Brüksel-Paris arasında yaşayan ve çalışan sanatçı Agnès Guillaume’un imgeleriyle tasvir ettiği introspektif dünyalar, duygu ve duyularımıza yönelik özdüşünümsel bir alan yaratırken, ortak bir bilinci de açığa çıkarıyor. Sanatçıyla İstanbul ziyareti sırasında bir araya geldik ve pratiği, Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi’ndeki sergisi ve gelecek projeleri hakkında sohbet ettik
☕️ 10 dakikalık okuma
Agnès Guillaume, Fotoğraf: Elif Kahveci
Konuşmamıza müzik, tiyatro ve yazma geçmişinizle başlamak istiyorum. Video çalışmalarınızın görsel dili duygulara yönelik ve sezgisel olanı açığa çıkarırken, hareket ve ritim duygusunun belirleyici olduğunu görüyoruz. Ses veya sessizliği kullanımınız bir bakıma görmenin önceliğini; buna epey bağlı olan bir mecrada, bozuma uğratıyor. Videoyla içinde bulunduğunuz bu diğer disiplinler arasındaki ilişki nedir?
Video sanatı elbette görseldir, ama videoda özellikle sevdiğim şey hareket. Hareket hayattır. Videonun, bu yönü nedeniyle, diğer görsel sanatlara göre yaşama daha yakın olduğunu düşünüyorum. Müzik, tiyatro ve yazma geçmişimle olan ilişkisine gelince; özellikle klasik müzik eğitiminde antrenmanınız esas olarak terlemektir, ritimde olmaktır. Neredeyse hiçbir zaman tek başınıza değilsinizdir, başkalarıyla birlikte üretim halinde olursunuz. Dolayısıyla video işlerime de yansıyan temel unsur öncelikle ritim.
Ses tabii ki videoda belirleyicidir. Genellikle post-prodüksiyon sürecinde ses üzerine çalışıyorum, bazen başka müzisyenlerle de işbirliği yapıyorum. Bir keresinde bir işimin ses akışı görüntülerden önce ortaya çıktı ve görüntüler sesi takip etti. Tabii burada ses ile kastettiğim; müzikten farklı bir şey, görüntüleri tamamlayan organik sesler. Bazı işlerim ise tamamen sessiz, bunları daha çok resim olarak görüyorum.
Geçmiş eğitimim itibariyle de bir projeye bitmesi ve sunulması gerektiğini daima aklımda tutarak başlarım. Tabii ki her şey başlangıçta her zaman çok net olmayabiliyor, bazı unsurlar süreç içerisinde gelişiyor veya tamamlanıyor. “Mutlu kazalar” olarak ifade edebileceğim şeyi çok seviyorum. Şunu söylemeliyim ki, “fikir” benim için doğru kelime değil. Fikir beyinden gelir ve benim için beyin, bir işi geliştirirken kullandığım araçlardan biri olabilir ancak. Ancak işin başlangıcı ilham. Belki eski moda bir kelime, ancak ilham, her zaman hemen anlamadığım, benden, en azından beynimden daha fazla olanı ifade eder. Her şeyin hakimi gibi görünse de beyin varlığın sadece bir parçası. İlham ise bütünden gelir ve bu yüzden sürecin özündedir. Benim disiplinim onu takip etmek. Gerçekliğime veya günlük hayatta gördüklerime dayanan işler yapmıyorum. Ne yapacağımı biliyorsam neden yapmalıyım? İşi ilginç kılan da bu; çünkü benden daha fazla olduğunu biliyorum.
Videolarınızdaki bir başka ortak unsur ise çerçeveleme (framing) ve rengin resimsel kullanımı gibi biçimsel yönler.
Bir müzisyen olarak eğitimim, bana her şeyin bir kompozis- yon içinde olması gerektiğini öğretti. Görüntünün canlı olması için denge ve kanıtın; ki bu her zaman apaçık ortada olan demek değildir, önemli olduğunu düşünüyorum. Söylediğim gibi; video yaşamın kendisi gibi, imgelerim gerçek hayatla ilgili olmasa bile. Görüntülerimi gündelik hayatta göremezsiniz, ama iç dünyalarımıza konuşurlar ve bu yüzden bence çok canlılar.
