonsuz fondan oluşuyor. Bir yandan oldukça dürüst ve samimi bir gerçekliği var, saklamadan her şeyi gösteriyor, arada ışık duruyor, sonsuz fonun içinde bir kurmaca olduğunu anlıyorsunuz. Coğrafyayı bir oyun alanından çok yaşadıklarımızı yere bağlayan, toprakla ilişkilendiren bir şey olarak görüyorum. Anlık bir yanılsama. Salondan çıkıp, binadan ayrıldığınızda yine bir toprak parçasına basıyorsunuz üzerinde ne kadar asfalt olsa da.
Yelta Köm, olmayan yerlerde buluş benimle, 2023, Işıklı Pano, 80 x 80 cm
Dünyadan çıksanız da var olan dünyadan çıkamıyoruz, yaratılan üretimin en primitif olana vurgu yapmakla ilgili olduğunu mu söylemek lazım. Yine doğayla, toprakla ya da ekolojiyle ilhamını alan bir şey var sonuçta…
Yelta Köm: Biz teknolojiyi fetişleştirdikçe o yine de doğaya işliyor. Örneğin, büyük teknoloji firmaları server'ları okyanusların içinde tutuluyor ki soğuk olsun ya da Etna Dağı’nın tepesindeki baz istasyonu hem doğanın ortasında bizi takip ediyor ama yine de oraya takılıyor. Biz aslında sanala doğru kaçtıkça onun fiziksel gerçekliği dünyanın herhangi bir yerine bir data center olarak yapılaşıyor.
Sergiyi gezerken aklıma gelen ilk çağrışım Stanley Kubrick’in meşhur A Space Odyssey filminin açılış sekansında havaya fırlatılan nesnenin uzay aracına dönüştüğü sahneydi. Bugün uzay araştırmalarında da diğer gezegenlerden getirilen en temel materyalin taş olduğu düşünülürse halen yaşam arayışlarımızda, dijitalleşme ve gelecek sorgulaması yaptığımızda en ilkel unsurlara bağlı kaldığımız söylenebilir. Bir de tabii sergide gelecekten gelmiş olan ve teleskopu çağrıştıran işin bugünün en ileri düzeyde kullandığımız aygıtlarının bir zaman sonra geleceğin fosilleri arasında bir çöp olacağını insanlar görebilecekler. En ilkel olanla gelecek arasında nasıl bir bağ kurduğunuz üzerine bir şeyler söylemek ister misiniz?
Yelta Köm: Gelecek hakkında düşünürken sanki her şey bambaşka olacakmış gibi düşünüyoruz. Bence çok değişiklik olmayacak, çoğu şey olduğu gibi devam edecek. Bugünün dünyasını bile düşündüğün zaman biz akıllı telefonlarla konuşurken bir grup insan 50 sene öncesinin teknolojisiyle yaşamaya devam ediyor. Gelecek böyle eşit zamanlı ve adil davranan bir şey değil hiç kimseye. O yüzden gelecek devam ettikçe geride kalanla bağlantısı hep olacak. Gerçi buna ilkel demek ne kadar doğru emin değilim. Çünkü iki taştan ateş çıkartmak da bir teknoloji sonuçta. Benim ilgimi çeken şey; geleceğe dair her şey pre-historik olsa da içimizde olan geleceği yönetme ve bilme arzusu var. Bence bu ilişki enteresan. Herkes geleceği bilmek için bir şey yapıyor. Kimi kurşun döküyor, kimi havaya bakıyor, kimi örümceklerle bir şeyler yapıyor. Fütüristik olan bizim bir kurmacamız aslında. 80’lerin fütüristik kurgusu başkaydı. 50’lerde bambaşkaydı. Bu aslında jenerasyonel bir şey olarak ilerliyor. Tüm dünya sonlanacak her şey ilkele dönecek kurgusundan pek emin değilim. Fakat bazen bazı şehir efsaneleri bana da olası geliyor. Teknoloji ve telefonun olmadığı bir gelecek senaryosu da gayet olabilir.
Hangi filme hangi kurguya hangi anlatıya baksak hep dünyanın sonunu getiren apokaliptik bir trend var. Bir kıyamet senaryosu yazmak ya çok çekici oldu ya da yaşadığımız her çağ insanlığın hep son dönemiymiş gibi algılanıyor. Pandemi ve iklim krizi de bu süreci hızlandırdı son 10 yılda neredeyse tüm hikayeler post-apokaliptik bir dünyaya çağırıyor bizi. Sizin serginizde de küçük de kıyamete yönelik bir vurgu var gibi, yanılıyor muyum?
