Pi Artworks İstanbul, İz Öztat’ı uluslararası platformlarda ses getirmiş ve 16. İstanbul Bienali’yle eş zamanlı gerçekleşmiş olan 2019’daki Askıda isimli kişisel sergisinin ardından, Kâğıt Üzerine Suluboya ile ikinci kez ağırlıyor. Bugün sergiyi görmek için son gün
Röportaj: Sami Kısaoğlu
İz Öztat
Sergide farklı anlatılar kuran suluboya sergileriniz sergileniyor. Biraz bu işlerin ana başlıkları üzerine konuşabilir miyiz?
Kâğıt Üzerine Suluboya adlı sergide Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde (2014-2017), Haz/Cızzz (2018-2019), Nisan Güncesi (2020) adlı suluboya serilerinden seçkiler ve Akan Suya Kabus Anlatmak (2015) adlı video yer alıyor.
Nehir tipi HES’lere karşı verilen mücadeleleri daha yakından anlama ihtiyacıyla oluşan süreçte, bir taraftan da suluboya ile çalışmaya başladım. Fatma Belkıs ile yaptığımız araştırmada çıkış noktamız, nehirlerin özgür akması talebiyle ifade özgürlüğü ve özgürlük arzusu arasındaki ilişkiydi. Birlikte Artvin’deki Arhavi Vadisi’ne gittikten sonra 14. İstanbul Bienali’ne davet edildik ve Trabzon, Tokat, Dersim, Muğla ve Antalya’da pek çok vadiye gitme şansımız oldu. Gittiğimiz vadilerdeki ekosistem, maddi kültür ve mücadelede kurulan söylemlerin birbirini nasıl şekillendirdiğini anlamaya ve tanıklık ettiğimiz durumla ilişkili olarak nasıl pozisyon alabileceğimizi bulmaya çalıştık. Kolektif araştırmamız, üretiminde ve sergilenmesinde elektrik kullanmama kararı verdiğimiz Suyu Kim Taşır adlı yerleştirmeye dönüştü. Bu esnada yaptığım suluboyalar, araştırma sürecime gündelik olarak eşlik eden bir pratik haline geldi; Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde serisi ve Akan Suya Kabus Anlatmak adlı video ortaya çıktı.
Kâğıt Üzerine Suluboya sergisine girince izleyiciyi karşılayan ve sergiyi gezerken sesiyle diğer işlere de eşlik eden Akan Suya Kabus Anlatmak adlı videoyu, akan suya anlatarak kabuslardan kurtulmaya dair halk inancından yola çıkarak kurguladım. Videoda yatay eksende akan suluboyalara, nehir isimlerini anarak başlayan bir şamanik ritüelden farklı bilinç düzlemlerine geçerek kuraklaşmaya direnen bir anlatı eşlik ediyor.
Akan Suya Kabus Anlatmak başlıklı video çalışmanız kaç farklı suluboya çalışmayı bir araya getiriyor?
45 suluboya var. Videoyu ilk kez, The Moving Museum’un 2015 yılında İstanbul’da düzenlediği sergi kapsamında gerçekleştirdiğim bir sunum performansta gösterdim. Videoyu oluşturan ve kabusların aktarıldığı bu suluboyaları, izleyicilere armağan ettim. İzleyicinin (akan su gibi) alıp götürdüğü kabuslardan kurtuldum… Videoyu yaparken yazılı kaynakların yanı sıra yerel ve anonim bilgiden de beslendiğim için, işleri kamusal bilgi alanına ithaf ettiğimi de ekleyeyim. Akan Suya Kabus Anlatmak, benden izin almak gerekmeksizin çoğaltılabilir, değiştirilebilir ve dolaşıma sokulabilir.
İz Öztat, Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde (2014- 2017) ve
Haz/Cızzz (2018-2019) serilerinden yerleştirme görüntüsü,
Kâğıt üzerine suluboya ve karışık teknik, 37 x 27 cm (çerçeveli)
Akan Suya Kabus Anlatmak isimli video çalışmanızda metin ve suluboya çalışmaların eş zamanlığı nasıl ilerledi ve ne kadar zamanda tamamlandı?
İkisi bir arada gitti. Metin, bahsettiğim yolculuklarda aktarılan hikâyelerden ve okuduğum yazılı kaynaklardan beslendi. Bu esnada yaptığım suluboyalarda mavi, kırmızı ve siyah ile sınırlandırdığım bir renk skalası ve görsel bir dil oluşmaya başladı. Akışları kontrol etmeye ve hizaya sokmaya çalışan siyah çizgiler, kırmızı gözelerden çıkan mavi akışlar belirdi. Suluboyalarda gördüklerimin dilde karşılığını bulmaya çalışarak ve okuduklarımla oluşan fikirlerin soyut ifadelerini suluboyalarda arayarak yol aldım.
