top of page
Fatih Tan

Kayıt Dışı Cinayetler No:4 Gustav Klimt

Yazar Fatih Tan’ın sanat dünyasının tanınmış ressamlarını birer “maktul” olarak konuk ettiği Kayıt Dışı Cinayetler yazı dizisi iki ayda bir unlimitedrag.com'da okuyucuyla buluşuyor. Kayıt Dışı Cinayetler’in kriminal kurgu dünyasının sıradaki kurbanı: Gustav Klimt


Yazı: Fatih Tan


Gustav Klimt


Gustav Klimt, 14 Temmuz 1862’de Avusturya’nın başkenti Viyana’da doğdu. 1876 yılında Kunstgewerbeschule (Viyana Sanat ve El Sanatları Okulu) kaydolan Klimt, burada 1883 yılına kadar mimari ressam olarak eğitim aldı. Pek çok genç sanatçı akranının aksine Klimt, muhafazakâr akademik eğitimin ilkelerini kabul etti. Klimt, profesyonel kariyerine başarılı bir “alegoriler” ve “amblemler” serisiyle başladı ve Ringstrasse’deki büyük kamu binalarının iç duvar resimlerini yaparak ve onların tavanlarını boyayarak sanat dünyasına adım attı. 1888’de Klimt, sanata yaptığı katkılardan dolayı Avusturya İmparatoru I. Franz Josef’ten Altın Liyakat Nişanı ile ödüllendirildi. Ayrıca Münih ve Viyana Üniversitelerinin onursal üyesi oldu. 1892 yılı ise Klimt için çok ağır geçti. Hem babası hem de erkek kardeşi Ernst’i kaybeden Klimt, ailesinin mali sorumluluğunu üstlenmek zorunda kaldı. Bu trajik durum ister istemez onun sanatsal vizyonunu da etkiledi ve çok geçmeden yeni bir kişisel tarza yöneldi. 1890’ların başında Klimt, başka kadınlarla olan çalkantılı ilişkilerine rağmen hayatının sonuna kadar yoldaşı olacak olan Emilie Flöge ile tanıştı. 1890’ların sonlarından itibaren Klimt, Flöge’in ailesiyle birlikte Attersee kıyılarında yıllık yaz tatillerine çıktı ve manzaralarının çoğunu bu tatil zamanlarında yaptı. Bu eserler, Klimt’in kişiliği dışında ciddi anlamda ilgiyi çeken tek tür olup, ayrı bir takdiri hak edecek sayıda ve niteliktedir. Resim olarak bu manzaralar, figür parçalarıyla aynı tasarım inceliğini içeriyor ve vurgulu desenlerle karakterize ediliyor. Attersee eserlerindeki derin uzaysal düzlem o kadar etkili ki, birçokları Klimt’in bunları bir teleskoptan bakarak çizdiğini düşünmektedir. 1894’te ise Viyana Üniversitesi, Üniversitenin Büyük Salonunun tavanını süslemek için Klimt’i; felsefe, hukuk ve tıp bölümlerini temsil eden üç resim yapması için görevlendirdi. Klimt, bu üç resim için -beklenenin aksine- çok marjinal ve radikal temaları ve malzemeleri tercih etti.


Geleneksel alegori ve sembolizmi, daha açık bir biçimde cinsel bir erotizmle tasarlayarak yeni bir dile dönüştürdü. Ancak bu durum, bürokratik engellere takıldı ve halkın tepkisi de gecikmedi. Çok geçmeden bu tepkilere siyasi, estetik ve dini alanlarının her kesiminden korkunç bir destek geldi. Sonuç olarak bu olayda sanatçı yalnız kaldı ve resimleri sergilenmedi. Bu da, Klimt’in kabul ettiği son kamu siparişi oldu. (Mayıs 1945’te ise Nazi güçleri tarafından bu üç tablo yok edildi.)

