Türkiye 1945'ten beri UNESCO üyesi. 2. Dünya Savaşı yavaş yavaş sona ererken, 16 Kasım'da Türkiye, birliğin kurucu antlaşmasını yirmi ülke ile birlikte imzalamıştı. Peki hangi uluslararası değerleri kabul etmişti? Sanat ve edebiyat bu gelişmeyle nasıl bir etkileşimdeydi?
UNESCO'da 72* yıl: Kuruluş notları
Özgürlük kuşu, İllüstrasyon: Sertaç Tümer
Barış, BM ve UNESCO
Birleşmiş Milletler (BM), 1914-1945 arasında, 30 yıl içerisinde yaşanmış iki Dünya Savaşı ardından gerekli görülen bir birlik. Savaşlar, ulusların birbirleriyle ilişki içinde nasıl hayatta kalabileceklerini sorgulamalarına sebep olmuş, milletlerarası görüşmeler, yapılan antlaşmalar ardından henüz savaşta olan İngiltere'nin, Londra şehrinde 1941'de St. James' Sarayı Deklarasyonu ile süreç başlamıştı. Amerika'da Kuzey Kaliforniya San Francisco'da 26 Haziran 1945'te imzalanan antlaşmanın ardından, 24 Ekim 1945'te Birleşmiş Milletler, resmi olarak kurulup faaliyete geçer.[i] BM'nin amacı ulusların barış içinde yaşamasıdır. Söz konusu barış yalnızca savaşların sonlandırılması anlamına gelmez; barışı sürdürecek, savaş sebeplerini ortadan kaldıracak her faaliyet ve işbirliğine açık olmak esastır. Bunun için barış, iktisadi, siyasi ve kültürel birliğin bütün olarak sürdürülmesi anlamına gelir. BM'nin oluşturduğu organizasyon, kurum ve fonlar, kapsamlı ve çok katılımlı bütünsel barış amacını korumak ve geliştirmek için çalışır. Bu kurumlardan biri de UNESCO'dur.
United Nations of Educational Scientific and Cultural Organization (UNESCO) birliğinin kurulma fikri, 2. Dünya Savaşı sürecinde ortaya çıkar. Savaşın, birbirlerinin hayatlarını tanımayan ve anlayamayan toplumlar arasında çıktığı, entelektüel ve manevi dayanışmanın barışı korumaktaki birincil önemi organizasyon tarafından vurgulanır. 1942'de Birleşik Krallık'ta CAME (Conference of Allied Ministers of Education) için toplanan, Nazi Almanyası ve müttefiklerinin karşısında duran devletler, barış sağlandığında eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması üzerinde duruyordu.[ii] Bu toplantıdaki teklif ve fikirler üzerine, 1-16 Kasım 1945'te Londra'da, Educational and Cultural Organization (ECO) konferansı sonunda yani 16 Kasım'da UNESCO'nun kurucu antlaşması (convention créant) imzalandı.[iii] Savaşların önce insanların fikirlerinde çıktığını bu sebeple barış güçlerinin insan zihninde kurulması gerektiğini savunan UNESCO ve üye devletler, "Building peace in the minds of men and women" sloganı ile barışın manevi inşasını görev edinir.[iv] Eğitim alanında fırsat eşitliğini, bilimde yeni araştırmaları ve tüm insanların yararını, kültürlerin karşılıklı diyalogla anlayış içerisinde yaşamasını destekler. Böylece UNESCO, genel kurul, yönetim kurulu, milli komisyonlar aracılığı ile değerlerini, manevi içeriğini somut olarak uygulamaya koyar. UNESCO içinde yer alanların, doğal olarak, temel değerleri yansıtması ve yayması beklenir. UNESCO kuruluşunda kimler yer almıştır?
