Bir manzara resminin aksine kavramsal sanatın huzur vermek gibi bir amacı olmadı pek. Dilin huzursuz doğasıyla da yakından ilgilenen kavramsal sanatın izleyiciyle kurduğu huzursuz ilişkiyi inceledik
İllüstrasyon: Caner Yılmaz
Norveçce dilbilim kitabı bulmak nadiren başa gelirdi ve acaba çok yabancı bir şey söyleyecek miydi kitap? “Anlamlar zihinsel kavramlardır” diyordu kitap. Örneğin top kelimesinin anlamı topla, top oluşla ilgili zihinsel bir ideydi, etraftaki toplar kavramın anlamı değil, referans verdiği fiziksel şeylerdi. Anlam başka şeydi, kelimenin fiziksel göndermesi dış dünyada karşılığı olması başka şey. Örneğin Türkçede ‘ev’ kelimesi tam 84 farklı formda bulunabiliyordu. Çincede oysa ki, ev sadece tek formdaydı evim yoktu, evin de ve buna rağmen evsiz de. Dil, kullanıcısı için de, dışarıdan inceleyeni için de şaşırtabilen bir düşünce sistemi.
Amerikalı sanatçı John Baldessari dilin hepimizin uymayı kabullendiği kuralları olduğuna dikkat çeker. Sanat hakkındaki uzlaşımlarımız da aktarıla gelmiş, dilinki gibi sorgusuz kabullenilmiş olabilirdi pek ala. Baldessari, soyut kompozisyonlar ve manzara resimleriyle tanınan bir ressamken 1970’te işlerini yaktığı bir cenaze töreni düzenledi. 1971 tarihli işi I Will Not Make Any More Boring Art, 'Bir daha sıkıcı sanat yapmayacağım' cümlesinin ceza gibi defaten tekrarından ibaretti. Sonrasında “İşlerimin çoğu bu aktarım yoluyla edinilmiş bilgiyi sorgulamak üzerine” diye açıklayacaktı. Baldessari sanatı, anlamı ve dünyayı çözümlemek istemiş, sorgularken sanatının taşıyıcısı da dil olmuş ve kavramsal sanata yönelmişti.
Kavramsal sanat varsayımsal durumlar yarattı, kompleks sözel metinleri işe koştu; algıyı, temsili, sosyal konumlamaları kurcalamak istedi. Robert Rauschenberg kendisine sipariş edilen portre olduğu beyanıyla 1961’de bir sergiye “Bu İris Clert’in portresidir, ben öyle diyorsam öyledir” yazılı bir telegram yolladı. Rene Magritte’in İki Gizemli Şey (1966) adlı eseri bir pipo resmi, pipo resminin resmi ve ‘Bu Bir Pipo Değildir’ yazısından oluşuyordu. Tıpkı Norveçce dilbilim kitabının Saussure’ü yankılayarak açıkladığı gibi; kelimenin referans verdiği fiziksel şey başkaydı, mutlağı başka ve aralarındaki ilişki tamamen öyle uzlaşıldığı içindi, bu sebeple ‘Bu bir pipo değildi’ ve temsil, portre yerine telegram ile de olabilirdi.
Anlamın üretimi, iletimi ve deşifre edilmesiyle ilgilendi kavramsal sanat. Esere metin olarak baktı, dil ile analoji kurdu böylece metinler, alt metinler, güç ilişkileri karşısında bilinç geliştirdi. Sanatın post modern eleştiri kuramlarıyla açıklanır ve dille yakınlaşır olduğu 70’lerde yeni kavramsal alt türler girdi galerilere; text işlerinin sanat statüsüne yükselişi kutlamayla karşılanmadı pek.
Text işleri -tıpkı şemalar, belgeler, istatistikler gibi- kavramsal sanatın kavramsallaştırdığı olguyu işlediği nesnel referans sistemleri. Her yazılı metin gibi semantik ve sentaktik formlar ancak bağlamlarından koparılıp bir de galeri de -Baldessari’nin durumunda bir müzede MoMA’da- yeniden bağlam atanıyorlardı. Text işlerinin ne’liği de bu sebeple ikircikli bir meseledir. Teknik ve el becerisi, medyum bilgisi veya zevk gibi estetik meseleler bu şimdi sanat mı (ontolojik özlü), sanat olduğunu nereden bilebiliriz (epistemolojik özlü) sorularına evrilmişti.