Klimt, 1897’de Wiener Sezession’un (Viyana Ayrılıkçılar Topluluğu) ve grubun süreli yayını olan Ver Sacrum’un (Kutsal Bahar) hem kurucu üyesi hem de başkanı oldu ve sanatçı, 1908 yılına kadar Wiener Sezession grubunda kaldı. Grubun hedefleri, alışılmadık genç sanatçılar için sergiler açmak, en iyi yabancı sanatçıların eserlerini Viyana’ya getirmek ve kendi üyelerinin eserlerini de sergileyerek uluslararası bilinirliğini sağlamaktı. Bundan dolayı da grubun birincil hedefi kendi dergilerini çıkarmak olmuştu. Grup herhangi bir manifesto ilan etmedi ve herhangi bir tarzı teşvik etmeye kalkışmadı; hatta natüralistler, realistler ve sembolistler gibi farklı tarzlar olarak bir arada yaşamaya devam ettiler. Avusturya Devleti onların çabalarını destekledi ve onlara bir sergi salonu inşa etmeleri için kamu arazisini kiraladı. Grubun sembolü, Yunanlıların mitolojisinde bilgelik ve sanat tanrıçası olan Pallas Athena’ydı. Klimt, 1898’de Pallas Athena’nın radikal bir versiyonunu kendi üslubuyla çizdi.


1902 yılı ise Sezession grubu için önemli bir yıl oldu. Grup on dördüncü sergilerini önemli bir sanat olayına, bütüncül bir deneyime dönüştürerek bir Beethoven sergisi düzenledi. Sergi Max Klinger’in onuruna açıldı ve Klinger’in anıtsal, çok renkli bir heykeli yer aldı. Klinger’in heykeli Beethoven’ı temsil eden en önemli parçaydı. Diğer eserler Klinger’in heykelinin etrafında çerçeve olacak şekilde hizalandı. Klimt ise Beethoven Frizi isimli eserini mekânın üç duvarına uygulayarak, sadece sergi için tasarladığı hafif malzemeleri doğrudan duvarlara boyadı ve bu eserle, Friedrich Schiller’in Neşeye Övgü şiirine atıf yaptı.


Klimt’in diğer bir önemli durağı, resimlerinde altın yaprağı yoğun bir şekilde kullandığı bir dönemi ifade eden “Altın Aşaması” dönemidir. Bu dönem genellikle 1890'ların sonundan başladığı ve 1908'lere kadar sürdüğü kabul edilir. Altının belirgin kullanımı ilk olarak Pallas Athene (1898) ve Judith I’e (1901) kadar uzanır, ancak bu dönemle en çok ilişkilendirilen eserler, Adele Bloch-Bauer Portresi I’i (1907) ve tüm zamanların ikonik olan The Kiss (1908) isimli eseridir.  Klimt, çok az seyahat etti, fakat mozaikleriyle ünlü Venedik ve Ravenna’ya yaptığı geziler büyük ihtimalle onun altın tekniğine ve Bizans tasvirlerine ilham kaynağı oldu. Bu süre zarfında Klimt’in resimleri, karmaşık desenler ve altın varakla işlenmiş süslü motifler içeren ayrıntılı dekoratif tarzları karakterize ediyordu. Altın varak ve folyo kullanımı, Klimt’in resimlerine lüks, neredeyse dünya dışı ve tamamen benzersiz bir kalite kazandırdığı için çok önemlidir ve özellikle onun Art Nouveau stilini temsil etmektedir.