Algı Kapıları, Huxley ve Darwin
Güncel siyaset, insanların gündelik heyecanlarını besleyen, kurgulayan, kullanan bir yapı gösterdiğinde tarihi hatırlamak, vatandaşların/bireylerin davranış biçimlerini bilgiyle düzenlemelerine yardımcı olabilir. En azından bu ihtimal düşünmeye değerdir. Kurumsal ya da kurumsal olmayan kimliklerin hangi değerlere dayandığını ya da neyi içerdiğini bilmek, bizim de neyin içinde olup olmayacağımızı özgürce seçmemize ya da anlamamıza fırsat sunarlar. Kültür, siyaset, bilim, ekonomi ve sanatın yalnızca bir etkileşimden ibaret olmayan temelleri, bütünsel ele alındığında toplumların algı kapılarını açarlar. Yoksa ıssız, dar bir koridorun sağ-sol duvarlarını biçimlendiren, işlevsiz kilitli kapılardır.
Algı kapıları demişken, Beat Kuşağı'nın güzide eserleri arasına katılan, hatta efsanevi The Doors grup adına ilham veren The Doors of Perception (Algı Kapıları,1954)[v] kitabının yazarı Aldous Huxley (1894-1963) ismi değilse de soyadı, UNESCO'nun ilk oluşumunda göze çarpar zira kurumun ilk başkanı Sir Julian Sorell Huxley (1887-1975), Aldous'un ağabeyidir. Babaları karşılaştırmalı anatomi üzerine yoğunlaşan biyolog Thomas Henry Huxley (1825-1895), Charles Darwin (1809-1882)'in yakın dostu, savunucusu ve destekçisidir. Bilim, edebiyat ve sanat dünyası ile iç içe büyüyen kardeşler, Birleşik Krallık'ta kamu kurumlarında sıklıkla yer almış köklü ve geniş Huxley Ailesi'nin üyeleridir.
UNESCO'nun ilk başkanı evrimsel biyolog Julian Huxley'in yazdığı onlarca kitap ve makale arasında, Elements of Experimental Embryology (Deneysel Embriyolojinin Elemanları, 1934), The Living Thoughts of Darwin (Darwin'in Yaşayan Fikirleri, 1939), Evolutionary Ethics (Evrimsel Etik, 1943) bulunmakla birlikte, UNESCO, Its Purpose and Its Philosophy (UNESCO Amaç ve Felsefesi, 1946)[vi] birliğin kurulduğu yıl, ilk başkan olarak UNESCO tarafından yayımlanmış eseridir. Huxley'in bu çalışması, A Background for UNESCO ve The Programme of UNESCO başlıkları altında iki bölümden oluşur: ilk bölümü üç maddeyle ele alıp, UNESCO'nun hedeflerini, felsefesini, insani gelişimin ne anlama geldiğini anlatır. İkinci bölümde ise, bilim ve sanat eğitimi uygulamaları, sosyal bilimler, yaratıcı sanatlar, doğa bilimleri, kütüphaneler, müzeler, kültürel enstitüler, kitle iletişim araçları ele alınarak bunların UNESCO felsefesi ile nasıl örtüştüğü, teorilerin pratikteki misyonları anlatılır. Birliğin BM'den üretildiğini hatırlarsak, "savaşsız toplumlar" ana hedefi, sanat, bilim, kültür ve eğitimin aynı felsefi dokuda birlikte çalışmasıyla/sistemleşmesiyle vücut bulabilir. Huxley'in eserinde, insanların refah içinde yaşama amacını gerçekleştirmesi bilim ve sanata bağlıdır. "Duygusal ve manevi memnuniyet alanı" sanat ve "doğru bilimsel" uygulamalar bu amacı gerçekleştirmeye yardımcı olurlar.[vii]
20. yüzyılın ikinci yarısında, savaşların ardından yeniden biçimlenmeye giden toplumlar, geride bıraktıkları yılların tecrübelerini edebiyatta, sanatta, kurumlarda kimi zaman karanlık bir buhran, distopik kurgusal eserler kimi zaman buna karşıt, geleceğe umutla bakan, yarının o günden güzel olacağını kanıtlamaya çalışırcasına sağlam temellere dayandırılan kurumsallaşma imkanlarıyla yansıtmışlardır. Bu açıdan UNESCO, kurumsallaşma imkanlarını üst düzeyde kullanan organizasyonlara örnektir; sade ve anlaşılır bir felsefeyle örülen hedeflere, özgün araçlarla ulaşılabileceğini gösterir.