Yaklaşık bir yıl boyunca yaptığım okumalar ve suluboyaların ardından metnin oluşması ve videonun kurgusu dört ay sürdü.
Akan Suya Kabus Anlatmak isimli çalışmanızın metninde geçen “Şaman nehir isimlerini anarak güç topluyor” cümlesi ve o cümlenin anlam derinliği üzerine konuşabilir miyiz?
Videoda karşılaştığımız ilk kabus, şamanın nehir isimlerini anarak vardığı trans halinin, baraj adlarının duyulmasıyla kesintiye uğraması. Anlatı boyunca büyüme, kalkınma ve homojenleştirmeye yönelik politikalarla gücünü suyun kutsallığından alan, insan ve insan olmayan varlıkların ilişkiselliğine dayanan kozmolojiler çatışıyor. Suyun hammadde olarak araçsallaştırıldığı koşullara, suyun eylemliliğini (agency) sahiplenerek direnmeye çalışan anlatıyı, şamanik bir ritüelin içinden başlattım.
İz Öztat, Kâğıt Üzerine Suluboya, 2021, yerleştirme görüntüsü,
Pi Artworks İstanbul, Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz
Kırmızının kurduğunuz metinsel anlatıda ve bu seri kapsamında yapmış olduğunuz suluboyalarda başka bir yeri var. Malum kırmızı sözcüğünün kökeni Aztekler’e kadar gidiyor ve renk “kırmız” denilen ve Aztekler tarafından kırmızı boyar madde ile elde edilen, “kabuklubitten” adını alıyor. Dilimize ise Arapçadan geçiyor. Merak ediyorum sizin kurduğunuz anlatıda kırmızının gerek bir renk olarak gerekse sözcük olarak sizin için taşıdığı anlamlar neler? Kırmızı burada bana biraz klasik müzikteki leitmotif düşüncesi gibi tınlıyor.
Geleceğin Kuzeyindeki Nehirlerde’de ve Akan Suya Kabus Anlatmak’ta kırmızıya yüklediğim, videodaki anlatıda da dile gelen anlamları var: “Kırmızı bilinç, kaynak, hayat, mücadele.” “Kırmızı” ile sözcük olarak ilgilenmedim. Sorunuz üzerine, farklı işlerle kurduğum görsel dilde kırmızı bu anlamları hep barındırıyor mu diye düşündüm. Hayat ve var olma iradesine, direncine karşılık geliyor aslında tüm işlerde. Leitmotif fikrini çağırdığınız için teşekkürler. Suluboyalarda, bahsettiğimiz videoda ve hatta pek çok diğer işte kırmızı belirsiz aralıklarla beliriyor. Ben belli bir niyetle ve tekrar tekrar kullanıyorum; sizde olduğu gibi başkaları için de bu şekilde işliyorsa ne güzel…
Yine Akan Suya Kabus Anlatmak videonuzun metninde Tonle Sap nehrine bir gönderme var. Burası aslında Kamboçya'da bir nehir. Siz metninizde “Tonle Sap’ın ve ona karışan tüm kolların kaynağı kuzeyde.” diye bir cümle kuruyorsunuz. Burada aslında bu nehri bir metafor olarak mı kullanıyorsunuz?
Edebi metinlerde nehirlerin izini sürerken, Marguerite Duras’nın metinlerinde rastladım Tonle Sap’a. Kendi anlatımın uğradığı mekânlardan birini de Tonle Sap yaptım. Metnin bir başka yerinde de, “Sevim Burak bağırıyor, ‘Seni Ganj nehrinde yıkanırken görmek istiyorum.’” cümlesi var. Sevdiğim yazarların metinlerinde akan sular, anlatımın derelerine kaynaklık etti.
Akan suya kabus anlatmak metninde kimi zaman haber kaynaklarına kimi zaman suya dair bilimsel kaynaklara dair okumalar yaptığınıza dair izler hissediliyor. Biraz bu metnin araştırma ve okuma sürecinden bahseder misiniz? Nasıl bir okuma listesi vardı masanız? Sürece nasıl yön verdi? Çünkü siz o kadar araştırma yapmışsınız ve konuşmaya değer çok şey var orada. Hiç müzik düşünmediniz mi?
