top of page
Yazarın fotoğrafıSelin Çiftci

İnsan ve doğanın hemhâli: ya da

Belirli sosyo-psikolojik koşulların bireyler üzerindeki etkisine odaklanan çalışmalarıyla tanıdığımız Yaşam Şaşmazer’in insanın doğayla olan netameli ilişkisine yoğunlaştığı son sergisi ya da, Zilberman Gallery’nin ev sahipliğinde 30 Haziran 2021 tarihine kadar devam ediyor. Şaşmazer’le son sergisi üzerinden sanat pratiğini, pandemi ve yalnızlık ekseninde doğayla kurduğumuz ilişkiyi konuştuk


Röportaj: Selin Çiftci



Yaşam Şaşmazer, Fotoğraf: Elif Kahveci



Son dönem heykellerinizin yanı sıra suluboya çalışmalarınızın da yer aldığı ya da başlıklı son serginiz Zilberman Gallery’de devam ediyor. ya da neyi ya da neleri birbirine bağlıyor? Bu sergiyi, hem önceki işlerinize hem gelecek üretimlerinize referans verdiğiniz bir “geçiş” olarak tanımlayabilir miyiz?


Şu zamana kadar olan üretimlerimin hepsini birbirine referans veren, birbirine bağlanan işler olarak görüyorum, bir düşünce başka bir düşünceye, başka bir düşünce diğer bir yola götürdü beni. Dolayısıyla hepsi zihinsel bir sürecin, içsel bir yolculuğun, dert edindiğim meselelerin ve dünyayı algılamaya çalışmamın süregiden veçheleri. Son sergim ya da da bu anlamda daha önceki üretimlerimle bağlantılı. İsmini bir bağlaçtan alan sergi hem benim geçmiş ve gelecek üretimlerimin arasında bir köprü kuruyor, hem de serginin kavramsal çerçevesi içerisinde insanlık durumunun şu anki hali ile gelecekteki olası bir dönüşüm ihtimalini birbirine düğümlüyor.



Önceki sergilerinize nazaran ya da’daki işlerinizde formal olarak daha soyutlamacı bir yaklaşıma tanık oluyoruz; nitekim benzer bir değişimi malzeme seçiminde de okuyabiliyoruz, bu sefer “ahşap”tan ziyade ağırlıklı olarak “kâğıt”a yer veriyorsunuz. Bu geçişin itkisi neydi; bu dönüşüm, işlerin kavramsal altyapısını nasıl destekliyor?


Çok uzun zamandır ve çok severek çalışıyorum ahşapla, ama bu sergi özelinde daha hafif, uçucu, bize geçiciliği çağrıştıran, organik bir malzemeyle çalışmak istiyordum. Kâğıt da temel olarak ağaçtan yapılan ancak çok daha kırılgan, geçirgen ve narin bir malzeme. Bu sergi, geniş anlamıyla insan ve doğa ilişkisi üzerine düşünüyor ve bu ilişkiye dönüşüm, geçicilik, ölümlülük gibi pencerelerden bakıyor. Dolayısıyla kâğıt, işlerin açmaya çalıştığı sorulara çok uygun bir materyaldi. Formal olarak da önceki üretimlerimde olduğu gibi yine figür ağırlıklı çalışıyorum ancak yer yer soyutlamaya kaçan deformasyonlar ile birlikte ampute ya da amorf bedenler mevcut sergide. Bu figürler başlarını, yüzlerini ya da diğer anlamıyla kimliklerini ve kimi vücut parçalarını kaybetmiş bedenler. Hem kâğıt malzeme kullanımım, hem de figürlerdeki bu bozulma ve dönüşüm, serginin kavramsal çerçevesinin çağırdığı seçimlerdi.




Solda: Yaşam Şaşmazer, Tohum, VII, Kağıt üzerine suluboya, 57, 5 x 45,5 x 4 cm, 2021

Sağda: Yaşam Şaşmazer, ya da VII, elde patine edilmiş kağıt, reçine, 42 x 40 x 34,5 cm, 2021



Çalışmalarınızda insanı merkeze alan onun içsel ikilemlerini deşifre eden “içeriden bakan göz”, bugün insanın etkisini, dünyadaki ayak izini, doğayla ilişkisini tartışmaya açıyor; ve “insan”a aslında dışarıdan bir yerden bakıyor. Bu bakış açısındaki değişimi nasıl ifade edersiniz, bir yüzleşmeyi ya da bir kırılmayı tarif eder mi?


Ne güzel sormuşsunuz. Evet, işlerimdeki “göz”ün içeriden dışarıya yöneldiği bir anlamda doğru. İçsel çatışmalardan dışsal çatışmalara çevrildi belki ana odağım. Diğer taraftan da aslında “dışarıdan bakan” diye tarif ettiğiniz bu göz de bakışının kaynağını içeriden alıyor. Şöyle ki; bu zamana kadar bilinçaltındaki korkuları, gölgeleri ve “ben” ile “öteki” arasındaki çatışmaları mesele edindim ve “insan olma”nın hallerine bakmaya çalıştım. Doğa ile ilişkimiz de bence kaynağını bu bilinçdışı korkulardan alıyor. Ötekileştirmelerimizin en büyük öznesi olmuş doğa ve bütün diğer ötekiler gibi sürekli olarak “ehlileştirmek” istenmesinin sebebi de bu korku olmalı…



Yaşam Şaşmazer, ya da sergisi yerleştirme görüntüsü, Zilberman Gallery, 2021



Doğa”nın işgal eden olduğu, aslında “işgalci”yle “işgal edilen”in yer değiştirdiği işler var sergide. Doğa bir yandan da genişlemeye, kendine yer yaratmaya çok müsait bir form. Fırsatını bulduğu yerden hemen kendini gösterir, asfalttan çıkar, terk edilmiş evlere sızar; burada “doğa” insandaki hangi boşluktan, hangi çatlaktan yararlanıyor sizce?


