Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar'ın imgedeki aslı ve suretin hayaletini kovaladıkları yaklaşık 30 yıllık üretim ve paylaşım hikâyeleri, iki yıl aradan sonra kılık değiştirerek Devamlılık Hatası ve sevabıyla geri dönen SALT Beyoğlu'nda. 22 Temmuz'a değin izlenen, ancak sanatçıları tanıyanlar adına bir çok tarihsel işi de gözlerin aradığı sergi, Türkiye'nin gelecekteki geçmişini, geçmişten bugüne ve geleceğe sarkan baş ve son yapıtlar refakatinde izlememize olanak sağlıyor. Devamlılık Hatası'nı Evrim Altuğ değerlendirdi
Bülent Şangar, İsimsiz (Katliam), 1997
İstiklâl Caddesi'nde Şubat 2016'dan bu yana kapalı kaldıktan sonra, yeniden iç inşa sürecine sokulan mimar Han Tümertekin imzalı SALT Beyoğlu, kapılarını (ironik bir tesadüfmüşçesine) ziyaretçilere, Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar'ın Devamlılık Hatası'na, hatasıyla, sevabıyla açtı. Bu, adını sanatçıların kurum nezdinde ortaya koydukları Freudyen bir Lapsus muydu yoksa kurumsal veya küratöryel bir tercih mi, artık onu izleyenlerin yargısına bırakmak, en adil olanı. Ancak kurum bundan böyle, mutfağı, forumu, okuma odası, Robinson Crusoe 389 kitabevi, Açık Arşiv ve atölyeler gibi nice alanıyla, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi'nden bu yana uzanan 2011 çıkışlı Beyoğlu kimliği 'evrim'inde, yeni bir dönemece de girmiş bulunuyor.
16 Nisan-22 Temmuz 2018 arasında, bir zamanların popüler bilim-kurgu filmi üçlemesi Geleceğe Dönüş'ü (Back To e Future) anımsatırcasına, Türkiye'nin gelecekteki geçmişini, geçmişten bugün ve geleceğe sarkan baş ve son yapıtlar refakatinde izlememize olanak veren bu topyekûn çağdaş sanat teşhiri/diptik-ikili/toplumsal eleştiri manzarası, Beyoğlu'nun maruz kaldığı ilk "devamlılık hatası" da değildi aslında: "Yenileme ve genişletme", "restorasyon ve renovasyon" kelimelerinin ürettiği neo-liberal kapitalist şizofrenik kültür endüstrisinin hayaleti, zaten Murtezaoğlu ve Şangar'ın (s)imgesel uyarıları refakatiyle, tekrar aramıza dönmelerinden çok uzun süre önce alenen ortalıktaydı. Adıyla müsemma, İstanbul, Taksim semtinin paylaşılmaz, sembolizmden Simurg gibi ölüp ölüp dirilen şahdamarında, her ikisi de bir bakıma yeniden içinden patlarcasına devasa bir sunumla doğan Taksim (Mescidi) Camii'nden, tekrar yapılıp yapılmayacağı Türkiye'nin kaderine bırakılmış ve şimdilik bir enkaz olarak izlediğimiz Atatürk Kültür Merkezi'ne kadar, bölgede 'ne ararsanız' bu Devamlılık Hatası'na dahildi aslında.
Bülent Şangar, “Benzeri ile yaşayanın ölümü benzerinden olur”, 1996
Tıpkı SALT Beyoğlu gibi, kendi ömründe yeniden dirilen Yapı Kredi Kültür Merkezi'nden, bir zamanların Borusan Sanat Galerisi, şimdilerin işlevi pek nadir (eski) Macar Kültür Merkezi'ne ve ne yazık ki içi eylem ve yönetim bazında şu ana değin çok da iyi doldurulamayarak kabuklaştırılan mimar Gökhan Avcıoğlu imzalı diğer Borusan sanat binasına, oradan kapılarını yeniden açan Ada Müzik binası ve bir kültür sanat ve hafıza mekânı olarak yine kendi kendisinin dokunsan eriyecek 'şekerlik'teki meyveli pasta replikası, yerel yönetim desteğini arkasına almış Mimar Sinan Genim imzalı Narmanlı Han ile, artık yerinde yeller esen eski Taksim Sanat Galerisi'ne ve elbette, yine bir 'zombi' yapı olarak Grand Pera'da kendi kendisinin hayaline mahkûm edilen üç boyutlu "Emek Sineması" suretine dek, tüm rekabetçi kültürel ani iklim değişikliği emareleri, kepçe ve dozerinden geleni, ardına koymamaktaydı.