Hem bu işi hem Fatma Belkıs ile birlikte yaptığımız Suyu Kim Taşır adlı yerleştirmeyi besleyen, pratiğime ve hayatıma etki eden çok önemli metinlerle karşılaştım bu süreçte. HES karşıtı mücadelenin kaydını tutan ve benim kavrayışımı besleyen farklı yazın türlerinde (teori, akademik makale, rapor, haber, seyahatname, edebiyat vb.) karşılaştığım dilleri müzakere etmeye çalıştım. Gittiğimiz bazı vadilerde kuşaktan kuşağa aktarımın sözlü tarihe dayandığını anlayınca ağıt ve yerel masal derlemeleri gibi kaynaklara da yöneldik. Süreçte okuduğum yazarlardan Michel Serres, Philippe Descola, Elizabeth Povinelli, Bruno Latour, Eduardo Kohn, Timothy Mortan, Vandana Shiva, Naomi Klein, Serge Latouche, Sinan Erensü, Erdem Evren, Fikret Adaman, Bengi Akbulut, Murat Arsel, Mahmut Hamsici, Marguerite Yourcenar, Carl Jung, Clarice Lispector, James Joyce, Paul Celan, Marguerite Duras ve Sevim Burak şu anda aklıma gelenler. Maalesef, o zaman yaptığım okumaların bir listesini işin sonuna eklemeyi düşünememişim. Önümüzdeki aylarda, arşivimi düzenlerken her iş için faydalandığım kaynakları listelemeyi ve web sitemi güncellerken eklemeyi düşünüyorum.
Akan Suya Kabus Anlatmak’ta nehir formu ve bilinç akışıyla, Söz Konusu Koşullarda Şaşkın İnceleme (2020) adlı yeni yaptığım videoda da kristalleşmeyle bağlantılandırarak güncel koşullar üzerine düşündüğüm için, iki iş arasında yöntemsel bir devamlılık var. Yeni videonun sonuna referans verdiğim ve alıntıladığım metinleri ekledim. 2014 yılında, videodaki anlatıya eşlik eden başka bir ses unsuruna ihtiyaç duymadım. Söz Konusu Koşullarda Şaşkın İnceleme’de kristallerin maddeselliğinden yola çıkan sesler de eşlik ediyor anlatıya.
Serginin her adımı içsel bir yolculuğu andırıyor. Her sanat yapıtı özünde içseldir ama bu suluboyalar daha derinden gelen bir yolculuğun çıktısı gibi duruyor. Biraz bunun üzerine konuşabilir miyiz?
Araştırma süreçlerime 2014 yılından beri bir günce gibi eşlik ediyorlar. Yapıldıkları anların ve ilişkilendikleri bağlamların soyutlanmış izlerini taşıyorlar. Çağrışımsal, malzemenin yaptığına tepki vererek şekillenen bir pratik olduğu için dile getirmek ve ne olduklarına dair konuşmak kolay değil benim için.
Sergi kapsamında anlatılarınızı kurarken bir ifade biçimi olarak suluboyayı seçmeniz ve bunun nedenlerine dair ne söylemek istersiniz?
Lisans seviyesi sanat eğitimimi, farklı disiplinlerden çokça ders almaya izin veren ve zorunlu stüdyo dersleri arasından istediğim dersleri seçebildiğim bir üniversitede aldım. Üç boyutlu çalışabileceğim derslerin yanında fotoğraf ve özgün baskı derslerini tercih ettim. Hiç resim dersi almadan, boya ile çalışmaya dair teknik öğrenmeden mezun oldum. Dolayısıyla, bir malzeme olarak suluboyanın neler yaptığını amatörce araştırmaya başladım. Malzemeyi en iyi şekilde kontrol edebileceğim ve en ideal sonuçlara ulaşabileceğim koşullardan uzak duruyorum. Örneğin buruşmayan ve emici suluboya kağıdı yerine 80, 90 gram standart A4 kâğıtları tercih ediyorum.
