top of page
Semah Akdoğan & Elif Simge Fettahoğlu

Karantinamekân

2018 yılında Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin ana teması olan Serbestmekân (Freespace) kavramına cevap olarak Türkiye Pavyonu için önerilen projeler arasında finale kalan son üç projeden biri olan Karantinamekân’ı kazandığı tüm yeni anlamlarla tekrardan okumak üzere odağımıza aldık ve proje sahipleri olan Cem Sorguç, Süreyyya Evren, Burak Delier ve Mustafa Erdem Özler ile konuştuk


Röportaj: Semah Akdoğan & Elif Simge Fettahoğlu




Bir taktik olarak Serbestmekân’ın karantinaya alınmasına dayanan ve ismini doğrudan karantina kavramından alan Karantinamekân, “bir fırsat alanı”, “henüz programlanmamış ve tasarlanmamış kullanımlara açık demokratik bir alan” ve “mimarlar sahneyi terk ettikten sonra bile, insanlarla paylaşım ve etkileşim kurma yöntemleri bulan bina” olarak “hayal etme özgürlüğünü ve zaman ile belleğin boş mekânını içine alışıyla, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği birbirine bağlayışıyla” Serbestmekân temasıyla örtüşürken kapalılığı stratejiye dönüştürmesiyle, planlı kapatmalardan imkânlar, çok seçeneklilikten ise kilitlenme duygusu doğurmasıyla

kendi vurgusunu yapıyordu.

 

“Karantina temelde bulaşıcı hastalıklara karşı tedbirler çerçevesinde hastaların ve hasta olduğundan şüphelenilenlerin yalıtılmasına dayanır. Karantinaya alınan bir mekân giriş çıkışların en radikal şekilde denetlendiği mekân tasavvurlarına referans veriyor. Karantina, önce insanların, sonra tüm canlıların, giderek giysiler, araçlar ve mektuplar dahil tüm nesnelerin, yeri geldiğinde suyun ve havanın dahi denetlendiği bir giriş çıkış rejimi imliyor. Karantina alanı tüm kapatılmış mekânlar içinde meşruluğu her daim en yüksek olan çünkü “iyi”lerin “kötü”leri değil, “doğru olan”ların “yanlış olan”ları değil “yaşam”ın “ölüm”ü kapatma girişimi gibi görünüyor.”


 


Karantinamekân, günümüz meselelerine kolay çözümler getirmediği gibi, serbestliği/özgürlüğü formüle indirgeyerek sunmaya da gayret etmeden iyi gerekçelendirilmiş, iyi planlanmış, meşruluğunu bir şekilde en yüksekten yakalamış erken moderninden geç modernine bütün kapatma rejimleri ve bütün baskı sistemleri altında özgürleşme/serbestleşme stratejilerine ana ilkesi “yaşam”ın yerini değiştirmekten geçen bir öneri ile yanıt arıyor.


Daha çok taktiği, baskılayıcı şöhrete kavuşmuş formları özgürleştirici şekillerde (ızgara düzenini rizomatik yapıda şebekeleştirerek kullanmasında olduğu gibi) ve özgürlükle ilişkilendirilen formları da baskılayıcı şekillerde (çok seçenekliliğin ve sonsuz ihtimalin bir tuzak gibi çalışmasıyla) kullanarak yeni yaratıcı mekân tahayyüllerine bir platform sunmayı deneyen proje Türkiye Pavyonu’nun içine bir karantina mekânının yerleşmesini hayal ediyordu. Bu hayal iki deneyimin birlikteliğine dayanıyordu: İçinde sonsuz seçenek barındırıyormuş gibi görünen yekpare bir denetleme yapısı; ve aynı zamanda içinde sonsuz denetleme örgütlemiş gibi görünen çok ihtimalli bir ümitvâr yapı.





Karantinamekân nedir ve nasıl kurgulandığından biraz bahsedebilir misiniz?

Cem Sorguç: Karantinamekân 2018 Venedik Mimarlık Bienali için o yılın teması üzerine tersten bir bakış atmanın kurcalanmasıydı. Mimarlık üzerinden değil memleket ve dünya ahvali üzerinden mimarlığa geçmek ya da mimarlığı bir araç olarak kullanarak bir güzergâh oluşturmak derdiyle disiplinler/uğraşlar arası çalışmaydı.


O günlere dair bir açılım ortaya koymak bugün için gündem dışına çıkmak değil bilakis o günlerden de öngörülemeyen, bizim de öngöremediğimiz ama başımıza o günkü iklimin üzerine bir kesif badire daha gelirse olma ihtimalleri, duruma dair yani bugüne dair daha çok şey söyleyebiliyor.


Süreyyya Evren: Bienalden bir yıl önce, 2017’de hazırladığımız “karantinamekân” konseptinin ve giderek Karantinamekân projesinin çıkış öyküsünü özetlemek için 2018 Venedik Bienali’nin genel konseptini anımsamak gerek. Türkçeye Serbestmekân olarak çevrilen Freespace idi ana konsept o yıl. Türkiye Pavyonu için hazırladığımız öneri bu konsepte yanıt vermek üzere kurulmuştu. Freespace elbette Serbestmekân diye çevrilmişti ama pekâlâ Özgürmekân diye veya Hürmekân diye de çevrilebilirdi. Bunları da aklımızda tuttuk.