Keza Bülent Şangar, bu yapılar ve temsil ettikleri özelinde bireyin elde ettiği iktidar ve maruz kaldığı kurbanlık halini, Taksim Atatürk Anıtı/maksem bölgesinde ürettiği ve Ali Akay'ın deyimi ile Nazmi Ziya tuvaline gönderme yapmış yapıtlarına doğrudan veya dolaylı olarak konu etmiş bir kişilikti. Şangar'ın yapıtları, birer kamusal alandı, onun atölyesi, yapı söküme uğrattığı kendi belleği ve biriktirip geri dönüştürdüğü, maruz kaldığı nice sivil ve resmî imge/simgeydi ve sanatçı, o kamusal alanda birey olabilmenin getirdiği aşırı yük ve yükümlülükleri estetize ederek, yıllardır sorunsallaştırıyordu. Bu yönüyle sanatçının babası tarafından yine Taksim Meydanı'nda kurban edilişini simgeleyen işini de bu sergide görmek, günümüz konjonktüründe hayli önemli bir fırsat olabilirdi. Neyse ki bu eser halen, Yapı Kredi Yayıncılık etiketli, Ali Akay'ın yazdığı Bülent Şangar kitabında belgelenmiş durumda. Bilindiği gibi ikilinin hikâyesi, Erden Kosova ile Akay'ın ayrı ayrı yazdığı kitapları sunan René Block'un katkılarıyla günümüze ulaşabilmişti. İşte SALT Beyoğlu'ndaki Murtezaoğlu ve Şangar imzalı işler de, Türkiye'nin yeniden baskın bir seçim süreci eşiğine getirildiği şu günlerde, tekrar önümüze konuldu. Kuşkusuz, bu yeni nesil izleyici ve sanat profesyonelleri adına son derece önemli bir fırsat olarak, kayıtlardaki yerini aldı.
Bülent Şangar, Kurban Bayramı, 1997-1999
Koruma ve kollama adına, mucit/sanatçı İlhan Koman'ın (keşke denize bakası) Akdeniz heykelinin Galatasaray 'meydan'ına dalgın ve çaresiz haliyle, devasa bir cam vitrinde biblolaştırıldığı bir ortamda, Murtezaoğlu ve Şangar'ın, 1990'lardan bugüne 'bitmemiş birer dava dosyası' gibi açılan işleri, SALT Beyoğlu katlarında bir nevî imgesel Juke Box (metelikle çalışır şarkı kasası) gibi çalıştırılmıştı ve bu hemen hemen tümü sessiz yeni parçalar, İstiklâl Caddesi'nin unutkanlıkla beslenen sözde hafızasıyla aşık atıyor, olup bitene tüm kara m/izahıyla Juke/ cuk oturuyordu.
Misal, sergi ve mekânın 'Forum' olarak nitelenen girişindeki İşsiz İşçiler-Sana Yeni Bir İş Buldum isimli performans, İstiklâl Caddesi'nin görünüşte temsil ettiği kültür endüstrisinin heye/cansız bedenleri olan kimi diplomalı, 'beyaz yakalı' ve işsiz bireyleri, üzerlerinde kimi slogan ve mesajların yer aldığı popüler/cırtlak renkli tişörtlere bitimsiz bir mimarî sunumda (sonsuzluk / yatay sekiz işareti) refakat etmek üzere konuşlandırmıştı. Bu isimsiz özveri ve cana yakınlık, SALT'ın sadece isimleriyle bezeli ama değişken yazı karakterli tasmalar takan kadrolu çalışanlarını da düşününce, sanatçıların 'kurum kültürü'ne getirdiği sinik bir özeleştiri olarak da okunabilirdi pekalâ. Çünkü bu çalışanların kimlikleri yoktu. Geçici, kadrosuz kültür işçileriydi onlar. Bu arada üçüncü kez izleyici ile buluşan ilgili eser, daha önce de 2009'da -bugün yine kapanmış bulunan- René Block imzalı TANAS Berlin'de yer almış, sonrasında, Uluslararası İstanbul Bienali'nde de izlenmişti.