Klimt evinde çalışırken ve dinlenirken normalde sandaletler ve iç çamaşırı olmayan uzun elbiseler giyerdi. Basit hayatı biraz kapalı ve izoleydi. Hatta tüm hayatı, sadece sanatı, ailesi ve  Sezession Hareketi etrafında dönerdi. Sosyal hayattan ve sanat dünyasından kaçınırdı. Şöhretinden dolayı genellikle müşterileri kapısına kadar gelirdi. Klimt, bu konuda çok hassastı ve müthiş seçici davranırdı. Resim yapma yöntemi zaman zaman çok özenliydi ve konularının uzun süre oturmasını beklerdi. Cinsel açıdan çok aktif olmasına rağmen ilişkilerini hep gizli tutar ve kişisel skandallardan kaçınırdı. Hatta erotik doğasını incelikli bir şekilde gizlemek için, bilhassa mitoloji ve alegorilerden yararlanırdı. Çizimlerini genellikle kadınlara duyulan cinsel bir dürtüyle şekillendiriyordu. Modelleri, onu memnun eden herhangi bir erotik tarzda poz vermek için rutin olarak onun kullanımına açıktı. Çünkü modellerin çoğu aynı zamanda fahişeydi ve belirli ücretler karşılığında çok rahat soyunup istenilen pozisyona giriyorlardı.

 

1905’te, Klimt’in aralarında bulunduğu on sekiz sanatçı yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle Sezession’dan ayrıldı. Bu kopma çalışmalarını aksatmamış ve aynı yıl ilk büyük ebatlı Kadının Üç Çağı (1905) tablosunu yapmıştı. Bu resim, çok figürlü kadın konularına da bir geçiş niteliği taşıyordu. Klimt ve arkadaşları Sezession ayrılığı sonrasında Kunstschau (Sanat Gösterisi) isimli yeni bir topluluk kurdu. Ve üç yıl sonra topluluk ilk sergisini gerçekleştirdi. Sergide Klimt’in son dönem eserleri bulunuyor ve aynı zamanda Ekspresyonist ressam Oscar Kokoschka da bu sergide yer alıyordu. 1909’da topluluk ikinci ve son sergisini açtı. Bu sergide Edvard Munch, Pierre Bonnard ve Henri Matisse gibi ressamların yanında Klimt’e hayranlık duyan, onu ustası sayan ve dostu gören genç sanatçı Egon Schiele’in çalışmaları da bulunuyordu. Klimt sergide yer alan yapıtların anlatım zenginliğini kendi yapıtlarına aktarmayı düşünmüş ve bu yüzden aynı yılın sonlarında Paris’e giderek, Henri de Toulouse-Lautrec ve fovistlerin yapıtlarını da keşfetmişti. Bu karşılaşmaların etkisi sonucunda yapıtlarında daha çeşitli renk dizisini benimseyerek çiçek dürbününü andıran şekillerin bileşimlerini ortaya çıkarmış ve altın kullanımını bırakarak süslemeleri ve dekoru hafifletmeye karar vermişti. Klimt kendi pratikleri, sanatsal vizyonu ve teknik yöntemleri hakkında çok az şey yazdı. Var Olmayan Bir Otoportre Üzerine Yorum adlı nadir yazısında, “Hiçbir zaman otoportre yapmadım. Bir resmin konusu olarak kendimle, diğer insanlarla, özellikle de kadınlarla ilgilendiğimden daha az ilgileniyorum... Benim özel bir yanım yok. Ben her gün sabahtan akşama kadar resim yapan bir ressamım... Kim benim hakkımda bir şeyler bilmek isterse... Resimlerime dikkatle bakmalı’’ diyerek kendi sanatsal entropisini bir bakıma özetlemişti. Klimt, belki de 1899’da yaptığı Nuda Verita isimli tablosunda bu durumu bir şekilde belirtmişti. Tablonun üstünde stilize harflerle Schiller’den bir alıntı yer alıyordu: “Yaptıkların ve sanatınla herkesi memnun edemiyorsan, lütfen birkaçını memnun et. Çünkü herkesi memnun etmek kötüdür.’’


