top of page

Huzursuzluk anlarında sanat kurumları ne işe yarar?

Yazarın fotoğrafı: Murat AlatMurat Alat

Murat Alat'ın unlimitedrag.com üzerinden yayınlanan Egzersizler isimli serisi sanat kurumlarının amacını sorguladığı yazısıyla devam ediyor


Yazı: Murat Alat



İçinden geçtiğimiz çetin günlerde sakin kalmak zor. İnsan kanı damarlarında öfkeden köpürmüşken kolay kolay aklıselim olamıyor. Yine de geleceği kurtarmak için duygularımı kontrol etmem, sırtımı akli melekelerime yaslamam gerektiğini biliyorum. Bu yazı da kalbinde bulunduğumuz fırtınada ne yapabilirim sorusuna ufak da olsa bir cevap bulma arzusuyla yazıldı. Sorumuz belli; sanat kurumu nedir, ne işe yarar? Şayet bu soruya bir cevap verebilirsem kurumlardan ne beklemem, onlara karşı nasıl tavır takınmam gerektiğini de çözebileceğime inanıyorum. 


Malûmu ilam ederek başlayalım: Sanat ile sermaye, ne yazık ki, birbirine göbekten bağlıdır. Sanat insanın hayatını idame ettirmesine pratik olarak katkıda bulunan marangozluk, doktorluk, mühendislik gibi bir uğraş olmamasından ötürü tam da büyüklerimizin dediği gibi "ekmek kazandırmaz." Sanat hayatın içinde amaçsızca salınan bir fazlalıktır, kelimenin gerçek anlamıyla lüzumsuzdur. Kudreti de, zaafiyeti de buradan gelir. Kudretlidir, çünkü pratik amaçlar tarafından güdülenmez, özgürdür ve zayıftır, çünkü sanatın aksine sanatçı gayet pratik bir dünyada hayatta kalmak zorundadır ve de işin aslı üretimleri mübadelede değersizdir. Sermaye bu noktada devreye girer, gerek hamiler olsun gerek koleksiyonerler ellerinin altında bulunan, temellük ettikleri artık değeri kimi zaman anlamsız hayatlarını anlamlandırmak, kimi zaman da toplumsal konumlarını sağlamlaştırmak gibi muhtelif nedenlerle sanata yatırır, sanatçının özgürce üretim yapması için imkân sağlarlar. Sermayenin sanatla olan ilişkisi daha en temelde bu alışveriş üzerine kurulur. Sermaye sanatın öngörülemezlikten, özgürlükten neşet eden nadide değerini arzularken sanatı üreten sanatçının yaşamak ve üretmek için kaynağa ihtiyacı vardır. Elbette ki bu basit ilişki gündelik hayatta bu kadar basit işlemez, sermaye bu mübadeleyi sık sık bir iyilikseverlik, hatta günümüzdeki moda adıyla “filantropi,” maskesi altında gizlemeye çalışır. Bu çabaya paralel olarak da sanat handiyse kutsal mertebeye yükseltilip değeri arşa çıkarılır ve sanat kurumları da mabede dönüştürülür. İşin adını doğru koymak lazım; sanat her ne kadar toplumsal açıdan müstesna olsa da kutsal değildir ve sermaye ile olan ilişkisi insan sevgisi gibi ortak değerler temeline oturmaz; söz konusu olan bir ticarettir. Zaten sermayenin ticaret dışı bir ilişki kurmaya fıtratı el vermez.


İşin içine ticaret lafı girince kimilerinin içi kalkabilir, malûm insan sanatı kapitalizmin tüm kötülüklerinden azade saf bir alan olarak tahayyül etmek istiyor ama hemen enseyi karartmamak gerek, sermaye sanata ticari bir nesne olarak yaklaşmaktan başka bir şey yapamazken söz konusu mübadelenin öte tarafını oluşturan sanat tam da mübadelenin yapısı gereği metaya indirgenememesiyle, yani bir yandan kullanım değerini temelden ilga ederken öte yandan her daim değişim değerini aşmasıyla, tanımlanır. Sanat ele gelmez olduğu için, paha biçilemez olduğu için, ezcümle, özgür olduğu için sanattır ve tam da bu sebeplerden ötürü sermaye için arzu edilebilirdir. Sanatı tutsak etmek önce sermayenin işine gelmez. Sanat da fıtratı gereği özgürdür.


