top of page
Nazlı Yayla

Her yerde sürgün olma hali


Çelenk Bafra küratörlüğünde gerçekleşen Yeryüzünde Bir Sürgün, 27 Kasım 2018 - 2 Şubat 2019 tarihleri arasında Zilberman Gallery İstanbul'daydı. Antonio Cosentino, Manaf Halbouni, Hiwa K ve Zeynep Kayan’ın son üç yılda ürettikleri işleri bir araya getiren sergiyi Nazlı Yayla değerlendirdi

Manaf Halbouni, Weimar Art Festival

Yeryüzünde Bir Sürgün göçmen kriziyle son yıllarda gitgide artan ve dünyayı saran göç dalgası ve yabancı düşmanlığı üzerine bir sergi değil. Yeryüzünde Bir Sürgün, içinde bulunduğumuz hareketlilik ve yer değiştirme meselelerini otobiyografik öğelerden yola çıkarak fiziksel ve psikolojik bir yolculuk olarak işleyen sanatçıların çalışmalarına bakıyor. Çelenk Bafra küratörlüğünde İspanyol yazar Juan Goytisolo’nun kitabından ismini alan sergi, kendisini bir başka “yeryüzü sürgünü” sayan Tezer Özlü’nün şu sözünden ilhamını alıyor: “Kendimi genellikle yeryüzünün her yerinde sürgün sayıyorum. Ve hiç bir yerinde göçmen saymıyorum. Yazdıklarım göçmen yazını değil. Somut anlamda sürgün yazını da değil. Ben kendi kendimi her an, her yerde için için sürüyorum.”

Sergi, misafir sanatçı programı için Berlin’e giden Zeynep Kayan’ın yer değiştirmeye karar vermek, taşınmak, yerleşmek ya da iki yer arasında kalmak kavramlarını işlediği videosuyla başlıyor. Ortada Durma Çalışmaları’nda iki parça kartonla hassas dengeler üzerinden kendisine bir çerçeve, kapsayıcı bir alan, her hareketiyle yeniden biçimlenen ve uyulması gereken yeni koşullar oluşturuyor. Deneme, tekrar, hareket ve tesadüfe dayalı işinde bazen parçaları kontrol edebiliyor, bazense onlara ayak uyduruyor ama yapmaya çalıştığı şey asla değişmiyor: Merkezde kalmak. Sanatçının kendisini ekrandan izlemesi, değişen durum ve pozisyonları ekran aracılığıyla takip edip dengede kalmak adına kararlarını alması ise uyum sağlanmaya çalışılan bir yerde her zaman izleyen bir gözün varlığını hissetme halini çağrıştırıyor. Videodan seçilen küçük boyutlu fotoğraflar ise sanatçının, Berlin’deki atölyesinin yüksek tavanları ve geniş boş alanı karşısındaki konumunu sorguladığı gibi izleyicinin de içinde bulunduğu fiziksel ve ruhsal mekândaki kendi varlığını hatırlatıyor.

Zeynep Kayan gibi geçici süreliğine Berlin’e yerleşen Antonio Cosentino ise bir gece rüyasında İstanbul’u duvarla ikiye ayrılmış görüyor ve bu hayalî duvar etrafında bir İstanbul haritası kurguluyor. Dünyayı bipoler düzene sokan, ikiye bölen ve Bafra’nın da katalog metninde belirttiği gibi, “insanların yer değiştirmesini engelleyen (ya da tam tersi tetikleyen)” Berlin Duvarı’nı memleketi İstanbul’un orta yerine bir gecede alıp koyması, sanatçının kendi ülkesinin içinde bulunduğu kültürel ve toplumsal bölünmenin ona yaşattığı rahatsızlığı ve travmayı yansıtıyor. “Evet. Kente aniden bir duvar çekilmişti, inanamıyordum. Sınırlarını tam bilemediğim bir duvar. Şişli’den itibaren diğer tarafa geçemiyorduk. Birçok yerden benzer haberler geliyordu. Akıl almaz bir durumdu. Kimisi duvarı Bulgarların ördüğünü söylüyordu, kimisi malum işbirlikçi güçlerin. Durup dururken olabilir miydi böyle bir şey?” Yaşadığı şehre ve topluma yabancılaşmasını ve tedirginliğini yanında götürdüğü gibi toplama ve biriktirmeye odaklı pratiğini de Berlin’e taşıyor Cosentino. Bit pazarlarından topladığı yaşanmışlık ve anıların yüklü olduğu, seyahati ve yer değiştirmeyi çağrıştıran bir takım eşya ve objeler ve hepsinin arasında odağı üstünde toplayan bir albüm... Güzel yerlere yapılmış, mutlu bir yolculuğu kalınmış otellerin kartları, yemek yenilen restoranların polaroid ile çekilmiş küçük resimleri, biletler, haritalar ve daha nice detay üzerinden takip eden bu albümün yanında Yahudileri toplama kamplarına yollamak için kullanılan ana istasyonlardan Anhalter Bahnhof’un tenekeden bir modeli ile şehirde dolaşırken biriktirdiği renkli gazoz kapakları sanatçının gözünden elenmiş bir seçki halinde sergileniyor.