Kısacası Gustav Klimt, kariyeri boyunca portreler, manzaralar ve alegorik resimler dâhil olmak üzere çok sayıda sanat eseri üretti. Belki de en çok, kariyerinde resimlerinde altın yaprağını yoğun bir şekilde kullandığı bir dönem olan “Altın Evre” ile özdeşleşmiştir. Bu çalışmalarında Klimt, kompozisyonlarını oldukça stilize etmiş, neredeyse gerçeküstü bir tasviri yaratmak için hem Art Nouveau’nun hem de Sembolizmin öğelerini birleştirerek yeni bir dekoratif estetik alımı yaratmayı başarmıştır. 20. yüzyılın en yenilikçi ve etkili sanatçılarından biri olarak kabul edilen Klimt, kısa yaşamına rağmen bugün hala sanatçılara ve tasarımcılara ilham vermeye devam ediyor. Böyle önemli bir sanatçının az bilinen örtük yaşamını deşmeye çalışarak, sanatçının bu gizli yaşamı üzerinden yepyeni bir kurmaca oluşturdum. Kurmacanın merkezine “resim ve erotizm” tartışmasını koyarak, tartışmanın sonunda sanatçının ölümünü gerçekleştirdim.


Gustav Klimt, Kayıt Dışı Cinayetler serisinin “No.4” maktulü olarak dosyada yer alıyor. Cinayetin birinci dereceden faili olarak, aynı zamanda Klimt’in de terapisti olan “Dr. Sigmund Freud” un ismi geçiyor. Klimt, atak geçirdiği bir zamanda öğrencisi Egon Schiele’nin yardımıyla randevusuz bir şekilde Dr. Freud’un Viyana’daki meşhur “Bergasse 19” kliniğinin kapısına dayanır. İçerde Dr. Freud’un başka bir misafiri vardır. Sekreterin uyarılarına aldırış etmeyen Klimt, kapıya açar ve bodoslama içeri girer. Gelin görün ki bu giriş bir ölüm anatomisinin kriminal başlangıcıdır, ama henüz kimse bunun farkında değildir.


Dr. Sigmund Freud

-Kayıt Dışı Cinayetler No.4-


Yer: Bergasse 19, Viyana

Tarih: 2 Şubat 1918

Maktul: Gustav Klimt

Şüpheli: Sigmund Freud

Ölüm nedeni: İntihar – Cinayet


Resmi kayıtlar Gustav Klimt’in 6 Şubat 1918 yılında Viyana’daki evinde İspanyol Gribinden dolayı zatürreye yakalanarak öldüğünü yazar. Oysa Klimt, Sigmund Freud’un psikanaliz divanında (psikoterapi koltuğunda) uzanmış bir şekilde kafası sol öne doğru eğilmiş, ağzından ve burnundan kanlar gelerek ölü bulunmuştur. Olayın bir intihar mı yoksa bir cinayet mi olduğunun kayıtlara düşmeyen kriminal durumunu, Kayıt Dışı Cinayetler dosyası sayesinde gerçekte orada ne olduğu ve neler yaşanıldığını öğreneceğiz.


Bergasse 19, Viyana


PROLOG – DEKOR


Klimt’in son dönemlerde psikolojik buhranları tavan yapmış ve artık üstesinden gelemediği için Viyana’nın en ünlü Yahudi nöroloğu olan ve tam adı Sigusmund Schlomo Freud’un kliniğine düzenli gitmeye başlamıştır. Dr. Freud, psikanaliz bilimini keşfetmiş ve ününü Avrupa’nın ötesine, denizaşırı ülkelere kadar taşımıştır. Klimt, atölyesinde Schiele ile resim konuşmaya başladığı bir anda kendisini yine kötü hisseder, kalbinin sıkıştığını, nefes almakta zorluk çektiğini düşünür ve paniğe kapılır. Kendisini hemen Dr. Freud’a götürmesi için Schiele’den ricada bulunur. Schiele hocasının isteğini yerine getirir ve onu kliniğe getirir. Dr. Freud’un sekreteri Aliza, içeride bir kişinin olduğunu, o yüzden de Doktorun şuan müsait olmadığını ve zaten randevusuz alamayacağını söylemesine rağmen, Klimt, sekreterin söylediklerine hiç aldırış etmeden doğruca kapıyı açar ve içeri dalar. 