Projenin merkezinde bir tersine çevirme, tersyüz etme, alt üst ediş vardı. Özgürmekân konseptini kapatmaya, sınırlamaya, denetime dayanan karantina nosyonu üzerinden yorumlamak: İşte ana büküş, ana kıvrım, ne derseniz, kısacası projemizin ana müdahalesi buradan doğdu.


Şunu düşündük: “Gerçekçi olalım” dedik, “2017 yılındayız, Türkiye’deyiz, Türkiye Pavyonu’na bir şey öneriyoruz, serbest/özgür/hür vs. mekân bizim neyimize, bunların gerçekliği bizim için başka bir yer, başka bir zaman dilimi demek. Eğer -gibi yapmayacak olursak, bulunduğumuz yere ve zamana uzak bir nosyon. TAZ (Temporary Autonomous Zone) tarzı ‘geçici otonom bölgelerimiz’ elbette oldu, oluyor, oluyordur, olacaktır, olabilir, serbestlik/özgürlük/hürlük farklı şekillerde elbette tanımlanabilir, veya mikro-serbestmekânlarımız oluyor elbette diye bakılabilir; dolayısıyla projeyi hazırlarken elimizdeki bir seçenek genelde kapalı, baskılı, yüksek denetimli mekânlarda yaşayan bir ülkenin serbestmekân pavyonunda o ülkenin TAZ’larını, mikro-hürlüklerini vs. eşelemek olabilirdi. Ama bu asla yeni bir hürmekân yaratmayacaktı bağlam gereği, ve ancak bizim ne kadar hürmekân yanlısı olduğumuzu göstermeye yarayabilecekti en fazla. Bunu istemedik. Olası hürmekân tasavvurları için ucu açık, deneysel mekân formları üretmeyi denemek ve bunu kolay yoldan, garantili yoldan değil, sonuç alınamayadabilir yoldan yapmak ve böylece daha sahici bir an ihtimalini zorlamak istiyorduk. Bunun için de yapay bir çerçeve yaratmak gerekiyordu içinde arayış oyunu oynanabilecek. Kuşkusuz, gene projeyi hazırlarken önümüzdeki bir diğer seçenek ülkenin mevcut durumuna tümüyle yabancılaşıp, teorik bir zemindeymişiz, laboratuvar koşullarında serbestmekânı araştırıyormuşuz gibi davranıp serbestmekân hakkında mimari, mekânsal, sanatsal, yazınsal, düşünsel egzersizler yapmak ve izleyicileri de bu egzersizlere davet etmekti. Ama bu düz haliyle biraz zorlama geldi, çünkü Venedik ülke temsiline dayanan bir üst organizasyon şemasına sahip, ve her ne yaparsanız yapın nihayetinde ülke kategorisi altında yer alacak ve bizim katıldığımız “yarışma” da ülke pavyonu yarışması, demek ki ülke var, koşullar var, yok gibi yapmanın anlamı yok, ama burası o koşulları yırtmanın, bozmanın, alt üst etmenin, aşağıdan reaksiyon hayal etmenin veya koşullara ne kadar karşı, ne kadar dışında tahayyüllere sahip olduğumuzu ortaya koyup beğeni toplamaya çalışmanın yeri de değil. Öyle bir şey deneyelim ki hem serbestmekân düşüncesinin kendisine katkıda bulunsun hem de içinde bulunduğumuz sıkışıklıkta bizim için düşünmeye, araştırmaya değer açılımları olan, mimari, mekânsal, sanatsal, yazınsal, düşünsel egzersizleri içinde geliştirebileceğimiz, hatta başkalarının da ucundan tutup geliştirebileceği bir alan açsın dedik. Serbestmekânların, hürmekânların sıkı denetlendiği, kurulmalarının, yaşatılmalarının, denenmelerinin istenmediği ama serbestmekân üzerine konuşmanın serbest olduğu, serbestmekân üzerine konuşulan mekânlara girmenin serbest olduğu bir momentte yaşadığımızı tespit ettik. Öyleyse, dedik, tersine çevirelim. Serbestmekâna denetlenen mekânın, kapalı mekânın şahıyla gidelim. Ve özgürlüğü, serbestliği, hürlüğü, o yüksek denetimin içinde araştıralım. Eğer serbestmekân konseptini tersine çevirmeyi kapatma mekânları denince ilk akla gelenler arasında yer alan cezaevi, tımarhane, hatta okul vs. ile karşılasaydık hem politik eleştiriyi basite indirgemiş olacaktık (“Türkiye bir hapishane, Türkiye bir akıl hastanesi diyorlar Türkiye Pavyonu’nda, yanlış da değil vs. vs.” bıdı bıdı basitliği) hem de bunların her birinin, cezaevinin, tımarhanenin, okulun vs’nin iyi ile kötüyü, kapatılması gerekenle kapatması gerekeni ayrıştırma biçimlerindeki ideolojik yarılmayı vurgulayıp kendimizi de bunu eleştiren özgürlükçüler gibi sunmaya çalıştığımız bir yavanlık ortaya çıkacaktı. Onun yerine daha ufuk açıcı olduğunu hissettiğimiz şu yola saptık: Kapatma biçimlerinin en meşrusuna gidelim. Karantinaya! Karantina neden en meşrusu kapatmaların, çünkü iyiyi kötüden, ahlâklıyı ahlâksızdan, akıllıyı deliden korumuyor; yaşamı ölümden koruyor, saf, mutlak yaşamı. Ölümü enterne etmeye çalışıyor. O yüzden sadece insanları değil, havayı, suyu, nesneleri de denetliyor, kapatıyor, yalıtıyor. Karantinamekânla uğraşarak karantinamekânlar içinde çıkışlar, alternatifler, yeni alanlar aramaya yönelerek, temelde şunu denedik yani: Baskının meşruiyeti eğer en temelde ölümü yaşamdan ayırmaya ve ölümü baskılamaya dayanıyorsa, yaşamın yerini yeniden tarif edecek, yaşamın yerini yeniden kuracak yaklaşımlara ihtiyaç var demektir.


