Sanatçılar Engin Esen, Hacer Albayrak, Sevil Duman, Coşkun Demirok ve Ayça Güneş’in üretimlerini bir araya getiren Imbroglio (Karışık İşler) sergisi Ankara’daki Garage’da izleyiciyle buluştu. Sunulan işler üzerinden serginin tavrına yakından bakıyoruz
Yazı: Onur Sancu
Imbroglio sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Garage
Garaj -ya da Garage, 20’li yaşlarının başından beri Almanya’da yaşayan, bu süre boyunca bir ayağı da Türkiye’de olmaya devam eden Coşkun Demirok’un geçtiğimiz yıl çalışmalarını / denemelerini sürdürebilmek için tuttuğu, aslen garaj olarak kullanılması da pek mümkün olmayan bir yapı -sadece yapı diyebiliyorum. Hatta Garage ismini alıp bir atölyeye, çalışma alanına dönüşene kadar da muhtemelen tanımsızlığının verdiği özgürlükle birlikte her işleve veya hikâyeye açık hâldeydi. Garage, Ankara’nın Aşağı Ayrancı bölgesindeki yüzlerce apartmandan bir tanesinin bahçesinde bulunuyor. Coşkun Demirok ise okullu bir mimar ve alaylı bir sanatçı. Buraya kadar her şey görece olağan.
Daha önce de derme çatma veya tanımsız, terk edilmiş veya uzun süredir kullanılmamış mekânlarda sergiler gördüm. Fakat bu kez beni durduran şey, duran bir şeyin -tabir yerindeyse sanat eserlerinden oluşmuş bir ölü doğanın- içerisindeki misafir olduğumu değil, bir olayın ortasındaki tanık olduğumu hissetmemdi. Etkilendiğim şey ise rahatlıktı. Umursamaz, uslanmaz, laftan anlamaz veya mutabakatı hor gören değil, ama yine rahat, olağan.
Imbroglio’nun ne anlama geldiğine baktığımda da bu rahatlığın nasıl bir bağlama yerleşmeye çalıştığını fark ediyorum. “Acı verici veya utanç verici bir yanlış anlama”, “şiddetli bir şekilde kafası karışmış veya acı bir şekilde karmaşık bir münakaşa” gibi anlamlara geliyor. Müzikte ise karmaşıklık, karışıklık gibi anlamlara geliyor. Bir opera sahnesinde kafa karışıklığı benzeri bir durumu tasvir etmek için farklı ritimleri veya farklı müzikal yorumları barındıran bölümlere imbroglio deniyor. Yapılabilecek olumsuz eleştirilerin zaten, önceden planlanmış bir farkındalığı ile, biraz kara mizahla, biraz da yaşamın kaçılan taraflarının sahiplenilişi gibi durumlarla ve tavırlarla karşı karşıya olduğumu bilerek yaklaşmam gerek.
***
Garage
En başta serginin ismindeki basitliğe takılıyorum. Karışık işler veya karma sergi. Kelimelerin ardında aynı anlam var gibi görünüyor. Oysa, dilin kıvrımlarında, bilinçli bir tavrın varlığından ve hatta -biraz da haddimi aşmayı deneyerek- gerekliliğinden bahsetmek istiyorum. Sanat alanında günümüzde ve yaşadığımız yerde bazı tekdüzeliklerin ve içinden çıkılamayan kalıpların varlığından bihaber olmak pek de mümkün değil. Cüretkâr olma isteği bazen nitelikten uzaklaşıp sadece bu isteğe hizmet ediyor, bazen de -sanatçının kendi özgürlüğünü ve isteğini kurma çabası anlamını taşımaya çalıştığı anlarda- kendisine pek de alan ve izleyici bulamıyor. Bunun hem kültürel hem dönemsel hem de politik yanları olduğu ortada fakat tartışmak istediğim şey, kaleme almaya çalıştığım bu sergi üzerinden herhangi bir yanlışlığı göstermekten ziyade, bu serginin neyi nasıl var etmeye çalıştığı, ne yaratmak istediği üzerine olacak.
