Bu kendi içinde bir oyun da sayılabilecek yazı denemesi için Dimitris Papaioannou yazarlara, yazarların 10-11 Ekim akşamları Filibe’deki One Dance Week 2021 kapsamında iki gece art arda beraber izledikleri Transverse Orientation işinden, bu deneme için kendi seçtiği ve daha önce basınla paylaşmadığı altı görseli yolladı ve yazarlar beşer görsel seçip, birbirlerinden bağımsız olarak bu görseller üzerinden hatırladıklarını ve izlenimlerini kaleme aldılar. Aynı Papaioannou’nun, bütün yapıtlarına isim vermesi için son provalara güvendiği bir dostunu çağırması gibi, yazarlar da bu yazının başlığını belirlemesi için koreograf/ dansçı Gizem Bilgen’i davet ettiler
Yazı: Ayşe Draz ve Mehmet Kerem Özel
Fotoğraflar: Julian Mommert
*Kalın fontla yazılmış kısımlar Mehmet Kerem Özel, normal fontla yazılmış kısımlar ise Ayşe Draz’a aittir.
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Belli belirsiz mekanik sesler çıkaran, siyah küre kafalı yaratıklar; şirinler, şenler. Dikkatleri kolay dağılıyor, kolayca bir oyuna dahil olabiliyorlar, ama kolayca da o oyunun döngüsünde kendilerini kaybedebiliyorlar.
Transverse Orientation’ı onlar açıyor; ferah, tasasız, keyifli bir başlangıç.
Çok ilerideki bir sahnede, bu sefer insanların çocuk saflığında şen ve çırılçıplak oyun oynamasını seyrederken tekrar neşeleneceğiz; onların oynadıkları oyundan aldıkları keyifle attıkları çığlıklar, gülüşler bizleri de mutlu edecek, güldürecek. Güleceğiz ve mutlu olacağız olmasına ama oyun diye oynanan, keyif alınan oyunda bile bir gariplik, terslik, zorluk, aykırılık var: Taş benzeri büyük küplerin üzerinde dengede kalarak geri geri gitmeye çalışmak… Dengede kalmaya çalışmak, o bir anlık denge, o an… Düşmeyi, başarısızlığı, becerememeyi de göze alan bir neşelenme biçimi…
Transverse Orientation 105 dakika boyunca mutluluk, keder, neşe, sevgi, ümit, yeis, sükûnet, sıkıntı, şevk, keyif, ihtişam, hayret, şiddet gibi basit ve saf psişik hâllerin hepsini kâh eşzamanlı kâh art arda, kâh tek bir noktaya tek bir duruma odaklayarak, kah çoklu bir şekilde sahneye dağıtarak hissettiren bir karmaşa, bir kolaj gösteri, karnavalvari bir geçit töreni, bir panayır.
Enlemesine boş bir duvar ve üzerinde yanıp sönmekte olan, cızırdamasıyla kulakları tırmalayan bir floresan lamba. Derken içeri siyah elbiseleri, kocaman ayakkabıları ve küçücük top şeklinde kafalarıyla giren yaratıklar. Belki bir casus filminde, belki uzaylıların ofisinde, belki aslında iki dünya savaşının tetiklediği ve onların barındırdıkları vahşetin bir anlamda beslediği modernizmin hayal dünyasını anımsatan ve pandeminin gelişiyle yeniden hortlayan, hareket nitelikleriyle beceriksiz bir palyaçolar topluluğunu andıran figürlerin dünyasında, belki de Magritte’in daha önceden hiç bilinmeyen ancak yeni keşfedilen bir tablosunun yeniden canlandırılmasının içindeyiz. Atmosferi, dışarıdan gelen bir müzik değil, nesnelerin ve bedenin (ayakkabıların, bir türlü tam yanmayı beceremeyen floresan lambanın…) sesleri belirliyor. Tekinsiz bir dünyadayız çünkü her şey çok tanıdık ama bir o kadar da yabancı. Belki bir kâbusun, belki eğlenceli bir maceranın başlangıcı…
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Karanlık bir sirkin evrenindeyiz. Yarı hayvan yarı insan yaratıklar; parçalanmış ve alışılmadık biçimlerde yeniden bir araya getirilmiş beden parçaları; merdivenlerden oluşan cinsel organlar; çıplaklık ve onunla tezat oluşturan siyah takım elbiseler; bazı akrobatik numaralar; farklı malzemelerin yarattığı illüzyonlar; bazen bedenin yapabilirliklerine bazen ise deforme edilişine çekilen dikkat; sahnede aynı anda mevcut farklı odaklar; bazen geçişler için bir odağın diğerlerini gölgede bırakması bazense hepsinin bir anda ivme kazanması; girişler ve çıkışlar; duvarlar ve kapılar; çemberler ve merdivenler; bedenlerin, malzemelerin, formların, ışıkların ve gölgelerin, renklerin ve tezatların sirki…
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Nasıl bir kabustur ki bu; boncuk boncuk ter döktüren, çırpındıran, kıvrandıran! Denizoğlanı olmak isteyip de olamayan dalgıcınki midir acaba? Yoksa, hayaları koparılan genç erkeğinki mi? Bu, her an çığrından çıkma potansiyeline sahip bir iktidarın, bir gücün, bir tehlikenin insanlık tarafından zaptedilmeye çalışıldığı kolektif bir kâbus olabilir. Ya da kendi tuzağına düşmüş, kendi tuzağında kapanıp kalmış, en evcil bildiği nesnenin, yatağının tuzağa dönüştüğü, yalnız ve çaresiz insanın kabusudur belki de…
Şurası kesin ki, debelenen bir insanlık var sahnede. Durmaksızın yapılmaya çalışılan, çabalanan her şeyde bir zorluk var. Her şey, her çaba sürekli kesintiye uğruyor, defalarca tekrarlanıyor; zorluklara toslanıyor, yeniden deneniyor yeniden toslanıyor, yapılan yıkılıyor. Düzenden çok karmaşa, kosmostan çok kaos, başarma veya meydana getirmeden çok başarısızlık ve yıkım hâkim. Mücadele, pes etmeme var ama yenilmeyle sonuçlanıyor her sefer.
