Defne Parman, Doğa Çal ve Hilal Balcı’nın çalışmalarını Neriman Polat küratörlüğünde bir araya getiren Parça Parça, 8 Haziran 2024 tarihine kadar Merdiven Art Space’te ziyaretçilerle buluşuyor. Parça Parça'nın sanatçılarına ve küratörüne pratiklerine ve sergi deneyimlerine dair birer soru sorduk
Röportaj: Merve Akar Akgün
Parça Parça, Merdiven Art Space, Sergiden görünüm
Neriman Polat
Defne, öğrencin; Doğa, Nesin Vakfı’nda tanıştığın öğrencin ve hatta sonra onu İsveç’e hazırlıyorsun. Hilal ise öğrencin değil ama işlerini yakından bilen biri ve Sakarya’da öğretim görevlisi, Mührü Kırmak sergisinden bu yana tanışıyorsunuz. Birbirini tanımayan bu üç ismin işlerinin birbirleriyle paslaştığını düşündüğün için bu sergiyi kurguladın. Parça Parça küratörlük görevini üstlendiğin ilk sergi mi? Herkesin birbirini dinlediği ve hiyerarşik bir yapısı olmayan bir sergiyle karşı karşıyayız. Ortaya çıkan sonuçtan memnun musun? Burada küratörlük ve hocalık birbirine karıştı mı? Nasıl bir deneyimdi senin için?
Birlikte çalışmanın yollarını, biçimlerini arayan biri olarak Parça Parça sergisi benim bildiğim ama bir o kadar da farklı bir deneyim. Geçmişte birçok serginin
oluşumunda, kurulumunda yer aldım. Grup ya da ikili olarak düzenlediğimiz sergiler
oldu, bu sergilerin içinde hem düzenleyici hem de sanatçı olarak yer aldım. Bu kez
farklı oldu. Benden iki kuşak daha genç üç kadın sanatçının işleri arasında bağlantı
kurup, onları tanıştıran ve birlikte çalışmamıza katkı sunan biriyim bu sergideki pozisyonumda. Kuşkusuz, Defne ve Doğa'nın benim atölye çalışmalarıma katılmış olmaları, Hilal ile atölye derslerinden bağımsız uzun süredir iletişimde olmamız, sanat eğitimcisi kimliğimin de uzantısı. Yine de bu süreci daha çok sanatçı ve küratör olarak yaşamaya hocalığı karıştırmamaya çalıştım. Hem onların kafasındaki hem benim kafamdaki serginin peşine düştüm. Bu sanatçıları ve beni birleştiren şey, kadın oluşa dair, beden politikalarına dair performatif dille işlerin üretilmiş olmasıydı. Bu anlamda serginin feminist bir pratikle gerçekleştiğini düşünüyorum. Amacım birbirini dinleyen, anlamaya çalışan bir grup olarak sergi yapabilmekti. Her şeyi tartışarak birlikte yaptık. Bu oldukça zor, emek isteyen ama bir o kadar güçlendirici bir süreç. Bu anlamda sonuçtan memnunum. Genç sanatçılara alan açmak, “jürisiz, yarışmasız birlikte nasıl sergi yapılır”ı birlikte yaşamaktı asıl motivasyonum.
Defne Parman
Solda: Defne Parman, Pansuman 5, 2020, Gazete kâğıdı üzerine sargı bezi, 42x29,7 cm
Sağda: Defne Parman, Pansuman 9, 2020, Gazete kâğıdı üzerine sargı bezi, 42x29,7 cm
Kamuya mâl olmuş haberler üzerinden yaralarımızı sarmayı öneriyorsun, dantelin hassaslığı üzerinden kadının ev içi emeğine bakıyorsun. Pratiğini şekillendiren şeylerden bahsedecek olursak, sanat aracılığıyla dünyaya söylemek ve dikkat çekmek istediklerini görebiliyoruz. Sanatında toplumsal olayları/sosyal adaletsizlikleri ele alırken karşılaştığın en büyük zorluklar neler ve bu zorlukları nasıl aşıyorsun?