“Karma sergi” kalıp haline gelmiş bir söz grubu, tabir yerindeyse bir endüstri standardı gibi görünüyor artık. Karışık İşler başlıklı bu sergi de özünde bir karma sergi olsa da içinde barındırdığı kaotik hâlin başka bir derdi ve isteği gün yüzüne çıkarmaya çalıştığını hissediyorum ve bunun bir noktada özgürlük ile bağlantılı olduğundan eminim. Galerilerden özgürleşmek? Belki de. Fakat fazla basit olurdu -hem üreten hem kurgulayan hem de izleyen açısından. Böylesine tek bir noktaya odaklı ve tarihin kayıt altına aldığı şekilde tekrar tekrar ortaya çıkan, anlık bir öfori hâlinin vücut buluşundan daha katmanlı bir kümelenme seziyorum. Yani bu salt bir itiraz gibi veya sadece kaotik bir biçimde yerleştirilmiş hassas anlamda düzenli bir serginin sadece toplumsal anlamda değinmeğe çalıştığı bir şey gibi görünmüyor. Kümeyi reddettiği şeyin etrafına çizerek geride kendisini bırakmaya çalışmıyor. Kümeyi kendi varlığını kapsayacak şekilde çiziyor ve dışarıda kalanların neler olduğuna ancak bundan sonra bakıyor. Yani özgürlüğün yanına samimiyet ile alakalı da bir şeyler eklemeye çalışıyor.
Imbroglio sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Garage
Söylenen, işaretlere ve sese dönüşen dil ile eylem halindeki dil belli bir özdeşlik taşımadığında eserin ne olduğuna veya ne anlattığına; eserden ne anlaşılabileceğine yönelik potansiyel durumlar ve keşifler anlamsız çelişkilerde kaybolabilir. Karışık İşler için ise bu özdeşliğin varlığından bahsederken zorlama ya da yersiz bir cümle kurduğumu hissetmiyorum ve bunun çeşitli nedenlerini anlamayı denemek, yaratılan hâle nasıl yaklaşılabileceğinin de ip uçlarını taşıyacaktır. Karışık İşler hem bir söz grubu olarak hem de serginin taşıdığı tavır olarak mütevazı, keskin, ne yaptığını biraz bilen, biraz da bilmek istemeyen, ne olacağını ise bilmeyen ve hatta bununla ilgilenmeyen bir kurguya daha yakın. Bu sergide tek tek işlerden bahsetmenin gerekliliğinin de farkındayım fakat üretilen olayı kavramak açısından pek de yeterli bir yaklaşım olacağını düşünmüyorum. İç içe geçen, topyekûn bir imge yerleştirmesi veya kurgusu -hatta denk getirilişi- daha anlamlı yaklaşım gibi hissettiriyor.
Imbroglio sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Garage
Tam da burada “Sergiyi dolaştığımda” şeklinde başlayan bir cümle kurmuştum fakat sergiyi dolaşmadığımı, serginin içinde bulunduğumu anımsadım. Bana sunulan şey bir gezinti fırsatından öte, bir olayın içine dahil olma imkânına daha çok benziyordu. Böylece -Karışık İşler özelinde- estetiğin bir tavır haline geldiğini ve bu tavrın da üretimleri, imgeleri, imgesizlikleri en “olağan” hallerinde yakalamaya çalıştığını düşünüyorum. Bu durum, eserlerin kendi atmosferlerinden uzaklaşmalarına da yol açabilecek bir şey olma potansiyelini her zaman taşıyacak olsa da neyin sergilendiğine göre şekillenen, değişken ve kaygan bir zeminin varlığını da fark etmek gerek. Bazen iki artı ikiyi bazen beşe yuvarlamak da gerekebiliyor. Fiziksel dünyanın biraz dışına çıkmak istediğimi fark ediyorum. Imbroglio için bu salaş tavrın, atmosferlerin birbiri ile kesişen kümelere dönüşmelerinin olumsuzluktan ziyade kararlı bir tavır olarak görünmeleri de serginin ve “karışık işler” tanımının varabileceği anlamları berraklaştırıyor.