Bir kapı var ki; o kapıdan insanlar, figürler çıkıyor, o kapıda insanlar, figürler kayboluyor. Ama sayısız taş da çıkıyor o kapıdan. O kapı bir delik, bir ağız, bir anüs gibi; taş kusuyor, taş sıçıyor.
Pandemi sırasında üretilmiş ve sunulmaya başlanan bir gösteriyi, hâlâ içinden geçmekte olduğumuz, kurtulamadığımız bu süreçten bağımsız yorumlamak mümkün mü? Bence değil… Transverse Orientation’a salgın döneminin ruhu sinmiş adeta.
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Benim için Dimitris Papaioannou özel bir gözbağcılık ustası. Özel çünkü onunki bildik gözbağcılık tarzlarından farklı. O, numaralarını yaparken gözlerimi bağlamıyor, numaralarının yapılış şeklini gizlemiyor. İlginç olansa, buna rağmen beni kandırabilmesi; bana bir yandan illüzyonun kendisini, diğer yandan nasıl yapıldığını seyrettirerek beni çifte hayrete düşürebilmesi. Papaioannou her an algımla oynuyor; beni ikilemde bırakıyor. Algım her an bir, yaratılan yanılsamaya, bir, yanılsamayı yaratanlara kayıyor; bir an hayalin içinde kaybediyorum kendimi, bir an gerçekliğe dönüyorum.
Papaioannou’nun ustalığının bir diğer parçası ise, sahne üzerinde bu eşzamanlı ikiliğin, hayal ile gerçeğin eşzamanlılığının estetiğini yaratması. Boğa ile güreşen matadorun elinde kılıç değil ışık var, o matador bir oyuncu, o boğa bir kukla; ikisi de sahneye, bir hayal mekânı ama aynı zamanda bir gerçeklik mekânı olan sahneye aitler. Kâh kana kana kovadan su içen, kâh çırılçıplak bir erkeğin gerdanını yalayan dil bir boğanın dili değil, bir oyuncunun eli. O boğa dört değil, kâh sekiz, kâh çok ayaklı. Ve her ne kadar dört-beş adam tarafından zar zor zapdedilebildiğine gözlerimle tanık olsam da aklıma boğanın aslında bir kukla olduğu asla unutturulmuyor.
Dimitris Papaioannou’nun zengin çağrışımlara gebe ve sürekli dönüşüm hâlindeki imgeler evreninden bir boğa… insanların dünyasında var olabilmek için onları öldürmesi veya onlar tarafından ehlileştirilmesi gereken, ancak “kudret”iyle “erk”eklerin öykündüğü bir hayvan… Cinsel iktidarın simgesi… Savaşmak yerine seviştiklerinde boğa kafalı, insan bedenli Minotaur’u doğuracak veya hep birlikte ona dönüşecek iki farklı canlı türü…araya mizahi anların serpiştirildiği, yavaş ama emin adımlarla ilerleyen, seyircinin her bir imgeyi tadına vararak izleyebilmesine olanak veren ve hatta bazen görünürdeki durağanlığıyla onun sabrını zorluyor olsa da aslında her anında dönüşmekte olan bir sahne zamanı kurgusu…ve de sahnedeki imgelerin, performansçılar ile tasarımcılar tarafından nasıl inşa edildiklerini açık eden, tüm parçaları bir araya getirerek bütünü hayal edip onu tasarlayan zihne işaret eden bir yapı…
Işıkla oluşturulmuş o çapraz hat gösterinin her anında arka-plan-duvarını bölüyor. Duvarın sağında üstte monte edilmiş floresan lamba bir türlü düzgün yanmıyor, takılıyor, hâliyle cızırdıyor, bir süre sonra düzeltilince bütünüyle yerinden kopup sarkıyor.