Bedene giyilmeyi bekler bu eleştirel/semantik/deneysel slogan-mesajlar üzerinden her bireyi kamusal alana 'teğellemeye' namzet bu tişörtler, yine İstiklâl Caddesi üzerinde, SALT Beyoğlu'na kapı komşusu yakınlığındaki Terkos Çıkmazı'nda satılan ve Avrupa/Batı'ya ithal edildiği sırada 'defolu'/kusurlu bulunarak geri kazanılan ve çok ucuza satılan 'orijinal' tekstil ürünleri ve çoğunlukla tişörtleri anıştırır bir mesaj yoğunluğu da ihtiva ediyordu: "Kültür Taşıyıcısı," "Tekinsiz Mesafe," "Kılavuz," "yürüyen bant-kusursuz üretim-standartsevercilik/kopuk bant-kusurluluk-sanatsal üretim" ve "İşsiz İşçi" ile "liyakatli/ehliyetli/bizdensizdenci/babadançocuğacı," "yürütücü/katılımcı/gönüllü/asistan/stajyer/kursiyer" gibi bu ifadelerin yanı başında ise, SALT Beyoğlu girişindeki devasa insan şerit-deseni, bir tür görsel nabız çıktısıydı sanki; İstiklâl Caddesi özelinde, sanatçı ikilinin çektiği bir sosyal İstanbul panoramasıydı bu ve dikkatle bakıldığında, sanatçılar da bu kalabalığın içinde, tüm 'pasif'likleriyle, bir zamanların gazete bulmacalarında yaşadığımız türden, seçilebiliyordu.
Aydan Murtezaoğlu, Eskortlar serisinden Hip Aktivist-Naklen, 2003-2004
Yine, SALT Beyoğlu girişinde bu birey ve tişörtlerden de önce, son derece nazik/medenî bir güvenlik kontrolü tecrübesine iştirak ettikten sonra, izleyici, ucuz parfüm kutu ve kokularına maruz bırakılıyordu. Tıpkı Taksim Elmadağ veya yine İstiklâl Caddesi'nde, çoğunluğu Arap kökenli orta sınıf turistlere yönelik satışta olanlar gibi, SALT'ta 'sadık izleyicisini' şaşırtan bu farkındalık parfümlü kültürel gerçek, kendini sokakta gerçek diye pazarlayanla, temsiliyet ve teslimiyet ile, önemli bir varlık ve hiçlik münakaşası adına buram buram terliyordu.
SALT Araştırma ve Programlar Ekibi'nden Merve Elveren, her iki sanatçıyla iki yıllık bir irtibat üzerinden şekillenen ve sanatçıların hem ortak, hem de bağımsız işlerini bir araya getiren, bunu yaparken de 'muhatap' ve 'müzakere' me umlarına büyük ihtimamla yaklaşan Devamlılık Hatası sergisi üzerine, kurumun verdiği kahvaltılı basın sunumunda şunları aktarıyordu:
"Devamlılık Hatası, üretimlerini ayrı ayrı ve yan yana sürdüren sanatçılar Murtezaoğlu ve Şangar'ın birlikte ilk sergisidir. Bu yüzden sergiye kapsamlı bir sergi demek de yeterli olmayacaktır. Murtezaoğlu adına ise şu denebilir, 1995 yılında kendisinin ilk ve tek kişisel sergisi, Taksim Sanat Galerisi'nde oldu. Ondan sonra kişisel sergi yapmadı. O yüzden buna bir kapsamlı sergiden ziyade, ilk birlikteliktir, ilk bakıştır dememiz daha doğru. Sergi, adını edebiyat ve sinemada art arda devam eden bölümler, sahneler arasındaki tutarlılık ve aksaklıklardan alır. (...) Sergi birden fazla 'zincirin, ipin örüldüğü' bir sergidir. İşleri seçerken, planları yaparken, Türkiye'de ilk kez gösterilen işleri düşündük. Tek bir sergi içinde gösterilen ve ondan sonra bir daha hiç gösterilmeyen işleri yeniden göz önüne getirmeye karar verdik. Murtezaoğlu ve Şangar'ın ürettiklerini kendi akışları içerisinde, ayrı ayrı düşündük. Pratiklerin birbiri içerisindeki geçirgenliği ve kesişmelerini göz önüne aldık. Son olarak da bilimsel pratiklerin bu ortak işlerle nasıl okunabileceğini düşündük. O yüzden de sergi, bu ince çizgiler arasındaki okumadır, diyebilirim."