Bunun en belirgin nedeni, herhangi birkaç eserin hasbelkader bir arada sergilenmelerinden ziyade tam olarak bu kaotik durumun içinde, var olmak gibi bir katmanda özdeş hareket etme ihtiyacı duyarak bir araya gelmeleri, getirilmeleri, bir arada tekrar kurgulanmaları. Hassas bir denge gibi. Bu dengenin eşsizliği veya inanılmaz bir ustalık taşıdığı gibi övgü cümlelerinden uzaktayım çünkü iki artı iki dört etmediğinde mutlak bir başarı fikrinin sağlamasını yapmak zorlaşıyor. Başarıyı görsel veya felsefi bir estetik altında değil tavra yönelik bir estetik altında aradığım zaman kurgunun ustalığına değil, tavrın samimiyetine yöneliyorum. Zaten artık herhangi bir duruma sanatta bir kırılma yaşanıyormuş gibi bakmanın pek de anlamlı veya yerinde bir yaklaşım olduğunu düşünmek zor. Fakat bu dengenin ve estetik tavrın “bugün ve burada” taraflarını düşündüğümde, ihtiyacımız olan bir yaklaşım, devam etmesi gereken bir serüven gibi okunması gerektiğine inanıyorum. Sergilemek eylemini bir çeşit meta-eser olarak düşünmenin ve birbirini tanımayan işlerin mekânla birlikte tek bir iş haline gelmesinin önemini, ama bunlardan da öte, yeni bir alanın ve bu alan bahanesinde farklı bir nefes alma ritminin varlığını da görmek gerekli. Bunun için de bir yandan mimar olan Coşkun Demirok’un bu yönü ile hayatına kattığı deneyimlerin plastik anlamda bu serginin kurgulanışına nasıl etki ettiğini anlamaya çalışıyorum. Kendisiyle konuştuğumda bitmemiş bir inşaatın bitmiş yapıdan daha güzel olduğunu söylemesi sayesinde de yeterli ip ucunu tahminimden daha doğal ve kolay bir şekilde yakalayabiliyorum.
***
Imbroglio sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Garage
Serginin fiziksel olarak kapladığı alan bir garaj. Daha doğrusu, ilk bakışta bir garajı andırıyor fakat bu işlevle kullanılması için de kesinlikle doğru bir yapı değil. İç içe bir yerleştirme olarak bu serginin, içinde bulunduğu mekânla organik bir şekilde kurduğu ilişkisi burada başlıyor. Başka herhangi bir dar alanda değil, tam da o dar ve “tanımsız” alanda.
Tanımsız bir nesneye benzeyen bu sözde-garajın, tam da bu tanımsız tarafını ortaya çıkaran karışık işler kurgusu, mekânın içine doğru erimiş ve akışkanlığı ile doğal şeklini bulmuş gibi hissettiriyor. Kurgu dediğime bakmayın, çünkü ortada nedenden sonuca doğru çizilen keskin, net, endüstriyel bir kusursuzlukta ok işaretleri görme imkânımız -sanrılarımızı bir kenara alırsak- pek de yok. Fakat tesadüflerle beslenen ve hemen ardından kaderine bırakılan, dünyadan habersiz seçimlerle karşı karşıya olduğum gibi bir düşünce de gelmiyor aklıma. Bu durumun altında yatan katmanları konuşmaya çalıştığımda plan yapmak kadar o planı bozmayı da sevdiğini söylüyor Coşkun Demirok. Mantık ve hissiyat bu noktada uzayın zıt yönlerine ilerleyen bir doğrunun iki ucu olmaktan vazgeçiyorlar. İşlerin hem birbirleri ile hem de mekân ile birlikte erimeleri gibi, mantık ve hissiyat da aynı potada samimiyeti aramak için eriyorlar. Biraz geriye çekilip hem fiziksel hem de düşünsel anlamlarda uzaklaşıp baktığımda ise zaten “sanat eseri” sözündeki sanatın bu durum ile ilgili olduğunu, “eseri” kısmının ise böyle bir durumdan çıkabilecek eylemler veya olaylar olabileceğini düşünüyorum.