UNESCO Türkiye
Türkiye 20 Mayıs 1946'da Birleşmiş Milletler, Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu Sözleşmesi'ni kabul eder, konuya ilişkin kanun 25 Mayıs 1946 tarihli T.C. Resmi Gazete'de yayınlanıp yürürlüğe girer. Böylece, BM'nin kurucu üyeleri arasında bulunmakla birlikte, BM'nin "entelektüel ajansı" sıfatı alan alt organizasyonu UNESCO'ya üyeliğinde 70 yılı geride bırakmıştır. Hangi değerler, işleyiş ve ilişkiler kuruma üyelikte etkili olmuştu?
Hükümet ve politikalarının barışın korunması ve savaş ihtimalinin ortadan kaldırılmasıyla ilgili sorumluluğu vardır. UNESCO sözleşmesinin onanması üzerine çıkarılan kanunun 3. maddesinde, yürütme yetkisi bakanlar kuruluna verilmiştir.[viii] Savaş ihtimalini ortadan kaldırma hedefinde ilişkiler, kültür, eğitim ve bilim alanlarının desteğini almaya mecburdur, devletler anlaşmalarla bu mecburiyeti onaylamış olurlar.
Ayrıca, UNESCO kuruluş sözleşmenin 5. maddesinde, genel kurulu her üye devletin tayin edeceği delegelerin oluşturduğu, bu delegelerin genel kurul yetkisine dayanarak, yönetim kurulu üyelerini belirleyeceği söylenir. Sözleşmede: "Yönetim kurulunun üyelerini seçerken, genel kurul sanat, humaniter bilimler, eğitim alanlarında ve fikir yaymakta ehliyetli olan, tecrübe ve kabiliyetleriyle kurulan idare işlerini çevirebilecek nitelikte şahısları almaya da gayret edecektir."[ix] denilmektedir. Öyleyse, yönetim kurulu üyelerinin şahsi niteliklerinin bu uluslararası hedefleri yüklenecek özellikler taşıması beklenmiştir. Peki bu özellikler nasıl bir araya gelir? Böylesi bir temsil, kuruluşundaki hangi isimler üzerinden okunabilir?
UNESCO, Hükümet, Edebiyat
UNESCO üyelik süreçleri, imza, kanun ve yürürlülük, 14. Hükümet zamanında, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü (1884-1973) ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu[x] (1886-1953) döneminde gerçekleşmişti. İnönü ve Saraçoğlu, ülkeyi savaştan uzak tutacak politikaları tercih etmişti. BM ve UNESCO'ya üyeliğinin sade, tutarlı ve temel sebebi birliğe üye devletlerle paylaştığı "savaşsız toplumlar" hedefi.[xi]
Bu hedefi somut olarak temsil eden isim, dönemin eğitim bakanı Hasan Ali Yücel (1897-1961). 4-20 Kasım 1945'te Londra'da yapılan UNESCO toplantısına Türkiye adına katıldığı gibi, 20 Mayıs 1946'da ülke adına UNESCO Sözleşmesi'ni imzalayan kişidir.