-Klimt: Doktor Freud! Kusura bakmayın birden içeri girdim! Çünkü hiç iyi değilim! (Klimt o ara içerideki Doktorun misafiriyle de göz göze gelir) Lütfen, yardım edin Doktor!


-Dr. Freud: Hoş geldin Sevgili Klimt, önemli değil, sadece sakin olun! Şuraya, şu divana uzanın! (Dr. Freud Klimt’in elinden tutar ve onu divana yavaşça oturtur) Uzanın Bay Klimt, ayaklarınızı uzatın ve rahatınıza bakın! Bende bu sırada misafirimi uğurlayayım.


Projeksiyon 1: Dr. Freud, misafirini kapıya kadar götürür ve kapıda ayaküstü şunları konuşurlar:


-Dr. Freud: Düşünceye bir sınır çizmek ve bunu da dilin olanaklarıyla belirlemek... (Dr. Freud o sırada gülerek) İddialı tabii! Burada benim anladığım, daha doğrusu senin anlattıklarından anladığım, dil üzerinden “düşünüleni” değil, onun zıttı olan “düşünülemeyeni de” değil; “düşünülememeyi” belirlemek! Çünkü düşünülen ile düşünülemeyen iradi bir edim, bir arzu, ama düşünülememe ise dışsal, iradedışı, orada olmayan, kontrolümüzde olmayan bir işlem. Ya da oraya varmamızı engelleyen şey! Şunu çok rahat diyebilirim ki, bu benim “bilinçaltı” savıma çok yakın, neredeyse aynı delikten çıkan ışık kaynağı gibi! Aslında yapmaya çalıştığın düşünülememeye bir sınır çizmek, yani orada olmayana bir sınır çizerek oraya varmamızın muammasını ortadan kaldırmak, öyle değil mi? Yanlış mı anladım?


-Misafir: (Misafir de gülerek ve eliyle Dr. Freud’a doğru bir jest yaparak) Evet Doktor! Kesinlikle özünü, ince noktayı çok doğru yakalamış ve kavramışsınız Doktor! Bu konuda aldığım tüm notları en kısa zamanda size tekrar getireceğim. Beni heyecanlandırdınız! Bu yaklaşımınız için size içten teşekkür ediyorum. (Misafir Dr. Freud’un elini sıkar ve kapıyı açar)


-Dr. Freud: (Dr. Freud tebessümle) Rica ederim, yalnız itiraf etmeliyim ki, çok fazla dil oyununa zorladın beni! Ama kapım sana her zaman açık, beklerim, çünkü biz dostuz, ha bu arada ben orayı kaçırdım, bu bir kitap mı olacaktı?


-Misafir: Evet Doktor! (Misafir gülerek) En iyisi mi notlarımı toparlamaya başlasam iyi olacak...


-Dr. Freud: (Dr. Freud gülerek) Kitap için herhangi bir isim düşündün mü?


-Misafir: (Misafir gülerek) Tractatus!


-Dr. Freud: (Dr. Freud gülmesine devam ederek ve kafasını hafifçe kapıya vurarak) Hoş geldin yeni Spinoza! 


-Misafir: Yanılıyorsun Doktor! (Misafir kahkaha atarak) Sana bir sır vereyim mi Doktor, kızlık soyadımı kullanacağım: Wittgenstein!


Projeksiyon 2: Misafir (Wittgenstein) gider. Dr. Freud tekrar Klimt’in yanına gelir. Bir sandalye çeker ve Klimt’e yaklaşır. Schiele’ye ayakta kalmaması için yanındaki sandalyeye oturmasını ister.


-Dr. Freud: Yeni bir atak mı geçirdin Klimt? Peki, şuan nasıl hissediyorsun?


