11- 15 Eylül tarihleri arasında Kadıköy Boğa Meydanı'nda gerçekleşen Boğada projesi, İstanbul ve Madrid'den inisiyatiflerin bir araya gelerek tasarımını yaptığı oturma birimlerini 15 gönüllü ile üreterek yeni bir toplanma alanı kurguladı. Proje yürütücülerinden Onur Atay ve Bihter Çelik ile konuşan Liana Kuyumcuyan, projenin amacını ve uygulama sürecini anlattı.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Son yıllarda tasarımcı, mimar ve kent üzerine kafa yoranların en çok konuştuğu konu kentsel dönüşüm. Bu konuyla ilgili ne kadar çok eleştiri yapılsa da, kent sakini olarak bir yere müdahale edilebileceği kuşkusuz kimse tarafından düşünülmüyor.
Şimdiye kadar belediyelere bırakılmış olan kent düzenlemesi konusu, artık İstanbul'un düz bir beton bütününe dönüşmesine neden oldu. Kullanıcı gruplarına dair araştırmaların yapılmadığı dönemde, artık hayata geçirilen projeler uygulandığı bölgeye özel bile değil. "Üst bir el" tarafından hazırlanan ve beğenilen bir proje bir çok yere uygulanarak hem alanların karakteristik özelliklerini ve tarihlerini yok ediyor, hem de her yerin aynılaşmasına neden oluyor.
Bihter Çelik: Biz bu bölgeyi düzenleyip insanlara sahiplendirirsek ve burası daha tercih edilen bir yer olursa, benim "toplumsal olaylara müdahale betonu" dediğim ve Taksim'e atılan o dümdüz betondan gelmeyecek, çünkü bu bölge toplum olarak söz söylemeye çalışılan bir bölge ve bir müdahale aracının geçebileceği yer yok.
"İzinli guerilla" hareketi olarak tanımlayabileceğimiz Boğada projesi, TANDEM Türkiye'nin düzenlediği Türkiye ve Avrupa arasında deneyim aktarımı programı dahilinde, Türkiye'den Tasarım Atölyesi Kadıköy ve İspanya'dan Hablar en Arte isimli iki kolektifin bir araya gelerek Kadıköy Altıyol’da, Boğa Heykeli’nin karşısında bulunan bölgeye bir toplanma alanı yapma kararı almasıyla ortaya çıktı. Bu projeye sonradan Türkiye'den Trak, Onaranlar Kulübü, Herkes için Mimarlık, İspanya'dan da Todo por la Praxis kolektifleri dahil oldu. Madrid merkezli kültür-sanat kolektifi olan Hablar en Arte ve kent kolektifi olan Todo por la Praxis, İspanya'da yıllar evvel yaşanan ekonomik kriz nedeniyle guerilla aktiviteler yaparak kontrolü sadece devlete bırakmamayı, kurdukları kolektifler ile müdahaleler gerçekleştirmeyi öğrenmiş deneyimli gruplardan. Hablar en Arte ile sağlanan bu iş birliği ile Todo por la Praxis’in İstanbul’a gelmesiyle alınan bilgiler, hem gözlemlenerek hem de bu proje dahilinde uygulanarak İstanbullu katılımcılar için önemli bir deneyim olmayı amaçladı.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Bihter Çelik: Biz guerilla aktiviteler yapmaya çalışıyoruz, ama bunları yaparken o kültüre henüz adapte olamadığımız için yaptığımız şey sökülüp atılıyor. İyi bir hücreyi kanser hücresi sanıp öteliyor bu çevre. Bu tip projelerle o kültür de yavaş yavaş geliyor, bıraktığımız bir şey insanlar tarafından sahipleniliyor.
Kolektif-katılımcı mimarlık ve tasarım pratikleri bir süredir yükselen ve üzerine denemeler yapılan bir konu. Özellikle Avrupa'da yaklaşık 20 yıldır bu tür gruplar artıyor. Boğada projesi ise aslında Re:Lab başlığının altında bulunan TANDEM projesinin sadece uygulama aşaması. Re:Lab aslında 1 yıldır süren bir proje ve bu süreçte yapılan geziler ve workshopları da içinde barındırıyor. 1 yılın sonunda hazırlanan tasarım, bir açık çağrı ile 15 gönüllü katılımcıyı dahil etti ve 1 haftalık atölye çalışması ve üretim sonucunda, belirlenen alana kurulum yapıldı.