Diğer bir yandan, bu yaklaşımı kurabilecek estetik tavır ve genel anlamı ile sergi, buyurgan değil talepkâr görünüyor. Buyurgan dediğim şey, serginin izleyici için işleri kolaylaştırmadığını düşündüğümden kaynaklanıyor. Fakat bunu bir engelli koşu gibi de yapmıyor. Engeller, sanata ve sanatın tüketimine dair alışkanlıklarımızdan ötürü kendiliğinden var oluyorlar, kendi kendilerini göstermek zorunda kalıyorlar. Talepkâr kısım ise başta bahsettiğim özgürlük ile alakalı. Talep edilen şey, geçmişten ve gelecekten özgürleşmiş bir bakış. Fakat anı yaşamak için değil, sadece yaşamak ve geçmiş ve geleceği önce ve sonrada değil anda kurabilmek için. Öznelliğin sadece sanatçı veya küratör tarafında değil izleyici tarafında da eşit haklarla kendisini gösterebilmesi için aralanan bir kapı, açılmaya müsait -tıpkı garaj gibi- tanımsız bir alan.
Sanatın eylem hâli açısından, yani üretme ve sergileme de dahil olmak üzere yaşama, algılama, karar verme, reddetme gibi eylemleri de barındıran o küme açısından baktığımda, bu neredeyse anarşist bir tavra benziyor. Siyasal veya toplumsal değil, biraz kavramsal bir yaklaşımla, otodidakt bir var oluş. Dolayısı ile serginin anlamı ve benim -ki sadece ben değil, “benim” diyebilecek her ben anlamında benim- hissiyatım aynı şeye dönüşüyorlar. İyi kadar kötüye, başarı kadar başarısızlığa ve anlam kadar hiçliğe de alan açan bir kurgu hissediyorum. Coşkun Demirok’un dediğine dönecek olursam, inşaat halinde bir sergi görüyorum ve bitmiş hâline ulaşabilecek her yolun hem örtük kararlarla hem de benliğin refleksleri ile tıkanması doğru bir yaklaşım gibi duruyor. Minimalizmin çıplaklığı, ne ise o olma hâli, brütalizmin yer ile, yerde olan ile görmezden gelinemeyecek ilişkisi, dışavurumculuğun hissiyata ve reflekse, doğaçlamaya alan açan tarafları ve hayatın asla stabil ve parıltılı bir şekilde ilerlememesi serginin toplam bir enstalasyon hâlinde, farklı bir katmanı kararlı bir şekilde yaratarak görünürleşiyor. Birçok ilham var, fakat ilham aldığı hiçbir şeye de benzemiyor. İç içe eriyen imgeler, mekân ile eriyen imgeler var.
***
İşlerin önceden garaja göre mi seçildiği yoksa tesadüflerin içinde yüzme isteğinin bunu da öteleyerek her şeyi o ana bırakacak kadar baskın olduğu, toplam bir iş olarak bu serginin bana, izleyiciye vermesi gereken bir detay değil. Fakat merakımı paylaştığımda cevabın tesadüflerde, denk gelişlerde olduğunu öğreniyorum. Bazı işlerin üç aşağı beş yukarı belli olduğunu, bazılarının kurulumda ilk kez görüldüklerini söylüyor Coşkun Demirok. Yani ortada sergiyi bu şekilde kurmak için işleri araçlaştırmaya ve süreçlerinden uzaklaştırmaya dayalı bir yaklaşım da yok. Zaten sanatı artık her nesne ile, her kurgu ile, her olay ile birlikte düşünebilme özgürlüğümüz varsa, bu özgürlük başka bir katmanda, her türlü denk gelişte veya getirilişte sanata dair o mistik tarafı ortaya çıkarabilme imkânının varlığını kabul etmeyi de koşul olarak koyuyor.