Çalışmalarımda toplumsal olayların üzerimde yarattığı duygu durumunu farklı teknik ve malzemelerle ifade etmeye çalışıyorum. Merdiven Art Space’de sergilenen çalışmalarımdan Pansuman ve Örtü, gazete ve dergilerden seçtiğim görselleri dönüştürerek yaptığım çalışmalar. Pansuman serisinde, örneğin, görsellerin bazı bölgelerini/uzuvlarını kesip yerlerine sargı bezi ile kolajlar yaptım. Örtü'de ise kadına, hayvana ve çocuğa yönelik şiddet haberlerini tığla incecik bir kağıt olan aydıngeri delerek ve kazıyarak yansıttım. Kullandığım malzemelerin örselenebilirliği ve uzun soluklu bir çalışma gerektiriyor olması teknik olarak karşılaştığım bir zorluk; fakat bunu seviyorum çünkü içerikte olduğu kadar süreçte de malzemenin kırılganlığıyla yüz yüze kalmak ve ona göre çalışmak beni heyecanlandırıyor. İncecik bir kağıdı delerek çalışmak, pamukları birbirine dikerek birleştirmek, kağıdı keserek kolajlar yapmak zorlu teknikler.
İçeriğe değinmek gerekirse, Örtü isimli çalışmamdan söz etmek isterim. Bu çalışma için seçtiğim haberlerin hepsi kadına, çocuğa ve hayvana yönelik şiddet haberleri. Yavru bir eşeği köpeğine parçalatan bir adam, failinin hâlâ ceza almadığı cinayete kurban gitmiş genç bir hemşirenin annesinin yakarışları, karantinada kadın cinayetlerinin azaldığını söyleyen başka bir yazı... Bu haberlerin hepsini, öncelikle insan olarak hazmetmek oldukça zor, ayrıca bunları tek tek bir kağıda kazıdığımı düşünürsek, çalışma sürecinde bu "gerçekliğe" çok daha fazla maruz kaldığım anlaşılabilir bir olgu. Başka bir açıdan düşündüğümdeyse, artık hepimiz için maalesef ikinci sayfa haberi olacak kadar sıradanlaşmış bu şiddet haberlerini, görünür kılmanın ve onları bende uyandırdığı duygu ile bir çalışmaya/ürüne dönüştürmüş olmanın da değerli olduğunu düşünüyorum.
Tüm bu adaletsizliklerin yarattığı umutsuzluğa rağmen mücadele etmekten başka bir çaremiz de yok.
Doğa Çal
Solda: Doğa Çal, Annem, Ben, Ananem, 2022, Video performans, 04.45 dakika
Sağda: Doğa Çal, Kafam Başka Yerde, 2021-2023, Video, 00.38 dakika
Kimliğin izini süren ev ile beden arasında denemelerin, bir duvarını yünden örerek evle oynama hâlin ya da kız çocuk-anne-anneanne arasında geçen ilişkideki dinamiklere bakarak çektiğin videolar, fotoğraflar yahut belgeler olarak karşımıza çıksa da aslında birer performans. Sanatında beden üzerinden ilişkileri ele alırken karşılaştığın en büyük zorluklar neler ve bu zorlukları nasıl aşıyorsun?
Zorluğu ve aşmayı nasıl kavrıyorum diye düşündüm. Fizikselliğin, psikolojik süreçlerin ve sosyalliğin kesişimindeki bedenimin kırılganlığını kabul etmeyi bir zorluk olarak ortaya koyabilirim mesela. Kırılganlığı, fiziksel olarak, duvarı örerken deneyimledim. Duvarı örmek için yaklaşık 4 gün, günde 8 saat çalıştım. Ben tip1 diyabetliyim ve bu süreçte, alabildiğim kadar önlemi almama rağmen akşamları ağır hipoglisemiye girdim. Yapmak istiyorum ama isteğim ölçüsünde dayanıklı değilim. Kırılganlığımı açıkça deneyimledim, bunu kabul etmekse bir zorluktu. Aynı zorluk rotası, bir refleksiyon sürecini yansıtan Kafam Başka Yerde isimli video serisinde de sosyal olanla ilişkide var. Ben kırılganım, bedenim kırılgan. Bu bir değer aynı zamanda. Özenin, ilginin, bakımın, bağımsız olamamanın hâllerini öğreneceğimiz bir değer. Annem, Ben, Ananem işinde de o performansı mümkün kılan uzun bir ön çalışma var. Bu çalışma, böyle bir iş ortaya çıksın niyetinde olan bir çalışma da değil. Kendiliğinden, ben büyürken, beklenti, istek, cesaret, ret içeren, sınırlar alanında dolanan, müzakere eden, çatışan ilişkilerimizin hali hazırdaki psikodinamikleriyle oynayan ve duygusal kırılganlığımı kabul etmeye çalıştığım bir süreç. Bir başka zorluk olarak, kırılganlığımı kabul etmenin yanında yine de esnekliğimi keşfetmeye devam etmeyi söyleyebilirim. Şu gibi soruları var: Biraz daha uzansam duvarın şu üst kısmına yetişebilir miyim? Başka türlü gösterebilir miyim? Başka türlü olabilir mi, başka türlü davranabilir miyim? Ne kadar ileri gidebilirim, nerede duracağım? Aşmak deyince aklıma ilk gelen engelli bir koşudaki engelleri hiç temas etmeden atlayıp geçmek olsa da, “aşma”yı bu bağlamda, ihtiyaçları gözeterek, etki ettiğimden aldığım tepkiye özenle yaklaşarak, kendime bir yer ararken ötekine de alan bulmaya çalışmak gibi anlıyorum. Böylece, bulaşmak, aşınmak, yenilenmek, vazgeçmek, devam etmek arasında sürekli salınan bir şey oluyor aşmak. O yüzden buna aşmak diyebilir miyim, yoksa zorluk dediğim kırılganlığımı kabul etme ve esnekliğimi keşfetme, aşılabilen bir şey mi, çok emin değilim.