Form ahenkli ve dengede olmalı. Çerçeveleme çok önemli. Bu çok açık olabilir, ama herhangi bir şeyi çerçeveleme şekliniz, neyi gösterdiğinize ilişkin seçiminiz sanattır. İmgelerimi, tasvir ettiğim manzaraları, içerisindeki her bir öğenin yerini her zaman ayrıntılı bir şekilde kurgularım. Yine de, tüm bu hazırlıktan sonra, son kadrajın seçimi çok önemlidir. İyi yapılandırılmış ve sınırlı olanın daha derine gitmeye yardımcı olduğunu düşünüyorum.
Renklere gelince, genellikle kendime bazı formal kurallar belirliyorum. Örneğin; My Fears, My Nights, My Roots, My Thoughts isimli videolarımda, belirli bir renk paletini kullandım. Daha derin bir anlam uyandırmaya ve tüm unsurları birbirleriyle ilişkilendirmeye çalışıyorum. Bütünün rengi, ahengi esastır, aksi halde görüntü saflığını ve gerçekliğini yitirir.
Videolarınızda hayal ettiğiniz ve kurguladığınız mekân ve içerisindeki tüm unsurların belirlenmiş olması ile özneleri belirli anlamlar içerisinde bırakmamak, sabit bir anlatı akışı izlememek arasında ilginç bir nüans var. Karakterler sizin tasvir ettiğiniz bir yön üzerinden kendi yollarını izliyor sanki. Örneğin, çok kanallı video çalışmanız Days after Days’de bir dizi portre görüyoruz, karakterleri takip ederken bizde uyandırdığı duygulara, iç dünyamıza yöneliyoruz.
Az önce bahsettiğim çerçevelemeyle paralel bir durum. Karakterin belirli bir unsurunu; eylemini, rolünü veya görevini belirliyorum. Ancak amacım, izleyicide kendine ait olan bir şeye dokunmak. Sanırım sanatla ilgili ilginç olan şey, bilinci geliştirme potansiyeli, hem benim hem de başkalarının. Yaptıklarımın anlamını sabit tutmak veya insanların, benim hissettiklerimi hissetmelerini sağlamak benim için anlamlı değil. İmgelerim özgür ve izleyiciye dönük olmalı, farklı his ve yorumlara açık olabilmeli. İsteğim izleyicinin içinde barındırdıklarıyla rezonans halinde olmak veya keşif için bir yol açmak, en azından sadece bir his için. Bazen de bir izleyici, bu imgelerle karşı karşıya geldiğinde kendinde neyi uyandırdığını bilemeyebilir, düşünmek istemeyebilir. Bu da hayatın bir parçası. Hayatta hiçbir şey sabit değil, neden bir sanat eserinde böyle olsun ki? Gizemli ve açık uçlu olanı daha ilginç buluyorum. Çalışmalarım hakkındaki yorumum, diğerleri gibi sadece bir fikir ve zaman içerisinde değişebilir de. Bazen duyduğum bir yorum çalışmamla ilgili kendi görümü de geliştirebiliyor.
Days after Days beş yıllık uzun soluklu bir proje. Bu projeye başlarken ilham kaynağınız neydi?
Bir projeye başladığımda her zaman bitirmek üzere yola çıktığımdan bahsetmiştim. Bu proje bu anlamda bir istisna; hâlâ devam etmekte olan bir çalışma. Öncelikle iki kanallı bir video olarak başladı. Bitmediğini biliyordum, ama ne olacağını, nasıl gelişeceğini tam olarak kestiremiyordum. Sonra iki karakter, yani iki video daha oluştu. Geçen yıl Fransa’da Clérmont-Ferrand’da katıldığım konuk programında bu dördünü içeren bir sergi yapmamı teklif ettiler. Orada olduğum süreçte iki yeni video ekledim.