Bu tip yaklaşımlardan belki uğraşmaya değer, belki denemeye değer bir şey çıkabilir. Ve mimari bunu denemenin ideal yerlerinden biri çünkü bu bir düşünsel, ruhsal, sosyal ve ilişkisel mekân meselesi.


Burak Delier: Evet, önerimizi bir öngörü olarak düşünmek yanıltıcı. Dünyada ve Türkiye'de çeşitli istisnai uzam ve zaman aralıklarının çoğaldığı –öneriyi yazarken Türkiye'de resmi ve fiili OHAL vardı– ve üzerlerine epey çalışmanın yapıldığını biliyoruz. Giorgio Agamben'den çıkarak "kampmekân" deseydik ya da sömürgecilikten/kölelik literatüründen ilhamla "plantasyonmekân", tartışmada nerede durduğumuz çok açık olurdu. Biz, iyinin ve kötünün tam nerede olduğunun hemen, hatta hiç belirlenemediği, askıda ve kararsız bir ara mekân fikri olarak "karantina" fikrine yöneldik. Foucault'dan mülhem, biyo-politikadaki toplumu korumak için toplumun bir kısmının feda edilmesindeki paradoksu tekrar bükmek istedik. Sonuçta karantinada belirsiz bir bekleme hali hâkim; kapatılana özen gösterilmesi veya kapatılanın, fedakârlıkla diğerlerine/topluma özen göstermesi ile tehdidin belirsizliği dolayısıyla suçluluğun atmosferik bir hâl aldığı, yakın gelecekteki muhtemel bir feragat/kurban veya azat edilme ânı ile belirlenen daimî bir olağanüstü hâl söz konusu. Bir nevi şüpheli, iyicil tonlarla hafifletilmiş Kafkaesk bir atmosfer. Bu zıtların beraberliğinden kaynaklanan belirsizlik, şimdilik "olağanüstü hâl literatürü" diyeceğim alanda da bir konudur. Handiyse ölüm hayatı daha da var kılar, şiddete dayalı politikalar direnişi daha da var kılar, yalıtılma ortaklığı ve imkânını/imkânsızlığını tekrar gündeme getirir...

Bizim farklı disiplinlerden gelen küçük bir topluluk oluşturma durumumuz da işin bir parçası idi. Ayrı, ayrı ama kolektif bir iş ortaya çıkarmıştık ve disiplinlerarası bulaşmaları arttırmayı planlamaktaydık.

Bienalin konusu Serbestmekân ile Karantinamekân’ı birleştiren çizgi nedir?

CS: Doğrudan manaları itibariyle birbirinin karşıtı gibi görünse de içerik ve kelime kökenleri itibarıyla ironik bir doğrudan ilişki var. “Serbest” Farsça’ya mesnetlenen bir kelime ve çözülümü ser-best içerisinde başı bağlı manasında Türkçe’deki karşılığının tersi bir ifade içeriyor. Karantina da gönüllülük üzerinde oluşmayan başka bir mecburiyeti içeriyor. Ayrıca karantina mekânı sözde özgürlüğün ön mekânı ya da bir tıkanma, badire neticesi özgürlüğün belki de olmadığı evveliyle tariflendiği bir ara yüz. Bugünün normal, anormal, yeni normal zırıltıları karantina içerisinden, sıkışmışlık içerisinden nasıl kaybedilmiş bir özgürlük mevhumu çıkartıyorsa bu ağrısız, habis, sessiz sedasız sıfatı değişken tüm mekânlara sirayet edebilir, etmiştir.

SE: Buradaki büküş, aynı zamanda bir taktik de içeriyordu: Serbest/özgür/hür mekân’ı izleyiciye/ziyaretçiye/okura/katılımcıya özgürce deneyimletmek yerine her ikisini de, yani mekânı da ziyaretçiyi de geçici olarak da olsa karantinaya alan (hatta çeken, düşüren) bir yaklaşım benimsemiştik. Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu çağrı metni Serbestmekân’ı tanımlarken “bir fırsat alanı; henüz programlanmamış ve tasarlanmamış kullanımlara açık demokratik bir alan olabilir. İnsanlarla binalar arasında, amaçlanmamış veya tasarlanmamış bile olsa bir etkileşim vardır; böylece mimarlar sahneyi terk ettikten sonra bile, binalar insanlarla paylaşım ve etkileşim kurma yöntemleri bulur. Mimarlık hem etken ve hem de edilgen bir yaşama sahiptir. Serbestmekân, hayal etme özgürlüğünü ve zaman ile belleğin boşmekânını içine alır; geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği birbirine bağlar ve kalıtsal kültür katmanları üzerine inşa ederek geçmişe ait olanı çağdaş ile örtüştürür” diyordu.