Floresana ulaşmak için duvara bir merdiven dayanıyor. Işık tasarımı yoluyla merdivenin kendisi ile gölgesi birbirlerinin içine giriyorlar, birbirlerine karışıyorlar. Sadece o merdiven değil, sahnede hareket eden, duran, akan bütün aydınlatılmış figürler, karanlık siluetler ve onların gölgeleri birbirlerinin içine giriyorlar, katman katman üst üste biniyorlar, birikiyorlar. Bazen bazı figürlere kocaman yuvarlak beyaz bir spot ışığı tutuluyor, bazense başka bir figürün hareket ettirdiği spot sahneyi yalıyor, gölgeleri hareketlendiriyor, sınırlarını muğlaklaştırıyor.
Sahne üzerindeki figürlerin, çevrelerine ve birbirlerine oranları bağlamında durumlarının farkına varmak zor. Bazen zemine serili bir malzeme parçası ışığı yansıtıyor, çoğaltıyor, parçalıyor. Sahnede gösteri boyunca terslik, aykırılık var. Zaman ve yer kavramları her an bulanık. Seyirci olarak yönü, yolu bulmak imkânsız; kaybolmak, yitip gitmekse yapıta içkin.
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Adem’in yediği yasak meyve bir elma değil de Havva’nın cinsel organını örten - ve de aslında imleyen - bir deniz kestanesi olsaydı… dışı dikenli bir kabuğun içindeki afrodizyak yumurtalar… havanın kimyasal formülü H₂O olsaydı… bizi, hareket niteliğimizi değiştirmek zorunda bırakan… suyun altına dalan dalgıç bir denizkızı ile karşılaşmak yerine kendisi dönüşse ve bir deniz-oğlanı olsaydı… zamana ayak uydurmuş kuir bir arzu nesnesi… performansçılardan birinin eli boğanın su içen dili olsaydı… suyun “şıp”ırtısının yeni bir ses tasarımına dönüştüğü… Botticelli’nin Venüs’ü sudan belirdiği çıplaklığıyla gelip bir boğanın üzerine uzanmış olsaydı… boğanın siyah derisi üzerinde Venüs’ün çıplak bedeninin beyazlığının yarattığı kontrastla…
Tek bir duruma odaklanan, uzun, upuzun süren, zamanı esneten, akıllara durgunluk veren planlar; içlerinde sakinlik ama aynı zamanda fırtınalar barındırıyorlar. Çırılçıplak bir kadının iki baston yardımıyla ağır ağır bir kenarından sahneye gelmesi, ön-ortasında durması, biz seyircileri süzmesi ve ağır ağır yürüyerek arkadaki iki basamakla çıkılan kapıdan kaybolması. Aynı kapıdan o kaybolurken beliren diğer kadının o basamaklara oturup, kovasının suyla dolmasını beklemesi. Dolunca kovasını alıp sahnenin arka-ortasına gidip ayakta durmaya başlamışken, kovasından döktüğü suyla birlikte zeminin yumuşaması ve kadının yavaş yavaş suya gömülmesi. Suya dönüşen kırışıklı zemine vuran ışığın arkadaki duvarda çoğalan yansımaları. Ve ardından zeminin bütünüyle yerle bir olması.
Çok önceki bir sahnede gerçekleşmiş depremin, ancak gösterinin sonunda, karaya ulaşan tsunamisinin altüst ettiği kıyının, sular çekilip etraf sakinlediğinde ortaya çıkan huzurlu peyzajı. Belki, Gaia’nın kendi ağırlığıyla kendini yavaş yavaş gömdüğü sudan varolan yeryüzü. Huzurlu bir alacakaranlık.
Az önce bir altüst etme, yerle bir etme gerçekleşmiş, ancak artık ortalık sakinlemiştir. Eski yeniye, düz eğriye, zemin suya, sert yumuşağa dönüşmüştür. Tehlike geçmiş, dönüşüm tamamlanmıştır. Bir Magritte tablosu misali; gökyüzünde açık bir kapı, yeryüzünde süpürgeli bir adam kalır geride…
Transverse Orientation, 2021, Dimitris Papaioannou, Théâtre de la Ville Théatre du Châtelet, Paris
Sahne üzerinde tanıdık beden parçalarının farklı şekillerde bir araya gelerek yeni mitolojik yaratıklara dönüştükleri, bedenin güzelliği ve çirkinliğiyle, mükemmelliği ve eksikliğiyle, erotizmi ve tekinsizliğiyle sahneyi doldurduğu uzun ve bazen sessiz bir süreçten sonra, sahneye farklı şekillerde sızan suyun yavaş yavaş bedeni içine alarak yok etmesinin ardından, sahne zemininin de suya boyun eğerek parçalanması ve kayalıklarla adacıklara dönüşerek ortaya bir tablo çıkarması, geride kalan ve muhtemelen Dimitris Papaioannu’nun alter egosu olan tek bedenin ise, elinde süpürgesiyle adacıkların arasından denizi aşması, kayalıkları tırmanması ve bu tablonun ufka açılan kapısından, arzuların “göze” geldiği, bazense kabusu anımsatan bir atmosferin hakim olduğu bu rüyadan dışarı çıkarak, “seyrin” sonunda “seyir”cilere geride, sadece bakabilecekleri, muhtemelen büyüklü ufaklı birkaç Yunan adasının resmedildiği bir tablo bırakması…
Comments