Suyla ilgili araştırmayı yaparken üç ay Cité des Arts’a misafir sanatçı olarak Paris’teydim. Gündelik olarak yapabileceğim bir pratik arayışının ve dönerken yanımda getirebileceğim işler yapma gerekliliğinin çözümü, seçtiğim üç renkle suluboya yapmak oldu. Sonra da eşlik ettikleri süreçlere bağlı olarak değiştiler. Farklı araçlar ve yöntemler kullanmaya başladım. “Bunları bir arada göstermek ne anlama geliyor?” sorusuyla birlikte kutuda bekliyorlardı. Ben de ilk defa hepsini bir arada asılı görünce, hangi sürece eşlik ederlerse etsinler bazı biçimlerin tekrar ettiğini, geri geldiğini fark ediyorum. Kendilerince bir dünya kuruyorlar…
İz Öztat, Haz/Cızzz (2018-2019) serisinden yerleştirme görüntüsü,
Kâğıt üzerine suluboya ve karışık teknik, 37 x 27 cm (çerçeveli)
Sergide yer alan serilerinizden biri de başta belirttiğiniz gibi Haz/Cızzz başlıklı seri. Biraz bu seri üzerine konuşabilir miyiz? Seriye vermeyi seçtiğiniz ismin bir yönlendirmesi var…
Sergide en geniş yer bulan işler, 2018-2019 yıllarında yaptığım Haz/Cızzz serisi. 2019 yılında, yine aynı mekânda yer alan Askıda adlı sergime varan süreçten çıktılar. Kamusal alanda ifade özgürlüğünün askıya alındığı ve yas tutmanın engellendiği bir ortamda yas, acı ve hazzın oluşturduğu üçgeni deriyle düşünmeye (Didier Anzieu’dan ödünç alarak kullanıyorum) davet eden bir sergiydi. Sergide, Haz/Cızzz adını verdiğim heykeller vardı. Bu serideki heykelleri oluşturan sünger, iğne, tüysü bitki gibi malzemeleri, suluboyaları yaparken araç olarak kullandım.
Benim için, yaparken içinde olduğum durumla ve üzerine düşündüğüm konularla bağlantılı hikâyeleri ve okumaları var ama neticede soyut imgelerler ve bakan herkes başka bir şey görebilir, düşünebilir, hissedebilir. Verdiğim isim ve nasıl bir süreçten çıktıklarına dair paylaştığım bilgiler var ama sanat yapıtlarının yorumlanmasında sanatçının niyetine odaklanmayı tercih etmiyorum. Bu işleri gösterebilmek, izleyiciden kendi okumasını duyabildiğimde anlamlı oluyor.
Haz/Cızzz serisini çalışırken nasıl bir araştırma ve hazırlık sürecinden geçtiniz?
Okumalardan bahsetmeden, sanatsal araştırma diyebileceğim sürecin yazılı kaynaklarla haşır neşir olmanın yanı sıra bir deneyim alanı içerdiğini ve bu alanda yaşanan karşılaşmaların her zaman öznelerarası güç dinamiklerinin, nasıl konumlanamacağımızın müzakeresini gerektirdiğini söylemek istiyorum. Süreci besleyen yazılı kaynaklardan ilk aklıma gelenler Askıda adlı video için işbirliği yaptığım Ann Antidote’un The Strange Life of Savages (Yabanların Garip Hayatı) manifestosu; Cathrine Robbe-Grillet’nin Jeanne de Berg mahlasıyla yazdığı L’image (İmge) ve Women’s Rites (Kadınların Ayinleri); Leman Darıcıoğlu’nun editörlüğünde hazırlanan Queer Temaşa derlemesi; Gilles Deleuze’ün Sacher-Masoch’un Takdimi; Didier Anzieu’nun Deri-Ben’i; Georges Bataille’ın Erotizm, Eros’un Gözyaşları ve Gözün Hikâyesi kitapları; Michel Foucault’un Sex, Power and The Politics of Identity (Cinsellik, İktidar ve Kimlik Politikaları) başlıklı söyleşisi… Gücün, arzunun ve bedensel sınırların rızaya dayalı müzakeresini içeren kontratları inceledim; Leopold von Sacher-Masoch’un Wanda ile imzaladığı ve Lamar Van Dyke’ın herkesin kendi ihtiyacına göre kişiselleştirmesini önerdiği kontratlar aklıma geliyor.
Bige Örer ile mektuplaşmalarınızı içeren ve bir de röportajınıza yer veren Haz/Cızzz isimli kitaptan biraz bahsedebilir misiniz? Bu kitabın temel fikri evet mektuplar ama nasıl kitaba dönüştü, kitabın içeriği ve oradan sergiye bağlanma hikâyesi nasıl oldu?
Bige Örer ile benim, Elif Kamışlı ile Volkan Aslan’ın yazışmalarımız ve söyleşilerimizden oluşan iki kitap çıktı. Bige’ye beni her ay bir günü birlikte geçirerek birbirimizin üretimi ve düşüncelerine eşlik edeceğimiz bir sürece davet ettiğinde Askıda sergisine evrilecek sürecin içindeydim. Mektuplaşmalarda gündelik hayatlarımızdaki kesişmeler, süreçteki meraklar ve savrulmalar öne çıkıyor. Sergi sonrası gerçekleştirdiğimiz söyleşide de, bu süreç bir sergiye dönüştüğünde ortaya çıkan sorular üzerine konuşuyoruz. Bu metinler, sergiden görsellerle bir araya gelerek, editörlüğünü Fisun Yalçınkaya’nın üstlendiği bir kitaba dönüştü.
Comments