Antonio Cosentino, Gazoz Kapağı

“Çocukken birçok şeyin koleksiyonunu yapardık; sigara kutuları, pullar, viski şişeleri, kibrit kutularının yanı sıra birde gazoz kapakları! En güzeli gazoz kapaklarıydı çünkü içleri kazındığında hem bir bonus çıkma ihtimali vardı hem de birçok şekilde yerde oynanan oyunlarda kullanılabiliyordu. Kentte her yerde yüz binlerce gazoz kapağı vardı, bana her açılmış olan kapak bir hülyayı, bir eğlenceyi, sohbeti, esenliği çağrıştırıyordu. Bu ka- pakları toplamak kısa sürede önemli işlerimin arasına girdi, her biri ayrı bir tasarıma sahip bu kapaklarla neler yapılmazdı ki? Kapakların sakladığı imgelemler sonsuzdu. Her birinin açılma sesi sakince beklediği yerde sanki ona eşlik ediyordu, tırtıklı etekleri ile sokakların, çimenlerin deniz anaları gibiydiler.”

Kişisel deneyim ve hislerinden yola çıkarak, hayal ve hakikatin birbirine geçtiği hikâyeler üzerinden yer değiştirme meselesini bireysel ve ortak yaklaşımlarla ele alan Hiwa K, Pre-Image (Blind as the Mother Tongue) isimli videosunda o sırada cereyan eden Almanya-Yunanistan gerginliği, ekonomik kriz, toplumların savunmasızlığı gibi geniş jeopolitik bağlamlarla sınırlı kalmayarak daha kişisel, hatta sanatçının işleri arasındaki en kişisel, daha katmanlı bir okuma öneriyor. Hiwa K bu işinde, 20 yıl önceki Irak’tan başlayıp Almanya’da sona eren yolculuğuna referans vererek, Cosentino’nun fotoğraf albümü gibi, fakat daha farklı bir dille yol hikâyesi anlatıyor. Türkiye’den Yunanistan’a, oradan İtalya’ya uzanan bu yolculukta sanatçı daha önceki işlerinde de görülen, dikiz aynalarından oluşan bir düzeneği burnunda dengede tutarak tarlalar, patikalar, köyler, limanlar arasından hedefine, Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyor. Sanatçı, yolculuğunda deneyimlediği mekân ve zamanın öznelliğinden yola çıkarak inşa ettiği ve adaptasyon aleti olarak tanımladığı düzeneğin aynalarının rehberliğinde yolunu bulmaya çalışıyor. Ancak yürümeye devam ettikçe dengede tutabileceği bu aynalar, K için bir çeşit hayatta kalma aracı. Gittiği yerlerde hiçbir zaman tam resmi kendi gözleriyle göremeyeceği ve kavrayamayacağı için neredeyse organlarının ve duyularının bir devamı olarak aynaların rehberliğine istinat ediyor. Kendisini ekrandan izleyerek bulunduğu konumu işaretleyen Kayan’ın pratiğini de akla getiriyor.

Hiwa K’nın gerçek ve kurgunun birbirini tamamladığı bir diğer videosu sergideki yapıtlardan izole biçimde gösterilen tek iş. View from Above, otoriteler tarafından “güvenli bölge” olarak tanımlanan bir şehirden kaçan M’nin mülteci statüsü alabilmek adına yetkili memuru “güvenli olmayan” K şehrinde yaşadığına ikna edişinin hikâyesini anlatıyor. Daha önce hiç gitmediği ve zeminden deneyimlemediği K şehrini sokak sokak, bina bina ezberleyen M’nin “yukarıdan bakış”ı memurun elindeki haritayla sınırlı şehre dair bilgisiyle birebir örtüşüyor. Gerçekten K’dan kaçan yüzlerce, binlerce insan ise şehri yeryüzünden anlattıkları için yıllar boyunca mülteci statüsünü alabilmek için bekliyor. View from Above, 1945’te büyük bir yıkıma uğramış Kassel şehir haritasını temel alarak bilgisayarla yaratılmış bir görüntü üzerine anlatılan bir hikâye aracılığıyla bürokrasinin gaddarlığını ve ikiyüzlülüğünü şiirsel bir üslupla ele alıyor.