Aydan Murtezaoğlu, Kule, 1993-1995 ve Melek-Grev Gözcüsü, 1993-1995
Devamlılık Hatası, SALT Beyoğlu, 2018, Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Murtezaoğlu ise, ilgili sunumda şunları vurguluyordu:
"Tabii ki, bu kurum, Vasıf Kortun'un kütüphanesinden Platform'a, oradan SALT'a benim için her zaman okul olmuştur. Bu çok önemli, çünkü her şeyden evvel bir çok sanatçı arkadaşımla, yanı sıra pek çok yazarla veya dünyanın bir çok yerinden gelen değerli misafirlerle sanat üzerine konuşma ve işlerimi paylaşma fırsatı buldum. Dolayısıyla kurumun da yeniden işlevine dönmesi bizim için çok önemli. Sergiye gelince, sergi Bülent ile bizim ilk kez bir arada gösterdiğimiz bir sergi... Aslında Bülent ile bizim yol arkadaşlığımız çok eski. Tahmin edersiniz, iki sanatçının bir aradalığı çok zor. Burada göreceğiniz bir çok iş, çok uzun müzakereler, zaman zaman kırıcı tartışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Yeniden gösterdiğimde, bütün bu hafızayı da yeniden tazeledik. Dolayısıyla, sergiye bir retrospektif sergi diyemeyiz. Kronoloji yapmadık. Ama 1990'lardan bugüne ne taşırız? Çünkü Bülent ve ben sanatın bilgiyi taşıdığına inanıyoruz. Bu anlamda, birbiriyle buluşabilecek, Bülent'in de benim de, o dönemde nelere baktık, neyi mesele ettik, nasıl baktık, nerelerde ayrıştık, nerelerde koptuk, her ne kadar çok yakın bir birliktelik içinde üretmiş olsak dahi, göreceksiniz, gayet farklı duruşlar, bakışlar da var...
Sergide bazı işler vardır ki, seri halindedir, tamamını gösterme şansımız olmadı; ya da zamanında yere göre yapılmış, sergilendiği yere göre yapılmış işler vardı. Bunlardan örneğin benim Tur sergimde, Taksim Sanat Galerisi maalesef yıkılmış durumda. Ya da, Maçka Sanat Galerisi için yaptığım bir iş var ki, maalesef Maçka Sanat Galerisi kapandı. Bunun gibi, daha çok arşiv yoluyla hatırlanma olarak yeniden gösterdik. Bunun dışında, sanatta sürdürülebilirlik hakikaten çok zor. Biz bu sergide sanatçı tarafından duruma bakmaya çalıştık. Bildiğiniz gibi, uzun bir süredir yoktuk, sergilemedik ve sanatçı gözüyle bunu mesele eden bir 'errata' hazırladık. Errata, bildiğiniz üzere, yazım hataları üzerinden yapılan düzeltmelere deniyor. Biz de, son on yılda tuttuğum notlardan, üzerinde düşündüğüm, nedenlerini çözmeye çalıştığım şeyleri toparlamaya çalıştık. Tabii ki 1990'lar bir çok açıdan bir kırılma noktasıydı. Az önce de Merve Elveren tarafından muhatap ve müzakereden söz edildi. Bunlar çok önemsediğimiz konular, çünkü 1990'larda bir çok şey tersyüz olmuştu. Müellifin durumu, izleyici ile ilişki, iş kavramının gelmiş olması, tamamlanmış yapıttan işe dönüşüm, Akademi'deki eğitim-öğretimin, eğitim sisteminin sorgulanmış olması, disiplinlerarasılık, sanat -siyaset ve sanat- sosyoloji ilişkisi gibi bir çok meseleyi masaya yatırmıştı. Bizler, sanatçılar, yazarlar... oradaki kopuşlar önemliydi ve biz orada kazandığımız deneyimlerle öğrendik ve bir biçimde sanat, kültüre evrildi hepimizin bildiği gibi... Sonrasında şunu gördük: Giderek, kültür alanında çalışanların sorunlarını konuşmaya başladık. Yani şöyle düşünüyorum: Bülent de, ben de sanatın içinden öğrendik. Sanat tabii ki değiştiriyor, dönüştürüyor, öğretiyor ama, biz bir bakıma şunu da düşündük; bu sergi belki de bizim için 'muhatap'lığa yeniden başlamak için bir 'unutma' sergisi olacak... Bilemiyorum, bundan sonrası belki de sizlerin katkısıyla gelişecek, teşekkür ediyorum."