-Klimt: İyi değilim... Evet, bu ara sıklaştı ataklar Doktor! En ufak bir şeyde geçmişe doğru, geriye doğru uyarılıyorum sanki! Babam ile kardeşim Ernst’i kaybettiğim o zamanlara gidiyorum, aynı dönemde kaybettiğim o kötü zamanlara dönüyorum... İkisinin ölümü arasına maalesef pek bir zaman girmemişti. Neden öyle oldu Doktor, neden? Tam babamı atlattığıma ikna olmuş ve kendimi toparladığıma inanmışken, kardeşim Ernst’i aniden kaybettim! Bütün dengem altüst oldu! Meğerse buna hiç mi hiç hazırlıklı değilmişim Doktor! Kaldıramadım zaten, uzun bir süre buhran yaşadım. O süreci biliyorsun Doktor, o süreç hala devam ediyor ve görüyorsun ki şuan hâlihazırda o süreci yaşıyorum! O yüzden yine kendimi apar topar buraya attım ya! Şuan burada tam karşındayım ya! İstersen en başa dönüp tekrar tekrar her şeyi anlatmayalım Doktor... Kötü oluyorum! Şimdilik bunları konuşmayalım. Senin telkinlerin -sanat üzerine konuşmaların- bir nebzede olsa iyi geliyor. Biran her şeyi unutturuyor bana... 


-Dr. Freud: Anlıyorum sevgili Klimt, o halde sıkı dur, hoşuna giden bir şey yapacağım, sana iki farklı ressamın resimlerini göstereceğim. Eminim çok hoşuna gider... İki resimde bu hafta içinde posta yoluyla bana ulaştı. Üstelik biri Berlin’den diğeri Londra’dan... Görmek ister misin? (Dr. Freud o sırada sandalyeden kalkar, resimleri koyduğu yerden alır ve tekrar sandalyesine döner)


-Klimt: Kim bu ressamlar Doktor, tanıyor olabilir miyim? Gerçi İngiliz için bir şey diyemeyeceğim, pek hoşlanmam onlardan, tanımasam da olur, zaten genelde ukala ve küstah oluyorlar; ama Alman olanı ismen de olsa bilirim herhalde... Peki, Doktor isimlerini öğrenebilir miyim?


-Dr. Freud: Tanıdığını, hatta isimlerini bile duyduğunu düşünmüyorum! (Dr. Freud tebessümle) Çünkü ne Almanlar ne de İngiliz! Berlin’den gelen resim Mahmut Celayir imzalı. Londra’dan gelen ise Walid Siti olmalı... İki farklı stille yapılmış iki farklı resim.


-Klimt: Kusura bakmayın Doktor, bu iki ismi ilk defa duyuyorum. Avrupalı olmadıkları kesin. 


-Dr. Freud: Doğru Avrupalı değiller, sen sormadan ben söyleyeyim Asyalı da değiller. Doğulular, Ortadoğulu! İkisi de Kürt!


-Klimt: Kürt mü? Kürtler hakkında hiçbir fikrim yok Doktor! Sadece alegorik olarak “hayalet” olduklarını duymuştum! Elbette resimlerini görmek isterim, gerçekliklerine temas etmek isterim, açıkçası merak ediyorum. (Klimt tebessümle) Bir görelim gerçekler mi yoksa anlatıldığı gibi hayaletler mi? Ama ondan önce merakımı mazur görün, bu resimlere, bu ressamlara nasıl ulaştın?