Hilal Balcı
Solda: Hilal Balcı, Sarı Bez, 2021, Video performans, 01.28 dakika
Sağda: Hilal Balcı, Kulaktan, 2023, Video performans, 00.37 dakika
Beden hareketlerini alıp yeni kurgular yaparak hareketlerin oluşturduğu formların yarattığı ilişki biçimlerine odaklanıyorsun. Sarı bezlerin çitilenmesi ve bir araya getirildiğinde oluşan harap görüntü aracılığıyla kendimize verebileceğimiz zarara dikkat çekiyorsun. Sanatında beden üzerinden ilişkileri ele alırken karşılaştığın en büyük zorluklar neler ve bu zorlukları nasıl aşıyorsun?
Beden hareketlerini ve aslında bedenin kendisini bir medyum olarak düşünerek yaptığım kurgular, bedenin alışageldiği hareketleri ve zaman içinde körleşen bazen bir tik haline gelen otomatik refleksleri açığa çıkarmamı sağlıyor. Bu hareketlerin mekânla veya nesnesiyle ilişkisinde açtığı veya mümkün kıldığı bu ilişki biçimleri, kanıksanan biçimin sınırlarını aşıyor. Sarı bezlere bu soru açısından iki şekilde bakabiliriz. Mesela çitilemekten ve harap görüntüden bahsediyorsunuz. Bu ifadeler bir süreci anlatıyor. Dolayısıyla sarı bezler ve tekrar edişleriyle birlikte aynı zamanda bir sürecin tanığı oluyorlar. Gündelik rutinimiz içindeyse sarı bez sürekli kullandığımız bir araç olarak bu çok tanıdık görüntüsüyle körleştiğimiz bir nesne. Bu nesneyi çoğaltmak aslında sarı bezin toplumsal yapı içindeki ikonik konumunu görünür kılıyor. Temizlik yapan bir araç olarak, sildiği temizlediği yüzeyler kadar ve maruz kaldığı kimyasallar oranında yıpranıyor. Burada benim tespitim kendi bedenim üzerinde bu kimyasal maddenin etkisinden ziyade bezin hem harekete hem de kimyasala maruz kalışı. Tekrar eden hareket, bir güç alanı ve mit haline dönüşen hijyen üzerinden de sistemin dayattığı pek çok bilgiyi tartışmamızı sağlıyor. Eğer kendimize verdiğimiz zarar üzerinden görmek istiyorsanız, ki benim bakışım bu noktadan değildi, belki şöyle değerlendirebilirim, gündelik yaşam içinde bedenimize sızan enformasyonlar ve neyin sızdığına duyarsızlaşmamız üzerinden belki böyle bir yorum yapabilirim: Bedenle çalışırken karşılaştığım zorluk kendime mesafe almak olabilir. Hem hareketin içinde olup hem de dışında kalmak gibi…. Şunu da söylemek istiyorum: Burada nesnenin benim bedenim/hareketim veya başka beden/hareket olması fark etmiyor. O zaman elimde en kolay ulaştığım ve bir deney alanı gibi olan kendi bedenim ve onun hareketiydi.
Parça Parça, Merdiven Art Space, Sergiden görünümler
Defne Parman, Doğa Çal ve Hilal Balcı’nın çalışmalarını Neriman Polat küratörlüğünde bir araya getiren Parça Parça, 8 Haziran 2024 tarihine kadar Merdiven Art Space’te ziyaret edilebilir.
Comments