Aydan Murtezaoğlu, Tur, 1993-1995, Devamlılık Hatası, SALT Beyoğlu, 2018, Fotoğraf: Mustafa Hazneci
Devamlılık Hatası sergisine geri dönecek olursak, özellikle Errata isimli çalışma önemli tespitleri ihtiva etmekte, Murtezaoğlu'nun Bir arada olma meselesi olarak devamlılık hatası için gerekli düzeltmeler sunuşu eşliğinde, sayfaları açık ve tekdüze bir yazımla okunabilen, fırsat varken çoğaltılası ve taşıdığı argümanlarla hayata bulaştırılası bu karşı-rehberde, günümüz kültür ve sanat iklimine dair önemli tahmin ve tahliller iç içe geçiyor. 10 Ocak 2018'de nihayetlenen bu 20 sayfalık çalışmada, örneğin şöyle deniyor: "Kitsch meselesini yaşam biçimleri üzerinden okurken; şehirde kitsch avına çıkılmalı; kitsch mevcut bir hazır nesne ise, kullanılmalı."
SALT Beyoğlu'ndaki sergide izlenen yapıtlar, ilk bakışta sabit, izleyicisine mesafeli, antiseptik ve dokunulmaz bir kimlik yansıtıyor. oysa ikili, eserlerine sindirdikleri son derece ağır imge ve gösterge çapağı ve çarpıklıklarıyla, yapıtların tam da bu sessizliğine gömülü olağanüstü anarşik ve şiddetli bir gürültünün birer imzacısı oluyor. Bir bakıma imgeler, izleyiciyi neyin farkında olup olmadıklarıyla ilgili olarak, hortlayarak, kendi meşruiyet ve hakikatleri adına kıyasıya sorguya çekiyor.
Foto-kolaj ve tekrarların gündelik hayatta üzerimizde yarattığı 'bakar-körlük' hali, bilhassa sanatçıların en önemli estetik kamu ajı olarak, sergide anımsanacak özellikler arasında başı çekiyor. İkilinin, sergideki bir çok yapıtında suretlerini asıllarına, geçmişlerini geleceklerine yönelik birer kobay olarak kullanması ve bizi de bu ikisi arasında bırakır tavırları,' insana bakan ayna' çapraşıklığı ve yabancılaşma anını art arda tecrübe ettiğimiz nice işe siniyor. Yine, 'Obje' ile 'Süje' arasındaki kimi zaman muzip, kimi zaman mucit ve münakaşalı gerilim, sergideki Aydan Murtezaoğlu imzalı nesne ve yerleştirmelerde de, sözgelimi İngilizce Kursu/Radyo ile İngilizce (1995) veya Manzara'da (1996) ya da Grev Gözcüsü'nde veya aynı dönemden, Ergoterapötik Fihrist'te geziniyor. Bun- lar arasında bilhassa, son saydığımız fihristteki Avrupa Birliği çıkışlı, ancak Cenaze Hizmetleri inişli türlü numaraların, içerdikleri 'çaresizliğiyle ve güven duygusuyla' günümüz sanatçısı/aydını için halen geçerliğini tüm kara mizahıyla halen koruması da, cabası. Birer anlam, mekân ve zaman makinesi gibi çalışan işler, Türkiye'nin maruz kaldığı travmatik, hep yarıda kesik o sözde çok katmanlılığın ürettiği aktüel şizofreni halini belgelemeleri adına, SALT Beyoğlu'nda önemli birer işlev kazanıyor. Murtezaoğlu'nun Tur sergisine dahil ettiği, 1993-95 tarihli Grev Gözcüsü yerleştirmesi, Sana veya Rakım/İstiap Haddi levhaları, stadyumdaki rahim silueti, ya da 2007'de yine bugün kapatılan santralistanbul'da sergilenmiş, 1992 tarihli Şehir Dizsinden Pötibör gibi işler, elbette belli bir yaşın üzerindeki izleyiciyi duygulandıracak göndermeler ihtiva ederken, yeni nesil izleyiciye de günümüz sanatına giden yolda, sistemin dışında kalmaya özen gösteren iki bireyin kendi estetik lehçelerini nasıl evrilttiklerine dair önemli deliller vadediyor. Bu yönüyle, Tur sergisinin de kendi kendisinin hayaleti olarak izleyiciye günümüz Taksim'in de, özellikle de ilgili galeri artık yok iken görünür kılınması, önemli bir ironik tavır olarak akıllara kazınıyor.