***
Imbroglio sergisinden yerleştirme fotoğrafları, Garage
Sevil Duman’ın ve Hacer Albayrak’ın işlerinin mekân ile ilgili manipülasyonlar barındırdığı zaten direkt olarak görünür hâldeler. Bir yanda tanımsızlaştırılan beyaz bir silüete, mekândan arta kalan yıkık bir gölgeye doğru ilerlerken, diğer yanda fazlasıyla tanımlanarak kusursuz bir plana, mekânı görünür kılan gün ışığına doğru ilerlediğimi hissediyorum. Çok yakın duruyorlar, ikisinin arasında, hatta neredeyse mesafesizce içlerinde durabilmem bana bu ikisinin aynı anda mümkün olabilmesini ve kontrastlar arasındaki geçiş tonlarını anımsatıyor. Hemen yanlarında, Engin Esen’in gerçek ile kurgu arasındaki geçişliliği ortaya çıkarmaya çalışan dijital manipülasyonlarının düşünsel koşullarını mekânın toplamındaki kurgu öncesi ve sonrası aşamalarda da takip etme olanağımı hissediyorum. Karşısındaki duvara değil, duvarın önünde duran paravanın üzerine bantlanmış rastgele gazetelerin üzerine sokağa ait bir tavır ile yazılmış IMBROGLIO kelimesi arasında da benzer çelişkilerden, zıtlıklardan arta kalan alanı algılama imkânım doğuyor. Coşkun Demirok’un IMBROGLIO yazısı gibi, Engin Esen’in işleri de sokaktaki afişler olmaya başlıyorlar. Hemen aralarında duran, buluntu nesnelerin bir araya getirilişleriyle oluşmuş renkli ışıklar, önlerindeki buğulu camın arkasına saklanır gibiler. Fakat camdaki yuvarlak boşlukta da bir o kadar dışa dönük ve gizemsiz görünüyorlar. Hemen önünde, yerde, bu kurgunun bir uzantısı olarak duran bir kuzu var. Deformasyona uğramış ama bu deformasyondan da bir habermiş gibi, herhangi bir sorunu göstermekten uzak. Absürt? Kesinlikle. Sergideki işlerin bazılarının mantık ile ilgili yanları, bazılarının da absürtlük ile ilgili yanları baskın. Fakat birbirlerine verdikleri destek, baskın olmayan taraflarının da eşit bir düzeye çıkabilmesini sağlıyor. Mantıklı bir şey, absürt bir şeyin mantıklı tarafını gösteriyor veya tam tersi, absürt bir şey, mantıklı bir şeyin absürt tarafını gösteriyor. Ayça Güneş’in beden parçalarının düzen ile düzensizlik arasında yerleşmiş hâlleri kendi içindeki ilerleyişlerini de benzer bir yolla, serginin toplam kurgusundan destek alarak devam ettiriyorlar. Beden parçaları var bir yandan doğal görünüyorlar. Diğer yandan da içinde bulundukları toplam denk geliş hâlinde aklım bu parçaların ve yerlerini bulma şekillerinin irite edici taraflarına yöneliyor. Yani bir yandan ayrı ayrı bakmak olanaksız bir hâl alırken, diğer bir yandan bu olanaksızlık çalışmaların birbirlerinden ayrılan taraflarını da daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Sanat eserine bakarken yüklerimi değil sadece bakabilme imkânımın rahatlığını hissediyorum ve özgürlüğe bu noktada geri dönüyorum.
Deneysel de bir tavır bu. Net bir şekilde bir konuyu ele alma çabasından, konu bütünlüğü gibi şeylerden bahsetmek imkânsız. Eğer bir konu varsa, bu, yalnızca reflekslerin, doğaçlamaların ortaya çıkarabileceği bir şey gibi. Sanatçı ile sanatçı arasında, sanatçı ile nesne arasında, nesne ile veya mekân ile izleyici arasında veya herhangi başka bir karşı karşıya gelişte herhangi bir çevirinin olmadığı bir yaratma hâli. Hatta bu kategorik tanımların da pek bir önemi yok artık.
Imbroglio sergisinden
***
Bu serginin, olayın, denk gelişin zor olduğu kadar kolay da bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Nasıl yaklaşmayı seçtiğimize bağlı olarak, herhangi bir anlama bürünebilir, rüyalara girebilir veya kapıdan çıkıp sokak dönüldüğü anda unutulabilir. Tüm bu özgürlükleri veriyor, koruyor. Fakat bu olaydan asıl çıkardığım şey, teori ve pratik arasına çizilen çizginin kurgusallığının art arda ne kadar da fazla kez unutulduğunu hatırlamam ile ilgiliydi. Imbroglio bu çizgiyi umursamıyor. Gösterdiği şey ise umursamama eylemi değil, umursamadıktan sonraki özgürlükte birçok şeyin zaten mümkün bulunabileceği. Gün geçtikçe pek de yaşamadığımız bu yaklaşımı özlediğimi fark ediyorum.
Comments