Hasan Ali Yücel, yazar, şair, eğitimci, devlet adamı ve araştırmacıdır. Şair Can Yücel (1926-1999)'in babasıdır. Öğrenciliği savaş dönemine denk gelmesi sebebiyle kimi kesintilerle sürmüş, bir süre hukuk eğitimi almış, felsefe bölümüne girmiş ve yüksek öğrenimini "Ruh ve Beden" üzerine yaptığı bir çalışmayla 1921 yılında bitirmiştir. Felsefe, edebiyat ve Türkçe öğretmenliği de yapmıştır. Yücel'in "temsil ve kabiliyet" açısından içinde yer aldığı belli başlı çalışmalar, Devlet Resim ve Heykel Sergileri'ni başlatması, Ankara Devlet Konservatuarı'nın açılışı, eski eserlerin korunması, müzelerin kurulması olarak sayılabilir. Köy Enstitüleri'nin kuruluşunda yer alıp, çalışmalarda bulunmuştur. Siyasi hayatını 1950'de CHP'den istifa ederek sonlandırmış, 1952'den itibaren Cumhuriyet Gazetesi'nde yazıları yayınlanmış, 1956 yılında İş Bankası yayın işlerini yönetmiştir.[xii] Ancak bunlara ek olarak, Türk Dili üzerine yaptığı çalışmaları, Tercüme Bürosu'nun kuruluşunu sağlaması özellikle anılmalıdır. Bugün İş Bankası Kültür Yayınları'nın "Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi" her baskıda ilk sayfada Yücel'in kısa yazısına yer verir; Yücel şöyle demektedir: "Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zeka ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır."[xiii] Öyleyse, sanat ve edebiyat, başka insanların, başka dil konuşan toplumların, bilmediğimiz bir hayatın anlaşılmasını sağlar. Başkalarının hayatını bilmekse, dünyanın yalnız bizim yaşadığımız değil, başkalarıyla paylaştığımız yer olduğunu hatırlatır. Buna edebiyat ve çevirinin barışçıl yanı desek de olur. Bu noktada savaşların, başkalarının hayatlarını bilmemekten kaynaklandığını kuruluşundan bu yana vurgulayan BM ve UNESCO'yu da hatırlamak gerek. İnsanların içselleştirdikleri değerlerle, kurumların savundukları değerler sanıldığı kadar uzak değildir, zaten uluslararası denilen değerleri kuran ve yayan bireylerle çoğunluk sağlanırsa hedeflere ulaşılır. Kurumlarla şahıslar karşılıklı etkileşimle, ortak değerlerin kalıcılığını sağlarlar. O yüzden UNESCO'nun 1997 yılında Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri arasına Hasan Ali Yücel'in Doğumunun 100. Yıl Dönümü'nü alması şaşırtıcı değildir. Mustafa Kemal Atatürk, Yunus Emre, Uluğ Bey ve Fuzuli'nin doğum yılı kutlamalarının ardından etkinlik takvimine alınan beşinci isimdir.[xiv]
UNESCO Türkiye kurulurken bir çok isim, hükümeti ve uluslararası politikaları temsilen diğer milletlerle iletişime girmiş, belli değerleri kabul etmişti. 1949'da Ankara'da Milli Kütüphane'de yapılan ilk UNESCO Yönetim Kurulu toplantısında, etnomüzikolog Ahmet Adnan Saygun (1907-1991), akademisyen, edebiyatçı Suut Kemal Yetkin (1903-1980) de toplantıda yer alan isimler arasındaydı.
UNESCO Sözleşmesi'nde yer alan: "Her üye devlet, eğitim, bilim ve kültür işleriyle ilgili belli başlı kurullarını kuruluşun çalışmalarıyla temasa getirmek maksadıyla özel şartlarına uygun tertibat alacaktır. Bu iş tercihen, hükümeti ve bu gibi kurulları geniş ölçüde temsil eden bir milli komisyon teşkili yolu ile yapılmalıdır."[xv] ifadesiyle, milli komisyonların kuruluş ve işleyişi belirtilir. Her üye devlet için önemli bir oluşumdur; komisyonların taşıması gereken özelliklerden en önemlisi birliğin değerlerini "temsil" ve ""uygulama"dır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, üye isimlerin de kişisel donanımlarıyla "temsil" ve "uygulama" birliğini taşıyor oldukları öngörülür. UNESCO Türkiye'nin büyük çoğunluğu edebiyatçılardan oluşan üyeleri, "Türk Edebiyatı ve uluslararası ilişkiler" konusunda derinlemesine araştırmayı hak eder. Örneğin, UNESCO yürütme kurulunda ülkemizi temsil eden ilk isimler: 1946-1949 yılları arasında Reşat Nuri Güntekin, 1949-1952 yılları arasında Ahmet Kutsi Tecer, 1958-1966 yılları arasında Prof. Dr. Bedrettin Tuncel olmuşlardır. [xvi]
Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) hikâye, oyun ve roman yazarıdır. Güntekin 1918'den itibaren yazdığı özellikle tiyatro eleştirileri ile edebiyatçı eleştirmenlerden biri olarak tanınır. 1931-1939 yılları arasında Milli Eğitim Müfettişliği yapan Güntekin, 1947 yılına kadar Milli Eğitim Başmüfettişi olarak çalışır.