Karantinamekân projesi bu her imgesiyle açıklığı referans alan çağrıya kapalılığı stratejiye dönüştürerek katılmıştı; planlı kapatmalardan imkânlar, çok seçeneklilikten ise kilitlenme duygusu doğurmasıyla kendi vurgusunu yapıyordu. Karantina temelde bulaşıcı hastalıklara karşı tedbirler çerçevesinde hastaların ve hasta olduğundan şüphelenilenlerin yalıtılmasına dayanıyor, ama hasta olabilecek olanların da yalıtılmasıyla genişliyor. Karantinaya alınan bir mekân giriş çıkışların en radikal şekilde denetlendiği mekân tasavvurlarına referans veriyor. Karantina, önce insanların, sonra tüm canlıların, giderek giysiler, araçlar ve mektuplar dahil tüm nesnelerin, yeri geldiğinde suyun ve havanın dahi denetlendiği bir giriş çıkış rejimi imliyor. Karantinamekân’ın sunduğu öneri günümüz meselelerine kolay çözümler getirmediği gibi, serbestliği/özgürlüğü formüle indirgeyerek sunmaya da gayret etmiyordu. Karantinamekân’ın taktiği daha çok, baskılayıcı şöhrete kavuşmuş formları özgürleştirici şekillerde (ızgara düzenini rizomatik yapıda şebekeleştirerek kullanmasında olduğu gibi) ve özgürlükle ilişkilendirilen formları da baskılayıcı şekillerde (çok seçenekliliğin ve sonsuz ihtimalin bir tuzak gibi çalışmasıyla) kullanarak yeni yaratıcı mekân tahayyüllerine bir platform sunmayı denemekti.


Wikipedia’ya erişimin dahi Türkiye’den engellenmiş olduğu bir dönemde proje hazırlandı. Karantinamekân bu hâllere içinde sonsuz seçenek barındırıyormuş gibi görünen yekpare bir denetleme yapısı kurarak yanıt veriyordu; ve aynı zamanda içinde sonsuz denetleme örgütlemiş gibi görünen çok ihtimalli bir ümitvâr yapıydı. Önerdiği deneyim ikisinin birlikteliğine dayanıyordu.


BD: Bu, belki de bizim, "serbestliğin" ya da "özgürlüğün" kolay, pürüzsüz ve her zaman olumlu şeyler olmayabileceğine dair bir şerh düşmek arzumuzdan kaynaklandı. Özgürlük coşkusuna karşı bir tereddüt, serbestliği sorgulamak ve toplumsallaştırılarak, bağlamlaştırarak açımlamak istedik. Serbestliğin ayağının yere basması gerektiğini vurgulamak istedik. Burada sanat organizasyonlarındaki kutlayıcı, kendini, kendi iyicilliğini veya "yaratıcılığını" onaylayıcı ve günümüzün acil sorunlarına çözüm önerileri isteyen sığ havaya da değinmek gerekiyor. Bu öneriyi Venedik Bienali'ne yapıyorduk, Venedik çeşitli kültür etkinleri arasında özellikle tereddütle yaklaşılması gerekenlerden biri, belki de ilki.


Karantina, yaşamımızda bu seneye kadar, kısıtlı uygulamaya sahip yahut geçmişe dair bir kavram olarak, gündelik yaşamdan uzakta yer alıyordu. “Karantina”yı seçmenizde, bu mesafesinin bir etkisi var mıydı?

CS: O günler içinde, yani bugünün karantina tecrübelerinin aklımıza bile gelmediği günlerde, karantinanın başka formatlarda ve/veya uygulamalarda olduğunu, olabileceğini düşünüyorduk. Geriye bakınca bugün için ilginç gelen şu, karantinayı bildik bir mekân olarak, bir fiziki şart, tanımlı bir zaman dahilinde tahayyül etmiş olsak da bunun tezahürünü gene mekânsal karşılamaya, mekânın ve donatılarının el verdiği tariflerle ortaya koysak da hayata dair, zamansız, yersiz, şahsi ve toplumsal bir zamane hayaleti tasavvur etmişiz. Mimarinin tasarım ve temsiller izleğinde somutlama gayesini ters yüz edip soyutlamaya giden bir güzergâh bellemişiz.


BD: Karantinayı ve diğer istisnai uzam-zamansal mekanları tarihte sabitlenmiş formlar olarak düşünmemek gerekiyor. Kavram ve formlar, her daim geçmişten ve hafızadan çağrılarak, günümüzdeki pratik sorunları çözmek için güncelleştiriliyorlar. (Örneğin bugün sosyal devlet tartışmasına dönüyoruz.) Her uygulamayı kendi bağlamında bir tercüme olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu istisnai uygulamalar bazen açıkça görünür bazen somut bir görünürlüğe sahip olmadan okulda, şirkette, her türlü gündelik uzam-mekânda ortaya çıkabilirler, çıkıyorlar, çıktılar. Öncelikle, bakışımızın olağan ile istisnai/olağanüstü arasındaki egemen ayrıma veya özgürlüğün ve baskılanmışlığın kalıplaşmış anlatı ve biçimlerine şüphe ile yaklaşmayı öğrenmemiz gerekiyor.. Bizim o günkü düşüncemizde hem yerelde maruz kaldığımız resmi ve fiili OHAL'i hem dünyada açıkça her yerde pıtrak veren istisnai uzam-zamanları, bir karantina yorumu/tersine-çevirisi ile beklenmedik açılmalara gebe bir iyileşme, karşılaşma mekânı haline getirme gizli niyeti sezilebilir. Elbette, bu niyet ya da ufuk ortada, açıkça ifade edilmekten ve verilmekten ziyade, saklı olarak bulunmaktaydı.