Bülent Şangar, İsimsiz (Pencereler), 1997-2007
Bülent Şangar'ın SALT Beyoğlu'na 2001 tarihli Işık adlı video düzenlemesi eşliğinde saçtığı oto-biyografik ve kritik suretler ise, bizi imgenin otopsisini yapmaya zorlayıcı bir inat ve dobralık kusuyor. İsimsiz (Katliam) ve Pencereler (1997) ile Kurban Bayramı (1997-1999) ve İlerleyelim Biraz gibi (1994-1995) işleri, kendi ölüm ilanlarını topladığı 1994 tarihli ve Devlet Han'da 1995'te izlenmiş yerleştirmesi, yine kendi kadavrasını gömdüğü diptiği ve erken dönem video ya da ışıklı foto kolaj-düzenlemeleriyle Şangar, gerek yaşam, gerekse sanat tarihinde ve toplumsalda geleneğin/tekrarın ve ölümlülüğün neredeyse oto sansürü farz kılan bıktırıcı boyunduruğuna hürmetsizliğinin 'evrak-ı metrukesi'ni, gözlerimizin önünden bitimsiz, hani sanki punk-pop bir enerjiyle geçiriyor. Zaten Ali Akay da az önce değindiğimiz arşivsel yayında, 'Benzeri ile Yaşayanın Ölümü Benzerinden Olur isimli 1996 tarihli çalışmalarıyla da sergide yer bulan sanatçının bu tür müzik ve kültürün esintisini görsel sanatlara tezahür yolundaki çabasını vurguluyor.
SALT Beyoğlu'ndaki Devamlılık Hatası sergisinde gözler, sanatçı ikiliyi tanıyanlar için, geçmişlerinden ve özel koleksiyonlardan bir çok yapıtı da arıyor denebilir. Sözgelimi 2002-2004 tarihli Yoldan Çıkarmak. Kan-Ketçap ve Gece gibi işleriyle de yeniden görülesi Şangar'ın Namaz Hocası (1995-2008) isimli on iki fotoğraflık serisi, yine kendisinin 'militer' portresini ayakta andığı/taşıdığı 1994 tarihli fotoğraf çalışması, bir özel koleksiyonda yer alan, yine militarizme gönderme yapan 1994-2007 aralıklı Kot Reklamı serisi, Marmara Depremi sonrası üretilen Beklerken serisi ya da eğitim ve din (eğitimi) gerilimini on beş karede betimlediği 1997-1999 tarih aralıklı bir diğer eseri, bunlar arasında sadece birkaçı. Aynı 'zamanlılık' ve zamanlama ihtiyacı, Murtezaoğlu'nun eski işlerinden Varlıkları Sayınız ve Ok İstikametinde İstifleyiniz (1992) ile, 2001-2004 tarih aralıklı, Diego Velazquez' den Sonra/Aynadaki Çıplak isimli çalışması ve Hip Aktiviteler serisinin Savaşa Hayır ibareli dijital fotoğraf eseri gibi yapıtlar için de söylenebiliyor. Netice yerine, Şangar ve Murtezaoğlu imzalı Devamlılık Hatası sergisi, zamanlaması uygun ve lüzumlu bir teşhir teşebbüsü olarak, bir yanında Taksim Camii'nin şantiyesi, öte yanında -kimbilir ne zaman yapılacak- AKM'nin enkaz/hayaletiyle kendi düşü ve gerçeğine açılan Beyoğlu'nda durup, düşünüp, soluklanmak için lüzumlu çok sayıda mazeret yaratıyor. Son sözü yine Errata'dan bir çi tümceyle bitirmek en iyisi:
"(...)yarılmış bir toplumda, belleğin -dil, tarih, coğrafya üzerinden- kültür ve kimlikle ilintili olarak, aidiyet, temsil sorununa dönüşmesine dikkat etmeli. (...)buradan bakarak temsil meselesini sorunsallaştıran bir sanatçının, tek başına kocaman bir sorun teşkil edebileceği hatırlatılmalı.(?)"
Aydan Murtezaoğlu, Hip Aktiviteler, Eskortlar serisi, Eskortlar, 2002-2005
saltonline.org
#hergünebiryazı #unlimitedrag #artunlimited #EvrimAltuğ #AydanMurtezaoğlu #BülentŞangar #DevamlılıkHatası #SALTBeyoğlu #HanTümertekin #PlatformGarantiGüncelSanatMerkeziPlatformGara #RobinsonCrusoe389 #GeleceğeDönüş #BackToeFuture #AtatürkKültürMerkezi #YapıKrediKültürMerkezi #BorusanSanatGalerisi #MacarKültürMerkezi #GökhanAvcıoğlu #NarmanlıHan #TaksimSanatGalerisi #AliAkay #ErdenKosova #RenéBlock #İlhanKoman #İstiklâlCaddesi #TANASBerlin #MerveElveren #VasıfKortun #MaçkaSanatGalerisi
Comentários