Çalışmalarında, sanat, edebiyat, kültür ve siyasi hayat birliğinin önemini vurgular. 1950 yılında Paris'e UNESCO Türkiye temsilcisi olması vesilesi ile gittiğinde Paris Kültür Ateşesi olmuş, 1954 yılında yaş haddi sebebi ile bu görevini bırakmıştır.
Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967) de edebiyatçıdır. Aynı zamanda şair Tecer, araştırmaları ile Türk Halk Müziği'ne katkıda bulunmuştur. Oyun yazarlığı da yapmıştır. 1947-1951 yılları arasında Paris Kültür Ataşesi ve Öğrenci Müfettişi görevlerini üstlenmiştir. Asıl olarak 1948'de Ankara'da geçici UNESCO komitesinde görevlendirilmesiyle temsilciliği başlamıştır. Tecer'in UNESCO bünyesindeki çalışmaları Türk kültür ve milli değerleri üzerinedir. Radyoculuk, halk edebiyatı ve estetik gibi konularda eğitmenlik yapan Tecer aynı zamanda eleştirmendir.[xvii]
Bedrettin Tuncel (1910-1980) edebiyatçı, çevirmen ve siyasetçidir. Yüksek öğrenimini Fransa'nın Lyon şehrinde sürdürmüştür. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde öğretim görevlisi olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı Tercüme Bürosu'nun kurucuları arasındadır. UNESCO Milli Komitesi'nde hem başkan vekilliği hem de başkanlık yapmıştır. Ayrıca, Tuncel, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nun çıkarttığı Kültür Dünyası isimli derginin ilk sayısında yer alan yazısı ile de hatırlanmalıdır. Zira bu yazısı dönemin etkin konuları ile sanatsal ve kültürel temellerin inşası konusundaki görüşlerini içermektedir. Tuncel, UNESCO'nun işlevi ile ilgili şu bilgi ve yoruma yer verir: "Kültür faaliyetleri programında ehemmiyetli bir yer alır. Bu alanda milletlerarası iş birliğini sağlamak, insanlığın malı olmuş eser ve anıtları; bilim, sanat ve edebiyat mensuplarını korumak, kültürü yaymak gibi bütün milletleri ilgilendiren işler üzerinde üye ülkelerin tertipler almalarını tavsiye ediyor. Ana hatlarını belirtmeye çalıştığım UNESCO programının ancak devletlerin samimi işbirliği ile gerçekleştirilebileceği tabiidir. UNESCO sözleşmesinin VII. maddesine uygun olarak, her üye devlet, eğitimi, bilim ve kültür işleriyle ilgili kurumlarını bu teşkilat ile temasa getirmek maksadıyla kendi özel şartlarına uygun tertipler almaya davet edilmiştir."[xviii] diyerek, ülke içinde geliştirilebilir sanatsal ve kültürel çabaların, UNESCO desteği alabileceğini ifade eder. Ayrıca bilim, sanat ve edebiyat mensuplarının korunması, samimi olmak şartıyla, devlete atfediliyor. Öte yandan birbirine zıt olan resmiyet ve içtenliğin bir kurum çatısında toplanabileceğini düşünmek, denemeye değer olsa bile, kavramsal açıdan ütopik bulunabilir.
