Baysan Yüksel’in Bilinmeyen Uzuvlar başlıklı kişisel sergisi 26 Eylül - 10 Kasım tarihleri arasında Büyükdere35 Kültür Sanat Platformu’nda gerçekleşti. Sanatçının son dönem işlerinden oluşan sergi, hayatta yer bulma çabasının tetiklediği dehşet duygusu ile büyüyen kaygılara odaklanıyordu. Yüksel ile Bilinmeyen Uzuvlar ve pratiği üzerine sohbet ettik
765 kelime
Baysan Yüksel
Bilinmeyen Uzuvlar başlığıyla ele aldığınız, sorduğunuz şey nedir?
Bilinmeyen Uzuvlar, isminden de anlaşılacağı gibi öncelikle bilinmeyene bir referansta bulunuyor. Uzuvlar ise bir zamanlar bütün olan bir şeyin parçalarını temsil ediyor. Ben bu uzuvları kaygının temsili olarak kullandım. Aslında görünür bir şeyden bahsetmiyorum burada. Görünmeyen, algılanmayan, bilinmeyen, nereden geldiği belli olmayan ona rağmen bizleri etkisi altına alan bir durumdan bahsediyorum. Bu noktada ele aldığım esas mesele kaygının tetiklendiği o kısacık anlara odaklanmak ve o anları dondurup yakalamak. O ilk anı çoğunlukla fark etmiyoruz çünkü. Bu yüzden niyetim gündelik hayatın içinde geçip giden, farkına bile varmadığımız o mikro anı izleyiciye göstermek, bir ayna tutmak diyebilirim.
İlk bakışta fevkalade eğlenceli görünen, renk ve formlarıyla kendine çeken resimler aslında karanlık sahneleri donduruyor. Küvetten taşan ahtapot bacakları, ağızdan çıkan kelebekler, yine kesik ahtapot bacakları. Bu push - pull etkisi işlerinize nasıl katkıda bulunuyor, neden tercih ediyorsunuz?
Benim hayatı algılayışım da böyle. Görünenin ardındakini bakmayı tercih ediyorum. Bu her iki anlamda da böyle… Yin - yang gibi diyebilirim. Bu sergide kaygı kavramına yoğunlaştığım için o dondurulmuş sahnelerin derinlerinde tuhaf olan, yolunda gitmeyen ancak tam olarak da açıklanamayan bir şeyler daha olduğunu görüyoruz. Sevimli olanın, bizi kendine çekenin içinde karanlıkta kalmış taraflar da var. Sizin de bahsettiğiniz push-pull etkisi bu bağlamda dramatik bir etki yaratıyor ve resmin atmosferini tekinsizleştiriyor. İzleyiciyi şaşırtmayı hedefliyor.
Baysan Yüksel, Sarı, Tuval üzerine akrilik, 25 x 35 cm, 2018
Peki ahtapot nereden çıktı? Daha önceki işlerinizde var mıydı? Bu sergideki işlerinizde ele aldığınız meseleye nasıl bağlanıyor?
Önceki sergimde daha çok yılan figürü ve sembolü üzerine yoğunlaşmıştım. Yılan da ahtapot da esnek beden yapılarına sahip hayvanlar. Bu esneklik onlarla karşılaşan kişilerde tedirginlik hissine neden oluyor. Son derece rahatsız edici olmasına rağmen bu tedirginlik hissini kişisel farkındalık açısından verimli buluyorum. Tedirginlik bize işlerin sandığımız kadar yolunda olmadığını gösterme aracı. Bu da beraberinde sorgulamayı ve gelişimi getiriyor.
Ahtapot sembolünü kullanma fikri ilk kez geçen yaz Olimpos’ta katıldığım bir atölyeye giderken yolda aklıma gelen bir görselle birlikte oluştu. Bu görselde kırmızı bir ahtapot bir kadının başının üzerine yerleşmişti ve iki figür de kendi habitatlarından ayrı uzay boşluğunda ikamet ediyorlardı. Kadının bakışları donuktu. Bu da bana kaygının yarattığı donakalma etkisi hatırlattı. Bunun üzerine bu konuda bir sergi hazırlama fikri gelişti ve üzerinde çalışmaya başladım.