Manaf Halbouni, Monument, 2017

Suriye kökenli sanatçı Manaf Halbouni Now Here is Home isimli çalışmasında yalnızca savaş sonucu yaşanan göç sorununu değil, aynı zamanda bir vatandaş olarak Almanya’da deneyimlediği konut sorununu da ele alıyor. Dresden’de yaşadığı emlak sorunları nedeniyle evsiz kalan ve evini ve atölyesini arabasına sığdırıp yola çıkan Halbouni, hem hiçbir yeri hem de her yeri evi kabul ediyor. Avrupa’nın çeşitli sanat kurumlarında kendi arabasından yola çıkarak dönüştürdüğü eski arabaları sergileyen sanatçı, kamusal alanlara da isteyenin barınabileceği, merak edip kalabileceği, zaman geçirebileceği araba-barınaklar yerleştirdi. Hareket halinde olmayı yer-yurt kavramlarıyla bir araya getiren Halbouni, sergideki ikinci çalışmasında başka bir taşıtla, otobüslerle kamusal bir anıt oluşturuyor. Sanatçının 2015’te Suriye İç Savaşı sırasında sivillerin kendilerini keskin nişancı ateşinden korumak adına üç yolcu otobüsünü dikerek oluşturdukları barikatın fotoğrafından yola çıkarak kurguladığı bu iş kamusal bir barış anıtı sayılıyor. Dresden’de bir meydanda ve Berlin’de iki Almanya’nın birleşmesinin sembolü Brandenburg Kapısı önüne diktiği yolcu otobüsleri, savaş ve göç kavramlarının gerçeklikleriyle yüz yüze getiriyor. Sanatçının bu iki işinin karşılıklı duvarlarda konumlandırılması ise yolda olma, göç etme ve nihayetinde varılan yerde var olma safhalarını birlikte ele alan bir okuma öneriyor.

Serginin kataloğundaki yazısını Çelenk Bafra, Tezer Özlü’den bir alıntıyla bitiriyor: “Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı, gitmek olarak algılıyorum.” H. İlksen Mavituna ise yazısına bir Fransız izci türküsünden alıntıyla başlıyor. “Yürümenin en iyi yolu yine bizimkidir / Bir ayağı ötekinin önüne atmak, sonra bunu yineleyip durmak.” Yeryüzünde Bir Sürgün, bir siyasi problem olmakla sınırlı kalmayıp sanatçının (veya insanın) her yerde sürgün olma hali, göç ettiği yerlerde kendi sanatçı kimliğini taşıyarak var olma çabası, uyum sağlaması/sağlamaması ve her ne olursa olsun varış noktasından ziyade göç ve yer değiştirmenin devinimi ile yeniden yola çıkışını, yolda oluşunu işliyor. Cosentino’nun güzel bir şehre kavuşma umudunu barındıran hikâyesi ile otoriteleri kandıran M’nin yolculuğu, Kayan’ın atölyesi içinde iki parça kartonla “benlik” kavramını sorgulayışı ve Halbouni’nin hiçbir yer evi değilken arabasını park ettiği yere şezlongunu da kurarak yerleşmesi ümitvâr ve nüktedan okumalar sunuyor. Galeri mekânında yer değiştirme ve yol seçebilme imkânı veren iki kapılı video odasından çıkarken ise akla Kavafis’in Ithaca şiirini getiriyor:

Ithaka'ya doğru yola çıktığın zaman

dile ki uzun sürsün yolculuğun,

serüven dolu, bilgi dolu olsun.

ne Lestrigonlardan kork,

ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan.

bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına,

düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu

ince bir heyecan sarmışsa eğer.

ne Lestrigonlara rastlarsın,

ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a,

onları sen kendi ruhunda taşımadıkça,

kendi ruhun onları dikmedikçe karşına.

Comments


bottom of page