UNESCO Türkiye kuruluşunda ve ilk yıllarında edebiyatçıların rolü, diğer yıllarda diğer üyelerle örneklenip çoğaltılabilir. Ancak açık olan şudur, kültür dünyasının ulusal ve uluslararası boyutları edebiyatçıların öncülüğünde şekillenmiştir.
Barış, Edebiyat, İktisat
Burada yer alan kuruluş notları ve değinmeler şöyle bir soruyu akla getiriyor: hükümetler ve aralarındaki ilişkiler mi evrensel değerleri anlamamız ve sahiplenmemizi sağlar, yoksa bu kişisel bir dikkatin sonucu mudur?
Bu soru ise bir anıyı hatırlatıyor: Genç bir iktisat öğrencisi harçlığını çıkartmak için bir muhasebe bürosunda çalışmaya başlar. Edebiyat tutkunu bu genç iktisatçı, ona ayrılan gri muhasebe bürosu masasının, demir çekmecesinde, her boş kaldığında okumak üzere bir kitap saklar. Hesapları yapan, faturaları, fişleri titizlilikle istifleyen dikkatli ve özenli iktisat öğrencisi yine bir aralık yakalar, çekmeceden kitabını alıp masanın üzerinde düzenle yükselen dosyaların, köşede birikmiş faturaların arasında okumaya başlar. Sakin sessiz, tek masalı, dört duvarlı odada zihnini kitaba bırakmıştır. O sırada beklenmedik bir şey olur, patronu içeri girer: "Bakıyorum da çok meraklısınız başkalarının hayatlarına; önünüzden kitap eksik olmuyor, işlere de merakınız kalıyordur inşallah!" diyerek hem onu azarlar, hem de edebiyata aldığı mesafeyi bu sözlerle göstermiş olur ve ekler: "Ben şahsen hiç ilgilenmiyorum bunlarla..." diyerek alay eder. Bunun üzerine edebiyat tutkunu genç iktisatçı: "Sizler maalesef bir başkasının hayatını, nasıl yaşadığını hiç merak etmediğiniz ve bilmediğiniz için bugün savaşlar bitmiyor." der. Sanıyorum "başkasının hayatını bilmek" kuru bir merakın ürünü değil, bu dünyada yalnız kendimiz değil diğerlerinin de yaşamak için burada olduğunu idrak etmek demek. Çünkü "başkasının hayatı" kendi hayatına çizilen sınırlar ölçüsünde yabancı, o sınırlar kalktığı sürece samimi ve özgürdür. Kısacası özgür olan özgürleştirir, sınırları olan sınırlar koyar. Bu basit ancak pek çok kimsenin ve bilhassa milletlerin çok zor gördüğü gerçek, her gün yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Bu hikayenin bu yazıdaki yeriyse, kurumlar ve ulusların geniş boyutlu, büyük hatta bazen ezici ağırlıklarının altından bireysel, kişisel olanı çıkartmak, insani olanın insandan başka yerde olmadığını kısaca hatırlamak.
İnsan algısının, evrimsel nörolojik değişimleri dahil, bir kaç yıl ya da bir iki yüzyılda dönüşmediğini, buna karşın hükümetler, siyasi sistemlerin en hızlı değişen, etkisi en uçucu yapılar olduğunu hatırlamaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir yanda algımızı şekillendirmiş yüzlerce yıllık etkiler, diğer yanda algıyı şimdi bugün yaşadığımız gibi noktalayan, ölçülemeyen "an" arasındaki fark düşünmeye değer.
Barışçıl yaşam algısı, bütünü oluşturan parçalar arasındaki armoni ya da uyumsuzluğun fark edilmesi olsa gerek. Zira sadece edebiyat, sanat, kurumlar ya da hükümetler, farklı olanla barışmamızı sağlayamayacağı gibi, tek başına dünyayı algılayışımızı da değiştiremezler.