Kendimi bildim bileli kaygı problemleri yaşıyorum. Çevremde de benzer problemleri yaşayan insanlar olduğunu görüyorum. Azımsanmayacak kadar çok insan gündelik hayat içinde kaygıyla yüz yüze geliyor. Bunun da pek çok sebebi var. Ancak ben bu sergiyi hazırlarken daha önce de bahsettiğim gibi bu sebeplerden çok kaygının oluştuğu o ilk anı dondurup göstermek istedim. Bir nevi ayna tutmak istedim izleyiciye. Bunu yaparken de hem kendi deneyimlerimden hem de etrafımdaki gözlemlerden faydalandım. Ahtapot figürünü de bu görünmeyen durumu görünür kılabilmek için bir sembol olarak kullandım.
Baysan Yüksel, Bilinmeyen Uzuvlar sergi görseli
Bu korkutucu, tedirgin edici sahnelerde lastik ördek, play - stop tuşları gibi oyuna ve çocukluğa dair öğeler de bulunuyor. Oyun, masal, çocukluk fikirleri işlerinizde ne şekilde yer alıyor?
Nostaljik bir bakış açısıyla kendi çocukluğumuza baktığımızda sanki hayatımızın en mutlu, en özgür dönemiymiş gibi algılanabiliyor. O döneme karşı bir özlem duyuyoruz. Ancak gerçekte hiç de öyle değil. Yetişkin sorumlulukları ağır bastığında o sorumluluklardan muaf olduğumuz bir dönem olduğu için belki bu çağrışımları yapıyordur. Çocukluk tüm eğlencesine ve vurdumduymazlığına rağmen kendi içinde çok karmaşık, zorlu ve tedirgin edici bir süreç de aynı zamanda. Dünyayı anlamlandırmaya çalıştığımız ancak bu konuda hiç de yetkin olmadığımız zamanlar. O dönemde kurduğumuz anlamlar ve bağlantılar yetişkin hayatımızda artık etkisini yitirmiş olsa da bilinçaltındaki gerçeklikleri tüm hayatımızı bizim farkındalık eksenimizin dışında etkilemeye devam ediyor. Yani aslında çocukluk yılları hayatımızın en önemli yılları diyebilirim.
Oyun ise çok işlevi olan bir olgu. Çocuk için, hayatı hem taklit etmeye ve onu öğrenmeye yarıyor hem de psikolojik olarak zorlandığı durumlarda o durumdan kaçıp kendini rahatlaması adına önemli bir işlev görüyor. Yetişkin hayatında çocuklar gibi olmasa da yine oyun oynuyoruz. Sanat üretmek benim için ciddi bir iş olduğu kadar oyun oynadığım bir sahne alanı da. Masallar ve hikâyeler de aynı şekilde işliyor. Çocukluk yıllarında sihirli dünyalara açılan kapılar olan masallar aslında gerçek dünyanın birer sembolleri. Masal kahramanlarıyla beraber onların dünyasını keşfedip oturduğumuz yerden o deneyimi yaşamış kadar olup duygulandığımız hatta onlardan öğrendiğimiz alanlar. Yetişkin hayatında da bu istek devam ediyor. Filmler izliyoruz, romanlar okuyoruz, yakınlarımızdan gerçek hayat hikâyeleri dinliyoruz ki bazıları filmlerden daha şaşırtıcı oluyor. Bana göre çocukluk dönemi ve çocuk olmanın çeşitli halleri yetişkin hayatımızın içine sızmış durumda ve onunla simbiyotik bir ilişki içinde. Ben de işlerimde çocukluğa dair imgeleri, masalları ve mitleri bu farkındalığı pekiştirmek için kullanıyorum.
Baysan Yüksel, Bilinmeyen Uzuvlar sergi görseli
Comments