Ulya Soley: Orada aslında Yelta’nın da dediği gibi jenerasyonlardır devam eden, “Bu jenerasyonun da sonu gelecek” hikâyesi var. Biraz onu vurgulayan bir yayın. Yelta’nın kehanet senaryolarının izine düştüğü bir yaklaşım. Gazete kupürlerine geri dönerek ve her jenerasyon bunu nasıl yaşamışa bakarak bu kehanet senaryolarının izini sürüyor aslında. Her jenerasyon kendi sonunun geleceğini düşünüyor. Fakat şunu da söylemeliyim ki sergide yer alan yayında ele alınan bu kehanet senaryoların iklim krizi bağlamındaki söylem dahil değil. O bir kehanet senaryosu değil çünkü. Bu kitaptaki senaryolar farklı bir yerde duruyor.
Yelta Köm: Her jenerasyon kendini dünyanın son jenerasyonu olarak görüyor ve bununla beraber bir kurtarıcı rol üstleniyor. Bunun doğrultusunda hikayeler çıkıyor ortaya. Bugün bir kıyamet senaryosu çıkacaksa iklim krizi senaryosunu savunanlar değil de kesinlikle onlara karşı çıkıp "iklim krizi çıksın biz bunu kurtarırız" diyen ve onun üzerinden bir komplo teorisi yazan anti-iklim krizcilerin kurduğu senaryo daha kapsama alanına girer. 1900’lerin başından beri olan gazete kupürlerine bakıyorum. Kimi Mars’tan dünyaya bir şey çarpacak diyor, İngiltere’de bir bankacı dünyanın sonu gelecek diyor. Bence bir yandan da insanlar korkuyor. Bazı korkuların üzerine kapamakiçin de kıyamet senaryolarını kuruyorlar. Bence bizim jenarasyonumuzda da öyle işliyor. Bir yandan da başka jenerasyonlara ne kalacak gibi bir durum oradaki mesele.
Olası kıyamet senaryolarında vurgu çoğunlukla dijitalleşmenin insanı götürdüğü son üzerine kurulu. Serginizde hem dijitalleşmeyle ilgili unsur göze çarpıyor hem de ilk anlatılardan beri süregelen şiir de kendine yer buluyor. Fizikî dünyayla dijital dünya arasındaki bağı nasıl yorumlarsınız kendi açınızdan baktığınızda?
Yelta Köm: Bence aynı şey. Dijitalleşme şehirde ya da dünyada bir aylak olma şansını kimi zaman elimizden alıyor. Gerçi bunu hissiyat olarak hissetmiyoruz. İnternet'te de bir flaneuse olma şansı daima var. Ama bir yandan bıraktığımız veri izleri hep belli. Fakat fiziksel hayattaki rastlantısal durumlar o kadar kayıt altına alınmıyor. Buna hiçbir zaman geriye dönüp bakamıyorsun ya da o veri setini elinde tutamıyorsun. Daha çok yakın zamanda Instagram ve Facebook datamı talep ettim. Senelerdir yaptığım tüm yorumlardan tüm login’lere kadar her şey kayıtlı. İnsanın beyni unutmaya odaklı aslında. Biz unutuyoruz ki mental sağlımızı yerinde tutabiliyoruz. Dijital dünyada bu böyle işlemiyor. Böyle bir fark var. Günün sonunda o veri seti çok kalabalık olduğu zaman şehirde nasıl ki anonim bir kişiysek belki İnternet'te de anonim bir kişi olacağız.
Küratöryal metin yazmak yerine her bir işle ilgili birer kurmaca metin yazmışsınız. Bununla ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz Yelta'nın şiirle olan bağlantısından da yola çıkarak?
Ulya Soley: Kurmaca metin yazmak benim pratiğimin de önemli bir parçası. Son dönemde fırsat buldukça geleneksel bir sergi metni yerine farklı formlar denemeye çalışıyorum ve yazıya daha deneysel yaklaşıyorum. Bu sergide de, Yelta’nın işlerinde de kurmacanın önemli bir yeri olduğu için her şey birbirine oturdu ve her işe kısa bir öykü yazdım. Aslında bu yine beraber verdiğimiz bir karardı. İşlerle çok bağlantılı bu öyküler. Başlığın çağrışımıyla devam eden bir akışı takip ediyor.
Serginin bizi götürdüğü dünyadan ilhamla gelecekle ilgili olmasını hayal ettiğiniz ya da olmasından endişe ettiğiniz bir hayaliniz var mı?
Yelta Köm: Öngöremediğimiz şey şu aslında; büyük resmi öngörebilirken, öngöremediğimiz gelecek daha küçük ölçekte oluyor. Bir şekilde onlar birbirine bağlanabiliyor büyük ölçekte. Fakat küçük ölçekte yarını öngörmek daha zor. Yarın ne yapacağımı öngöremiyorum. Soruna şu şekilde cevap vereyim; geleceği küçük ölçekte ön görmeyi daha fazla isterdim. Gelecekten ne beklersin dersen; tek beklentim kısa gelecekleri daha iyi okumak olabilir.
Ulya Soley: Gelecek öngörüsü yapamıyorum tabii ki ama sergi üzerinden konuşacak olursak burada bizim bir araya gelişlerimizi kolaylaştıran dijital dünyaların içinde duygusal dünyalara alan açılabilen bir gelecek öngörüsü var.
Comentarios