Sermayenin sanatla olan mübadelesinin gerçekleştiği alanlar olarak bütün kurumları yani galeriler, müzeler, kâr amacı gütmeyen işletmeler, yayınlar, üniversitelerin sanat tarihi kürsüleri bir yandan köşe bucak adına sanat denen bu abnormal nesneyi bulmak için çalışırken öte yandan bu tanımlanamayan şeyi tanımlamak, sanatın altına yerleştirmek ve böylece değerini belirlemek için nafile gayret gösterir. Evet, bu beyhude bir çabadır zira sanat sadece tanımlanamadığı sürece, yani sanat altında sınıflandırılmadığı sürece sanattır. Diğer bir deyişle sanat her zaman kurumlardan kaçan, kurumlara kılçık olan, sanat olmayan olduğu sürece sanattır. Ama unutmamak gerekir kurumlardan kaçmak için bile kurumların varlığı önemlidir. Açık açık söylemek gerekirse büyük “S” ile Sanat başlı başına sermayenin bir kurumudur ve yaşamın bir tezahürü olan, insani bir faaliyet olarak sanatla her zaman diyalektik ilişki içindedir. Kurumlar sanatı ele geçirmeye çalışarak kurum olurken sanat da kurumlara muhalif olarak sanat olur. Sanat tarihi kitaplarına girmiş, müzelerde kendine yer edinmiş, kısacası kurumlar tarafından kuşatılmış pek çok yapıt dört bir yandan zincirlenmiş olsa bile tanımlanmaya direnir. Duchamp’ın Çeşmesi, ki adına milyon sayfa yazılmıştır, hâlâ bir enigmadır, teslim olmamıştır. 


Kurum olarak Sanat’ın cisim bulduğu düzenekler olarak sanat kurumları tam da bu mübadelenin, bu tanımlanamaz olanı bir değere tahvil etmeye çalışan ilişkinin göbeğinde oluşlarıyla çifte karakterli yapılardır. Bir yanları soğuk ticari hesaplara bakarken öbür yanları hiçbir hesaba sığmayan bir enigmaya açılır. Asli görevleri mübadele için değerli olan şeyi keşfetmek ve keşfettikleri bu şeyin değerini korumasını hatta arttırmasını sağlamaktır ama bu görevlerini yerine getirebilmek için sanatı anlamaları hatta sanatın içinden olmaları, kısmen özgür olmaları gerekir. Tam da bu sebeple sanat kurumlarında çalışanlar sanatın ahalisi içinden devşirilir. Günümüzde kurum dediğimizde tüyleri diken diken eden o soğuk yapıyı tahayyül etmektense içini tüm idealistlikleriyle sanatı, özgürlüğü seven insanların doldurduğu melez yapıyı anlamak gerekir.


Sanat kurumları bir çatışma ve bir müzakere alanıdır ve bu ateş hattındaki sahada çalışanlar sermayenin kaynaklarını değerli gördükleri, değerli olduklarını düşündükleri sanat eserlerine ve dolayısıyla sanatçılara aktarmakla mükelleftir. Açıkçası bu çetin bir görev ve kimler bunu hakkıyla yapıyor bilmiyorum ama sanat kaynağa muhtaç oldukça ve sermaye bu kaynağı yaratmaya gönüllü oldukça bu işi birilerinin üstlenmesi gerek. Bu işi layıkıyla yapmayan kurumlar unutuluş ırmağının sularına kapılacaklardır. Ne sermaye ne sanat böylesi bir ciddiyetsizliği hoşgörmez, göremez. Unutmamalı ki sanat özgürlüğün en uzağında göründüğü ve bir propaganda aracında döndüğü totaliter rejimlerde bile özgürlüğü nüvesinde barındırır.


İtiraf etmem gerekir ki kapitalizm çözülmedikçe bu mübadele temelli ilişki çözülemez ama velev ki bir gün kapitalizm çöktü o zaman da elimizde sanat kalır mı veya buna üzülmemiz gerekir mi, bunlar başka bir sorular. Benim cevabım sanatı ve özgürlüğü üç beş istisnai insanın üzerine yüklemektense hepimizin kendi hayatlarımızdan birer sanat eseri üreten otonom sanatçılar olmamız olacaktır. Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. Sanat kurumları, şu an savunmanız gereken şey tam da varoluşunuzu mümkün kılan sanat ve de onun alametifarikası olan özgürlük. Şayet bugün özgürlüğü savunmazsanız yarın sanatı da bulamazsınız. Fıtratı gereği kendi menfaatini düşünen ama öte yandan da bir türlü sanattan vazgeçemeyen sermayeye anlatmanız gereken şudur ki eğer şimdi özgürlüğü savunmazlarsa yarın sanattan bekledikleri tüm faydayı da kaybedecekler. Sermayenin sevgili kulları, özgürlük yoksa o koca binalarınız birer mezarlığa, depolarınızda sakladığınız sanat eserleri de birer antikaya dönüşecek. Kimse sizden iyilik istemiyor, hem ortak menfaatimiz için hem de ortadaki mübadele anlaşması gereği özgürlüğe hep beraber sahip çıkmalıyız.


Comments


Commenting has been turned off.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page