Mustafa Erdem Özler: Taktik olarak yeryüzüne dair, yaşamaya dair bedenin bildiği şeyleri deşerken sezgilerin belirmesini de arzu etmiştik. Bir mesafe duygusuyla değil de çok yakından ters-bakışla meseleyi araştırmak istemiştik. O günlerdeki gerçeklikte kendiliğinden metaforik bir mekân algısı oluşmuştu…


Bugünkü gerçeklikte ise tam olarak metafor parçalanması, algı parçalanması yaşıyoruz! Paramparça bütün fiiller, sıfatlar, bağlaçlar… Bugün metafor varsa yaşam yok demek! Bilindik metaforlar artık insanı saklayamaz, dünyayı saklayamaz, bitti o günler...


Karantinamekân’ın kapıları, modülleri bugün yaşamda kalma çabasının sahiciliği, conatus’u! Yeni metaforlar, yeni algılar bu kapılardan, modüllerden üreyecek…

Modülün Karantinamekân için anlamı nedir? Projenizde eksilttiğiniz modüllerin başka noktalarda, başka işlevler alarak belirdiğini görüyoruz. Kurgulamış olduğunuz modüler sistem programınızı biraz daha açabilir misiniz?

CS: Karantina mekânları bir takım alt modüllerden, partisyonlardan oluşur. Bir tür sistematik akış vardır. Burada da soyutlanan ve aynılaştırılan modüllerle oluşturulan tümel bir mekân kendisini oluşturan hücrelerin kullanıcıları ile tarifleniyor, işler hâle geliyor. Şayet bir serbest mekân, özgür mekân, akışkan mekân gibi tarifiniz varsa işin içinde fiziki akışkanlık da var demektir. Düzensiz, rastlantıya, hisse veya diğer insanların akışına tabi takipçi bir hareket ile işlevli veya işlevsiz olmadı hemen sonra “bir şey” ihtimalini taşıyan başından ve içinden hesapsız bir programa sahip….


Mekânın gönüllü, gönülsüz veya hissi bu kullanımı beklenmeyeni veya hayal kırıklıklarını barındırmaya da namzettir. Kurgunun/mekânın sizi kabul edip etmemesi size bağlıdır. Sizinki de ona.


BD: Sanırım, hayalimizde her şeyden önce mekânın deneyimlenmesi, istisna haline ve olumlu-olumsuz potansiyellerine içeriden sızılması fikri vardı. Fakat, harcıalem deneyim değil, "deneyim ekonomileri" lafzındaki paketlenmiş deneyimi yerinden-yurdundan eden, her has deneyimin olduğu gibi parçalı, tedirgin bir deneyim. Bir nevi izleyicinin yakalanacağı ve kendini sorgulayan, tereddütlü ve açık bir öznelik ile katılımcı/eşlikçi haline geleceği bir düzenek.


MEÖ: Modüller, yaşamda kalma çabasının, conatus’un anlamını direkt hissettiriyor. İnsanın kendine kesin dönüş yapmasının, ara zamana yolculuğunun olasılıklı, umutvari potansiyelini taşıyorlar…



Oluşturduğunuz mekân deneyiminde nelere öncelik verdiniz?

CS: İhtimallere, rastlantılara…


SE: Karantinamekân ızgara düzene göre bitişik nizam bir araya gelmiş her biri kare prizma 76 modüllük bir mekân fikrine dayanıyordu. Yapı eninde geçiş koridoru mesafesi terk edildikten sonra her bir satırda 4 modülün yer aldığı 19 sütundan oluşuyordu. Yani temelde tekrar eden formların içinde kafesler küpler birbirine eklemlenmiş gibi hissedeceğiniz, ızgaraya dayanan, tekrara ve farka dayanan bir düzen. Mimarlığın, mekânın da virüs gibi bulaşmasını içeriyordu, bir modül-mekânın diğerine bulaştığı ve yayıldığı bir yerde ziyaretçinin kendini bulacağı bir yapı sunuyordu. Modüllerin birbirine açıldığı, bir anlamda mekânların birbirine bulaştığı ve kapılar aracılığıyla hareket edecek insanların ve nesnelerin de modülden modüle hücreden hücreye bulaşırcasına yayılacağı bütünlüklü bir yapı. Karantinamekân çok kapılı olmasına karşın bir ana girişi olmayan, bir ana çıkışı da olmayan bir yer olarak düşünüldü. İçine aldıklarını bir yandan serbest bırakan ama bir yandan da rahat bırakmayan bir yer olsun istedik. Modülden modüle geçiş yapacak ziyaretçinin beklenmedik rahatsız edici karşılaşmalarla uyarılacağı, kapılar kapandığında her modülün geçici (ve yalnız kalmalar içeren) mahremiyetler vadettiği, ama bu mahremiyetin çok kolay ihlal edilebildiği mekânlar. Herhangi bir karantina deneyiminde rastlanabileceği gibi Karantinamekân’daki deneyim de zorlayıcı, konforu pürüzlü bir deneyim. Ziyaretçi hareketi açısından bakarsak Karantinamekân bienal izleyicisinin akışını önce bir yapı bloğuyla keser, sonra kendi iç idaresinin ve akışlarının bir parçası kılmaya çağırır ve izleyiciye çok kapılı, çok seçenekli yeni akış ihtimalleri sunar. Ancak bu çok seçenekliliğin kendisi boşa düşürücüdür. Bin bir emekle varılan bir pencere önünde bir berjer koltuğa gömülüp dışarıya bakmak ya da karşındakiyle satranç oynamak dışında bir final sunmaz.