Bu çalışmayı “jestler (gestures)” olarak nitelendiriyorum. Bir sahne içerisinde belirli bir jesti gerçekleştiren karakterler var. Biri, örneğin, etrafında ne olursa olsun kontrollü ve soğukkanlı bir şekilde önündeki şeyi inşa etmeye odaklanmış. Bir diğeri önündeki ip yığınını açıyor, belki de hayattaki “işi” bir şeyleri çözmek. Bu jestler özünde insana, varoluşa dair sorular veya bakış açıları ile ilgili. Gelecekte daha fazla ekleyeceğimi hissediyorum. Ayrı ayrı da gösterilebilirler, bu yıl Pekin’de olduğu gibi, hepsinin bir arada ve aynı anda görülmesini istemiyorum. Örneğin Clérmont-Ferrand’da altısını birlikte gösterdiğimde, yerleştirilme şekli itibariyle aynı anda görülmeleri imkânsızdı. Bunu herhangi bir mekânda birbirinden farklı insanların bir araya gelişine benzetiyorum; herkese birlikte bakmazsınız, seçersiniz veya birinden bir diğerine geçersiniz. Bu yüzden bu videoları da aynı anda görmek mantıklı gelmiyor.
İşin başlığı insanların ve geçen her günün çeşitliliğine atıfta bulunduğu için özellikle çoğul. Videoların sesiyse anlaşılmayan, tek tek seçilemeyen gürültüler gibi daha çok. Bir anlamda “çalışmak” ile, varlığımız ve hayatta ne yaptığımızla ilgili; herkesin kendi özgün bir yolu var.
Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi’ndeki son serginizde yer alan işleme ve karışık medya baskı işleriniz de videolarınız kadar şenografik; imgeleriniz, izleyiciyi korku, şefkat, yalnızlık gibi paylaştığımız ortak duyguların samimi ve kişisel bir deneyimine sürüklüyor.
Kağıt üzerine karışık teknik çalışmalarım My Nights adlı video işim üzerine çalışırken ortaya çıkmaya başladı. Bir görüntüde her durduğumuzda bir baskıyı görebiliyordum. O seride mürekkeple çalıştıktan sonra My Fears, My Thoughts ve My Roots için çeşitli baskı serileri ürettim. Her bir seride pastel, toprak, saf pigmentler gibi farklı malzemelerle çalıştım. Beşinci video, You said Love is Eternity ise, üç ekranlı bir video, daha çok sesi olmayan bir tablo gibi görüyorum. Kraliyet Müzesi’nin resim koleksiyonu ile yan yana sergilenmiş olması da benim açımdan ilginçti, koleksiyondaki Flaman Okulu’nun natürmort resimleriyle birçok bağlantı görebiliyordum.
Serginin son bölümünde, Just Men isimli, çıplak erkek bedenlerinden oluşan kumaş üzerine işleme çalışmalarım vardı. İki yıl önce başladığım, benim için de oldukça yeni bir medyum. Days after Days gibi; belirli bir sahne içerisinde geçen, fakat sabit bir anlamdan yola çıkmayan, anlamı süreç içerisinde gelişen bir seri. Örneğin, serideki işlerden birinde yer alan sanatçı bir arkadaşım, kendisini bu iş üzerinde gördüğünde, kadınların yıllarca kendileri üzerindeki erkek bakışıyla yaşama hissini anladığını, bir anlamda bu bakışı tersine çevirdiğini söyledi. Niyetim, erkekleri olduğu gibi göstermekti; başlıktaki gibi, “sadece erkekler”, ne daha az ne de daha fazla, herhangi bir insan, bir mevcudiyet.
Bence bir sanat eseri, video olmasa bile, her zaman hareket halinde olmalı. Yani, göze her zaman başka bir şey, daha derin bir şey bulma imkânı sunmalı. Bana ilginç gelen bu hareketi; hiçbir şeyin sabit olmadığını göstermek.
Son olarak İstanbul ziyaretiniz ve gelecek projelerinize değinmek istiyorum. Üzerinde çalışmakta olduğunuz belirli bir proje var mı?
Sanatorium ile bir proje planlıyoruz. Brüksel’deki sergiyi gördükten sonra burada bir sergi yapmak için beni İstanbul’a davet ettiler. Şehrin enerjisini çok sevdim. Enerji dolu ve bu yüzden hayat dolu. Henüz çok fazla keşfetme şansım olmadı, ama burada olanlar çok ilginç görünüyor. Daha kişisel olduğunu hissediyorum, gördüklerimde samimi bir yaklaşım var. İşlerim burada yaşayan insanlara dokunabilir mi merak ediyorum. Hepimizin paylaştığı, ortak bir hazine, bir kaynak var. Göstermeye çalıştığım şey bu ve umuyorum ki formum; gösterme şeklim, buna yönelik bir kapı aralayabilir.
Comments