* UNESCO, 1945'te imzalanan kurucu antlaşması ile 72 yıllık bir organizasyondur. Türkiye kurucu üyeler arasında yer alır. UNESCO Sözleşmesi'nin imzalanması ve kanunun Türkiye'de yürürlüğe girmesi ise 1946'da gerçekleşir. 1949 ise UNESCO Yönetim Kurulu'nun ilk toplantısının yapıldığı tarihtir. Bu açıdan genel bir ifade ile, UNESCO Türkiye, 70 yılı geride bırakmış bir oluşum olarak da tanımlanabilir.
[i] History of the United Nations, http://www.un.org/en/sections/history/history-united-nations/index.html
[ii] The Organization's History, http://www.unesco.org/new/en/unesco/about-us/who-we-are/history/
[iii] Textes Fondamanteaux, Convention créant une Organisation des Nations Unies pour l'éducation, la science et la culture, UNESCO, Paris, 2014, http://unesdoc.unesco.org/images/0022/002269/226924f.pdf#page=6
[iv] UNESCO, http://fr.unesco.org/
[v] Aldous Huxley, Algı Kapıları, İmge Kitabevi, çv. Mehmet Fehmi İmre, 2. bs., 2003.
[vi] Julian Huxley, "UNESCO Its Purpose and Philosophy", Preparatory Commission of the United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1946.
[vii] Julian Huxley, "UNESCO Its Purpose and Philosophy", The Application of Science and Art, (26-29) Preparatory Commission of the United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, 1946.
[viii] Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu Sözleşmesinin Onanması Hakkında Kanun (Kanun No: 4895), Resmi Gazete, Sayı: 6316 (Mayıs 1946).
[ix] Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu Sözleşmesi, Resmi Gazete, Sayı: 6316 (Mayıs 1946), Madde 5, Yönetim Kurulu, Yapısı, 2.
[x] Saracoğlu, meclis başkanlığında bulunmuş, dışişleri, eğitim, maliye ve adalet bakanı olarak da uzun yıllar çalışmış, 1934-1950 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığını üstlenmiştir. (Ülkemizdeki futbol ve siyaset çalışmaları yapanların çok daha farklı açılardan bakacağı bu çok yönlü ismin etki alanına değinmekle yetiniyoruz.) Cumhuriyet Halk Partisi'nden ard arda seçilerek, 13. ve 14. hükümetlere 9 Mart 1943-7 Ağustos 1946 tarihleri arasında başkanlık etti.
[xi] 1946 tarihine bakarken göze çarpan siyasi gelişmelerden biri, Türkiye'nin ilk kez çok partili seçimlere gitmesidir. Ulusal durumun uluslararası ilişkiler, yeni partiler ile çok sesli ve çok yönlü bir genişleme göstermesini olumlu bir gelişme olarak anmak gerek.
[xii] Faik Reşit Unat, Hasan Ali Yücel, TTK, Belleten, 25/97, Ankara, 1961.
[xiii] Hasan Ali Yücel'in 23 Haziran 1941 tarihli metni, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, kitaplarının her birinin ilk sayfasında yer alır. Metnin içeriğiyle yayın dizisi kitapları her baskıda birbirini beslemektedir.
[xiv] UNESCO genel konferansları tarafından ilan edilen anma ve kutlama yıl dönümlerini, milli komisyonlar önerir, UNESCO genel konferansı kabulü sonucunda belirlenir. Yukarıda ele alınan doğum yılı kutlamaları sırası ile, 1978,1989 diğer ikisi 1993 UNESCO Genel Konferansı kararları ile düzenlenen etkinliklerdir.
[xv] UNESCO Sözleşmesi, Resmi Gazete, Sayı: 6316 (Mayıs 1946), Madde 7, 1-Milli İşbirliği Kurulları.
[xvi] UNESCO, Uluslararası Örgüt Künyesi, http://www.mfa.gov.tr/unesco.tr.mfa
[xvii] "Reşat Nuri Güntekin", http://www.turkedebiyati.org/resat_nuri_guntekin.html
[xviii]BedrettinTuncel,"UNESCO",KültürDünyasıDergisi,s.1(1954):28.http://unesco.org.tr/dokumanlar/kultur_dunyasi_dergi/sayi1.pdf
コメント