Bu süreçte adı geçen bütün kolektiflerden temsilciler proje için çalıştı ve gönüllüleri yönlendirdi. İspanya-Türkiye iş birliği içerisinde hazırlanan tasarım aşaması, Todo por la Praxis'ten temsilcilerin İstanbul'a gelmesiyle üretim aşamasında da devam etti ve ortaya toplamda 20’nin üzerinde gönüllünün dahil olarak ürettiği bir toplanma alanı çıktı.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Proje sürecinde tasarım ve iletişim anlamında bir çok zorluk yaşandı, çünkü kalabalık grupların tek bir proje üzerinde çalışması, projeye inanması ve ortaya başarılı bir iş çıkarabilmesi çok görülen bir şey değil. Özellikle Türkiye'de bir çok inisiyatif bu şekilde proje üretmeye çalışıyor, ancak profesyonel örneklerin sayısı çok az. Bu problemlerin atlatıldığı ve ilerlendiği süreçte bir zorluk da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden geldi.
Onur Atay: Süreç içerisinde gördük ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçtiğimiz alan için bir proje geliştirmeye başlamış. Bu işin bürokratik tarafını bırakmadık ve peşinden koştuk. Kurulum yapacağımız alanda eski bir mezarlık olduğunu ve Anıtlar Kurulu'nun bu alana sahip çıktığını öğrendik. Bu bize açık bir alan yarattı, Kadıköy Belediyesi'nin de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin de, Anıtlar Kurulu'nun da şimdilik dokunamadığı bu alana biz dokunduk. Bu durum gerçek anlamda guerilla urbanism dediğimiz şeyi besliyor.
Gönüllü katılımcılar ve katılımcı kolektiflerden temsilciler ile 11-15 Eylül arasındaki üretim süreci Kadıköy Belediyesi’nin Kayışdağı’ndaki metal ve ahşap atölyelerinde gerçekleşti. Üretime paralel olarak bir grup da Boğa Meydanı’nın yanındaki kurulum alanının düzenlenmesi üzerine çalıştı. Üretilen modüller son gün kurulum alanına taşınarak monte edildi.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Üretilen her modül, çift taraflı bir oturma birimi olarak adlandırılabilir. Buradaki amaç aslında bu alanın ortasında bulunan ağacın Kadıköy’ün en işlek merkezlerinden birinde yarattığı kuytu alanı canlandırmak. Tekinsiz olduğu için zamanla kullanıcıların uzaklaştığı bu alana yerleştirilen çift taraflı oturma birimleri, alanın hem iç hem dış kısmını kullanıcılara açarak bölgeyi işlek hale getiriyor. Kurulum yapıldığı süreçte bölgeden geçen insanların tepkileri ise bu amacın ne kadar doğru olduğunun bir göstergesiydi. O süreçte hem benim hem de gönüllü katılımcıların şahit olduğu bir çok “iyi ki böyle bir şey yapıyorsunuz” ve “aferin çocuklar” cümleleri, yapılan ihtiyaç belirleme çalışmalarının sonucunda hak edilen tebriklerdi.
Onur Atay: Mimar ve tasarımcılar kendilerine verilen işler dışında neler yapabilirler, nasıl özel projelere müdahil olurlar, nasıl başka işler yaparlar? Bu soruları düşündürmek ve ilk tohumu atmak çok önemliydi. O nedenle bu projede benim için sonuçtan ziyade süreç daha değerliydi, ama sonuç da çok iyi oldu. Bir Kadıköylü olarak kullanılabilir bir alan yaratıldığına inanıyorum.
Projenin son aşaması olarak da 18 Eylül günü Cervantes Enstitüsü’nde projenin hem Türk hem İspanyol katılımcıları, hazırladıkları panelde projenin sürecini ve detaylarını anlattılar.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Kentsel dönüşüm ve meydanların tektipleşmesiyle birlikte, kamusal alanlara ihtiyaç günden güne artıyor. Bu konuyla ilgilenen mimar ve tasarımcılar ise artık, kendi önerilerini kullanıcı araştırmalarıyla besleyerek kent sakinini de işin içine katmayı amaçlıyor. Bu “katılımcı tasarım” pratiğine verilebilecek en iyi örneklerden olan Boğada projesi, aslında projeye dahil olan inisiyatiflerin yıllardır yapmaya çalıştıkları işin bir çıktısı.
Guillermo Otero: Meydanda oturup fikir alışverişi yapmak, alanı kendimize ait kılmak, aramızda, yani mahalle içinde iletişim olması Madrid’de çok hızlı sağlanabilen bir şey. Alanların işgali eskiden daha “sol” bir şeydi ama zamanla bir platform oluşturuldu ve her mahallenin her meslekten insanları bu bağlam içerisinde, kimsenin üzerinde etiket olmadan bu platforma katıldı. Herkesin düşüncesi toplanarak bölgede neye ihtiyaç duyulduğu konuşuldu. Her şeyi belediyelerden beklemek artık gerçekçi değil. Bu doku İspanya’da çok organik bir şekilde gelişti, yakın zamanda İstanbul’da da olmasını umuyorum.
Fotoğraf: Batu Tezyüksel
Comentarios