Tarihteki hemen her karantina adasının bir noktadan sonra kendisinin karantinaya alınması gibi Karantinamekân da kendi kendini müzeleştiren düzenekler kurmuştur. Saklar, karantinalar koleksiyonu yapar, içine atar, içinde biriktirir.


Neredeyse kendisi organizmalaşmış bir mekân kurma kaygısı vardı projede; formlar, bulaşmalar ve yalıtmalar belirgindi. Karantinamekân bu haliyle baskı altında yaratılabilecek imkânlara dolayımla alan açmaya yönelikti. Kısıtlamalardan kaçınan değil de doğrudan kısıtlamaların içinden geçerek varılabilecek bir zihinsel mekân yaratmaya soyunuyordu.


Ayrıca şu da var Karantinamekân kendini engellemekten çekinmez, kendini durdurmaktan, yalıtmaktan çekinmez; özgürlüksüzlüğe duyulan garip arzu ve tutsaklıktan alınan tuhaf haz ile daha diri özgürlük arzusunu ve kurtulma arzusunu birlikte ele alır. Karantinamekân sürekli sınırlamasıyla sürekli seçenek yaratır. Sürekli engelleyerek sürekli açıklık doğurur. Karantinamekân karantinada olmaktan, cubicle’a kapanmaktan, atomize ve karışmayan bulaşmayan hayattan haz almanın suçluluğuyla baş etmek için de bir arayıştır. Bu suçluluktan kurtulmak için hazzı reddetmek yerine hazla yüzleşir, görünürleştirir, içinden geçerek alt etmeye soyunur –ve geçirerek. Yaklaşımı: Esaretin, engellenmenin ve kendi kendini sabotajın üstüne üstüne gitmektir.


Yanaşan gemilerin yolcularının yakın bir adada karantinaya alınması şehre dışarıdan gelecek herkesi önlem olarak bir süreliğine karantinada tutmak anlamını taşıyorsa “Karantinamekân” da önlem olarak sembolik anlamda Venedik Bienali’nden gelen geçen herkesi içine almayı düşünmüştü.


İnsan hakları salgın koşullarında farklı işler (şimdi herkesin zaten kendi hayatından bildiği gibi) sözgelimi her karantinaya alınması gerekenin karantinaya alınma ve karantinaya girme hakkı vardır. Paradoksal gibi tınlar. Kurduğumuz mekân deneyiminin bu paradoks tadı veren durumun içinden geçip başka yerlere varmaya izin vermesi idi hedefimiz.


MEÖ: Karantinamekân’da aynı zamanda salgında yaşamda kalma çabasının, conatus’un konuşulan, yazılan dile etkilerini de araştırdık. Gördük ki, duyduk ki salgın, dilde de, seste de, harflerde de yeni formlar, yeni haller, yeni örgütlenmeler, tonlar, sapmalar, çatlamalar, doğaçlamalar, anlam örüntüleri meydana getiriyor. Dilin, sesin, harflerin yeni mevcudiyetler kazandığına tanıklık ettik. Bu mevcudiyetlerin insanı konuşulan, yazılan dilden koparabileceğini, Karantinamekân’da oluş halindeki dil biçimlenmelerine, seslere ve ses tonlarına bağlayabileceğini öngördük…


Karantinamekan, denetleme/kapanma ve seçim/serbestlik arasında ve bu zıtlığı vurgulayan bir mekân öneriyor, ancak, karantinanın yalın haline referans veriyor. İçinden geçtiğimiz dönemde, karantinanın pek çok hâlini gördük, deneyimledik. “Yeni normal”in “karantina”sı sizce nedir?

CS: Karantinanın artık bir mekânı var mıdır?