Serinin düşünsel yolculuğuna “işgalci olan” insan ile “işgal edilen” doğanın bir rol değişimine uğradığını hayal ederek başladım. Ancak fikrin ilk ortaya çıkışından bu zamana kadar geçen sürede yaptığım okumalar, düşünceler ve edindiğim bilgilerden sonra “işgal” sözcüğünü kullanmaktan artık imtina ediyorum. Şu anda baktığım yer, insan ve doğanın hemhâl olması, yatay bir birliktelikte iç içe geçmesi olarak tarif etmeyi tercih ettiğim bir ilişkilenme biçimi. Bu sergideki insan bedenlerini de bu ilişkilenmeye kendini açan eş özneler olarak tarif edebilirim. Kıvrılan, büzüşen, teslim olan bedenler bir yandan bize progresif ve dikey olan hakim anlayıştan uzaklaşmayı işaret ediyorlar, diğer yandan da bu açıklık doğayla bütünleşmeye alan açıyor. İnsan bir fail olmaktan çıkıp yaşamı paylaşan müşterek öznelerden biri oluyor.



Yaşam Şaşmazer, ya da IV, Elde patine 57 edilmiş kağıt, mantar, ağaç dalları, reçine, 172 x 60 x 132 cm, 2020-2021



Sadece kavramsal olarak değil, zanaat olarak da güçlü bir anlatımınız var; bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz, bu iki pratik birbirine nasıl hizmet ediyor?


Öncelikle teşekkür ederim. Ben Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Heykel bölümünde klasik bir heykel eğitimi aldım. Heykel yapmayı bölüme girdiğim ilk günden beri çok seviyorum. İşin zanaat kısmı benim için hem çok kıymetli, hem de çok keyifli. Diğer taraftan hikaye anlatmayı, heykeller ile birlikte kavramları, durumları, dünyayı düşünmeyi seviyorum. Pratiğimde de bu ikisini ayrı görmüyorum, heykellerim benim için ellerimle ve zihnimle şekillendirdiğim anlatılar.



Önce çocuk bedenleriyle başlayan, sonra yetişkin bedenlere evrilen insanın, karanlık taraflarını, korkularını içeren sorgulamalara kapı açan çalışmalarınızda psikolojiye, Freud’a, Jung’a çok defa referans veriyorsunuz. Pandemi ve beraberinde getirdiği “yalnızlık” ya da “yalnız kalamama”ya maruz kalmak sizi nasıl etkiledi? Gözlemleriniz neler oldu bu süreçte?


Açıkçası bir sanatçı olarak yalnız kalmakla ilgili bir derdim hiçbir zaman olmadı; aksine günlerimi atölyemde tek başıma geçirmek seçilmiş, normal rutinimken, üzerine bir de geçtiğimiz sene sergi hazırlık sürecinde olduğum için bir tür gönüllü inzivadaydım. Bu sebeple sorduğunuz soru bağlamında pandemiden çok da olumsuz etkilendiğimi söyleyemem. Ancak gördüğüm kadarıyla çoğu kişi pandeminin ve kısıtlamaların getirdiği sosyal bir yalnızlıktan çok kendileriyle yalnız kalmaktan etkilendiler. Belki de insanlar günlük koşuşturma, iş, güç, sosyallikler gibi meşguliyetler yüzünden -ya da belki de sayesinde- kendileriyle pek fazla baş başa kalmıyorlar artık. Dolayısıyla dış dünyayla ilişkiler sınırlanınca pek çok kişi kendiyle ne yapacağını bilemedi. İnsanlara yalnız başlarına yapabilecekleri aktiviteler, hobiler öneren, “to do list”ler sunan birçok içeriğe siz de denk gelmişsinizdir. Tabii ki bütün dünyada milyonlarca insan milyonlarca farklı şekilde deneyimledi ve hâlâ daha deneyimliyor bu durumu; özellikle de sorduğunuz “yalnızlık” meselesini. Ama benim dikkatime en çok takılan bu kendiyle “yalnız kalma/kalamama” meselesi oldu. Bunun pandemiden bağımsız, dönemin ruhuyla alakalı olduğu fikrindeyim.



Son olarak, sizce “doğa” insan için neyi ifade ediyor?


Doğa algımız, ona bakışımız ve ilişkimiz insanlık tarihi boyunca çokça dönüşüme uğramış. İdealize edilmiş, romantize edilmiş, demonize edilmiş; ehlileştirilmesi gereken yabandan dönülecek yuvaya, sömürülecek bir kaynaktan kaçılacak bir kucağa kadar pek çok şey olmuş… Dolayısıyla bu sorunun sanırım ki tek bir cevabı yok. Ama doğa için insan ne ifade ediyor diye düşünürsek bence doğa için insan alglerden, yosunlardan, böceklerden ya da topraktan çıkan herhangi bir bitkiden daha farklı bir şey ifade etmiyor. Belki de aklımızda tutmamız gereken en önemli şey de budur.



Yaşam Şaşmazer atölyesinden görüntü, Fotoğraf: Elif Kahveci

Comments


bottom of page