Joseph Kosuth’a göre sanat, analitik önermelerdir. Üreyen anlamda şiddetli eleştirel önermeler de okundu. Duchamp’ın Çeşme adlı pisuvarı ironiyle, Manzoni’nin kendi nefesi, dışkısıyla yaptığı Sanatçı Soluğu ve Sanatçı Boku (1961) parodiyle, kinizmle açıklandı. Semiyolojiden yapısalcılığa eskiden sadece dilbilime ait olan kavramlarla direkt olarak konuşabiliyordu kavramsal sanat. Ve hakikaten Duchamp sonrası obje, dil gibi semiyolojik olasılıkları zengin bir kaynağı temsil etti. Sanat eseri seyir nesnesi değil, deşifre edilen bir metindi artık.
Peki metin ve anlam, kaygan aynı zamanda gizemliyken kavramsal sanat nasıl kavranabilecekti?
Roland Barthes’a göre metin (text) kültürden, dilden alıntılar yapan, kültüre göndermeler içeren, onun içinden geçerek ona dokunan bir yapıdır ve metinlerarasılık sanat eserinin dışındaki bağlamsal ilişkileri metne taşıyan şeydir. Metaforlar, benzetmeler gibi düşünce figürleri sayesinde de ilişkilenilir. Sanatçı Boku, bu sayede sanatın ‘alınıp satılan meta değil, zihinsel bir süreç’ olduğunu öneren kavramsal sanatın semantiği içinde, tam olarak bu önermeyi yineleyebildi. Sanatı ve dünyasını metaforik ilişkilerle, durum parodisiyle eleştirebildi, izleyicisi de çözümledi.
Günümüze gelindiğinde, dilbilim pek popüler bir bilim haline gelmedi, kavramsal sanat ise kışkırttı, tepki topladı, metaforlar yapay bulundu, parodi kolaycı, ironi yüksek sesli olmakla suçlandı.
Türkiye'den ve yakın geçmişten örnek verecek olursak Ali Elmacı’nın 11. Contemporary Istanbul’da sergilenen 2016 tarihli metaforik düzeyde konuşabilen hayli kavramsal işi Ben Senin Duygularına Karşılık Veremem Osman III, Manzoni’ninkine benzer bir önermeyle sanat toplayıcısına ‘beni alma’ dedi. Beden kısmında dal ve gül süslemeleri ile padişahın portresinin yer aldığı bu iki başlı, mayolu kadın heykeli, sanat toplayıcısının duygularına karşılık vermedi. Eserin metin içi karşıtlık ilişkilerini kuran, betimlenebilir görsel elemanlarının ve betimlenemez metinlerarası ilişkilerinin kendilerini adreslediğini düşünen, duyguları karşılıksız “Osmanlar”, eserin fuardan kaldırılmasını istedi.
Neriman Polat’ın 2011 tarihli Türkçe üretilmiş text işi de tek bir cümle olarak baskın söylemin sesine direnen işlerden oldu. Çocuğu havan mermisiyle parçalanmış annenin ağzından çıkan söz, bağlamından koparılıp galeri içinde tekrar bağlam buluyordu. Söz, dilin görünür hali yazıya döküldüğünde, text işi bunca ileti kalabalığında sesi az duyulanın sesi oluyordu galeri duvarında; “Kızımın parçalarını eteğimde taşıdım”.
Kavramsal sanat dadanın muhalif ruhunu aldı, dilin kavramlarıyla sanatın bellek oluşturma, ifşa etme stratejileri ile toplumların eleştirel kapasitesinin deniz seviyesiyle formatlandığı vakitte güncel kavrayışa nüfuz etmeyi hala deniyor.
*Bu yazı daha önce Art Unlimited Mart 2017, 40. sayısında yayınlanmıştır.
Comments