SE: Önemli bir noktaya dikkat çekmişsiniz. Karantinamekan kendi içinde karmaşık, sürprizli, karantinamüzesi, karantinarekreasyon, karantinasunumlar gibi alt bölümler taşıyan, girift, çoksesli bir yapı içeriyordu ama bir yandan da karantinanın en temel formlarına, kapalı modüler mekânlara, düz duvar sınırlara, bulaş önleyici mekânsal tedbirlere, karayla bağlantısı olmayan karantina adalarına, sınırlara, odadan odaya geçişlere, engellemelere, kapatılmışken zaman öldürmenin hâllerine (karantinarekreasyon kısmında özellikle) yani bildiğimiz karantina yaşantılarına gönderme yapıyor, onları birebir uyguluyor veya yeniden yorumluyordu. Hem lockdown denilen “evde kal Türkiye” günlerinin hem “yeni normal”in sınırlandırmaları, kişinin hem dışarıdan aldığı, dışarının kendisine dayattığı sınırlara maruz kalması hem de kendi kendisini sınırlandırmasının, kendi kendini denetlemesinin ve kapatmasının ölüme karşı yaşamdan yanalığını uygulamak ve göstermek açısından önem taşıdığı bir durum yarattı. Karantinamekân projesini bu dönemde tabii yeniden anımsadık –özellikle de kapatmaların birbirine bulaşmasına (karantina mekânı modüllerin projedeki birbirine bulaşması gibi) tanıklık ederken ve dahası kapatılmaların içinde özgürlüğü ve yaşamın yerini herkes kendi kişisel sorgulamalarıyla yeniden kurmaya çalışırken. Yeni normal ifadesi normal ile arada mevcut durumun bir farka sahip olduğunu, yani hayatın aslında normalleşmediğini ama bu durumun gene de bir tür normalizasyon sayılabileceğini vurgulamak için icat edildi. Bu durumun açık sırrı, karantinanın da normalin bir parçası haline gelmiş olmasıdır. Yeni normalle yani aslında bir tür yeni karantina da anlıyoruz. Normalleşme karantinanın hâllerini, uzantılarını, kısıtlamaları, durdurmaları, kendi kendini ve başkalarını ve nesneleri ve hatta havayı denetlemeleri normalleştirmeyi içerir oldu.


BD: "Yeni normal"i sanıyorum, –özellikle Türkiye'de– sağlık bahanesi ile karantinanın kitleselleşerek keyfi bir kontrol ve disiplin aracı haline gelmesi olarak tarif etmek mümkün. Bu "yeni normal"in de "eski normal"den pek farklı olmadığını belirteyim. Başka bir yerde söylediğim gibi "eski" ile "yeni normal"in ortak özellikleri ikisinin de normal/olağan olmaması. Bugün karantinanın bir mekânı yok, her yere, mikro ve makro uygulamalarla farklı biçimlere dağılmış durumda. Bir evde, bir aile ferdi bile kendini ayırarak karantinaya alabiliyor. Bunun yanında, bağlamsallaştırmak gerekiyor; ne Almanya'da, İngiltere'de, Güney Kore'de ne Berlin veya Münih'te, ne Bağcılar ne de Ataköy'de aynı salgın/karantina yaşanmıyor. Sınıfsal, kültürel, siyasal, teknolojik, kurumsal filtrelerden geçen ve farklı gerçeklikler oluşturan bir ve tek nesnel gerçeklik/tehdit (virüs) söz konusu. Daha ilginç olan bu karanlık distopik durumun tabandan biyopolitik dayanışmalara, farklı türden topluluk fikirlerine, başka türlü bulaşmalara, hayatın başka türlü de olabileceği fikirlerinin yeşermesine teşne olması.


MEÖ: Bugün dünya yeniden dünyaya geliyor! Bu doğuma katılmak, tanık olmak hem ürkütücü, hem heyecan verici… Artık normal olan “Karantinamekân eşittir Hayat” ya da “Hayat eşittir Karantinamekân”... Bu durumda yeni normalin karantinası da Karantinamekân!





Şu anda Karantinamekân kavramına nasıl yaklaşıyorsunuz, sizce ne değişti? Eğer bugün yeniden kurgulasanız neleri değiştirirsiniz?

CS: Hayat her zamanki gibi hızlı davrandı. Bir öncellemesi olsa da bizim yaptığımız, ortaya koyduğumuz bugüne dair bir kehanet değildi. Ortaya koyuş parametrelerimiz farklıydı. Fakat parametreler farklı olsa da neticeleri ve nedenleri doğrultusunda ilişmek mümkün. Dün de mümkündü bugün de mümkün.


SE: Tüm dünyanın iç mekânlara kapatıldığı, her yerde karantinavari önlemlerin uygulamada olduğu bir dönemde tabii bugün kimse bir ilk fikir olarak “karantinamekân” ile bir öneri getirerek yola çıkmak istemez. Ama 3 yıl öncesinde, 2017’de, çoktan geliştirilmiş ve detaylandırılmış böyle bir konsepti bugün yaşanan karantina tecrübesinden sonra geri ziyaret etseniz neyi değiştirirdiniz diye soruyorsanız, imgesel bir sıçrama imkânı bulurduk diyeyim kısaca: Yani şu, proje belirli oranda karantina konseptini ziyaretçide canlandırabilecek temel formlardan destek alıyor. Yani oyununu oynayabilmek için önce bir karantina dekoru kuruyordu. Şimdi çok daha minimal olmak mümkün. Çünkü herkesin kafasında karantina konsepti zaten diri veya kolay çağrılabilir durumda. Kapatmayı, kapatılmayı, başkaları tarafından engellenmeyi ve kendi kendini denetlemeyi kimseye hatırlatmaya gerek yok. Direkt oyuna geçilebilir.


BD: Bugün sanırım, dertlerimiz baki kalırdı ama bu adı vermezdik. Karantina bugün için çok belirlenmiş, yorulmuş bir mekân ve kavram; gerekli mesafeyi, yabancılaştırıcılığı üretemezdi, iş hemen didaktik bir hâle bürünürdü. Bunun yerine, günümüzdeki bazen kitlesel, bazen yarı-kitlesel, çoğu zaman mikro kapatılmaları adlandırabilecek bir kavram üreterek yolumuza devam ederdik. Tavrımızın ve sezgilerimizin onaylanmış güveni ile tekrar tartarak, her şeyi baştan ele alarak devam ederdik, açıkçası çok da kayda değer bir çaba olurdu.


MEÖ: Karantinamekân ismi bile bugün insanlara duygu olarak daha yakın. Kavram olarak moral verici, zinde, kolektif anlamlar üretiyor… Salgında yaşamda kalma çabası, conatus karşısında, aşkınlık da olsa çok acil durumlarda “mabed” algısı yaratarak yaşama gücü verme kapasitesine de sahip. Buradaki aşkınlık algısı olumsuz olarak değerlendirilmemeli. Zaten Karantinamekân kendi bağlamında içkinlik düzlemi...


İnsanların salgında umut kapılarına da ihtiyacı var. Karantinamekân’da umut kapılarından çok var!

Karantinanın tüm dünyaya yayıldığı durumda dijitalleşme temel bir araç oldu. Örneğin yaşam, çalışma gibi işlevlerde, ve dolayısıyla mekânlarda bilişim teknolojileriyle karantina ve ötesine dair ilişkilerin nasıl şekilleneceğini düşünüyorsunuz?

BD.: Açıkça gözüken, evden ve esnek çalışmanın, yani çalışmanın altyapısının özelleştirilmesinin dayatılacağı, zaten altı oyulmuş sosyal güvencelerin hiçe indirileceği ve sınıfsal kırılganlık uçurumunun açılacağı, her kuzunun bu ayrımlar dolayımı ile kendi başarısızlığından asılmaya daha açık olacağı bir dönem gelmekte. Gemi azıya almış, popülist, neoliberal kapitalizm bu şekilde sterilleştirilmiş, odalarında yalıtılmış bir toplumsuzlaştırma/ilişkisizleştirme fırsatını kaçırmayacaktır. Buna karşılık, internetin karşılaşmaları kolaylaştıran bir kapasitesi olduğu da göz ardı edilemez. Fakat, tek bir gerçek dolayısıyla, dijital bir yaşam yaşamadığımız gerçeği dolayısıyla bu tek başına bir şey ifade etmeyecektir. Teknolojik alet, hayatımıza etki eden faktörlerden sadece biridir. Zaten virüs de bize somut, kanlı canlı, moleküler ve global-kolektif-geçirgen bir bedende yaşadığımız gerçeğini hatırlatmadı mı? Dijital olanın fırsatları ile büyülenmeden önce, ama onları da ıskartaya çıkarmadan, hayatın –ve ölümün– nereden kaynaklandığını, gerçek dayanaklarını unutmamamızı, buna göre düşünmemizi ve hareket etmemizi umuyorum.


Mimarinin görevini ‘karantinanın sınırlarını netleştirmek ve karantina bölgesini potansiyellere açık hale getirmekolarak tanımlıyorsunuz. Sınırları netleştirilmiş olan bu bölgede mimarın ve mimarinin tam olarak rolü nedir? Bu rolde denetim ve kurallar ile serbestlik arasındaki ilişki size göre nasıl kurulmaktadır?

CS: Serbestliğin denetim ile tarifli olduğunu yani tersi ile vuku bulduğu kabulüyle bir tür görünmez kurallar silsilesi olduğunu da kabul edebiliriz. Mekân kendi tarifini, kullanım potansiyelini denetimi ve kuralları ile ikame edebilir mi, bu tasarlanabilir mi? Sınırlandırılmış, tanımlanmış, denetlenir bir mekân veya mekânlar programı içerisinden dışarıya çıkma imkânı olmadan ve hatta belki bunun bilgisi de olmadan nasıl bir yaşam alanı oluşturulabilir ve/veya bu yaşam alanı mekân muhafaza edilerek tüm olumsuzluklardan, kıstırılmışlıklardan nasıl kurtulabilir? Sorular uzayıp gidebilir. İhtimallerin çoğalmasının potansiyeller ile doğru orantılı olduğu kabulüyle mekân, mimari, içinde riskleri de barındırarak, çoğalma ve dönüşme kabiliyetini taşımalıdır.


Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi için hazırladığınız bu çalışmayı, farklı mekânlara taşımayı düşünüyor musunuz?

CS: Neden olmasın…


SE: Düşünülebilir, yukarıda konuştuğumuz gibi hele oyuna direkt geçmek de mümkünken.


BD: Neden olmasın…


MEÖ: Neden olmasın...



Karantinamekân konsept ve proje:

Cem Sorguç & Süreyyya Evren


Karantinamekân’ın yaşantıları:

Cem Sorguç & Süreyyya Evren, Burak Delier ve Mustafa Erdem Özler işbirliğiyle


Karantinamekân Olasılıklar, Bulaşmalar, İzolasyonlar ve Salgınlar:

Burak Delier, Süreyyya Evren, Mustafa Erdem Özler, Cem Sorguç kolektifi


Comments


bottom of page