-Dr. Freud: Uzun bir zamandır öteki dediğimiz grupların ve azınlıkların sanatını ve edebiyatını yakından takip ediyorum. Onların ne düşündüğünü, ne ürettiğini anlamaya çalışıyorum. Onlarla ilgili veri topluyor ve yaptığım bir takım testlerde ölçü olarak kullanıyorum. Bilirsin bende bir Yahudi’yim. Almanlar uzun zamandır buralara göz dikmiş ve bizi istemediklerini her fırsatta bazen örtük bazen açık bir şekilde beyan ediyorlar. Almanya’da kaç zamandır yükselen Nasyonal İşçi Partinin “postal” sesleri ülke sınırlarını aştı ve artık bütün Avrupa’dan da şiddetli bir şekilde duyulmaya başlandı. Kimse bu “öjenik-ırkçı” dalganın önüne geçemiyor maalesef! Bu hızlı yükseliş beni çok ürkütüyor, hiç iyi görmüyorum! Sanki bizleri [Yahudileri] korkunç bir son, bir felaket bekliyor gibime geliyor! Belki de tüm hassasiyetim buradan geliyor. Belki de Kürt ressamlarla kurduğum bağın sebebi budur, bilemiyorum... Dolayısıyla sevgili dostum, hem Berlin’deki hem Paris’teki hem de Londra’daki senin gibi dostlarım bana zaman zaman -ötekilerin üretimleri olan- plak, kitap, heykel veya tablo gönderirler. Onlarla irtibat halindeyim. Bazen de kendim gidip yerinde görürüm. Sağ olsun üşenmeden gönderiyorlar. Tabii faturalarını kendim ödemek şartıyla, yoksa asla kabul etmem. Bu iki sanatçının da başarılı işler ürettiğini duymuştum.  (Dr. Freud o esnada ilk tabloyu eline alır.) Bu ilk resim Celayir’in “Suskunlar Ülkesi” isimli eseri. Ne düşünüyorsun bu eser hakkında?


-Klimt: Ooo soyut stil! Doktor burada korkunç bir “kaos yanılsaması” var! Renkler hem kendini izlettiriyor hem de müthiş rahatsız ediyor. Kendi ruh halimi görüyorum bu resimde! Buradaki bir aradalık aldatıcı derecede uyumlu... Kompozisyon bitmiyor, renklerin geçişken sürekliliği ruhumu kemiriyor. Bu tabloda çok ses var Doktor, öyle böyle değil! Bu çok seslilik bir sessizliğe ve suskunluğa dönüşmüş sanki! Ressam bize suskunluğu çok sesle vermiş. Bunu bilinçli yapmış, demin kapı eşiğinde arkadaşınızla konuştuğunuz şeyleri çağrıştırıyor bana... Kusura bakmayın Doktor, istemsiz kulak misafiri olmuştum muhabbetinize... Ama resimdeki bu suskunluğu ruhumda bizzat hissediyorum, konuşarak, hem de çok fazla konuşarak. Çünkü ruhun bir dili yok Doktor! Bedenin bir dili var! (Uzuv olarak var!) Deminki misafirinize söylediğiniz şeyi lütfen tekrar eder misiniz?


-Dr. Freud: “Dil üzerinden düşünüleni değil, düşünülememeyi belirlemek!”


-Klimt: Düşünülememeyi belirlemek, öyle değil mi doktor, güzel! Peki, şöyle diyebilir miyiz Doktor: “Konuşulamamayı belirlemek!”


-Dr. Freud: Nasıl?


-Klimt: Eğer ortada bir dil yoksa Doktor! Ya da ressamın bizzat dili yoksa! İşte o zaman konuşulamama konuşulamayan şey olarak belirlenir. Beden konuşarak ruhu ifade etmez, yanılsama burada başlıyor Doktor! Yani beden ruha bir araç olmaz, tam tersine beden konuşarak sadece ruhun konuşamadığını belirler. Ressamın burada yaptığı şey, bir bakıma aynı şey! Çok fazla iç içe geçmiş çizgiyi, şeridi, dokuyu, rengi bir arada tutarak tek boyutluluğa işaret ediyor. Yani Doktor, ortada plastik renkliliğin [çokluğun] yarattığı bir yanılsama var, peki, biz bu yanılsamaya nasıl varıyoruz?


-Dr. Freud: (Dr. Freud kafasını sallayarak) Nasıl varıyoruz?


-Klimt: Kaotik görüntü sayesinde, karmaşıklık yanılsamayı tayin ediyor, kaos doğası gereği birden fazla bileşeni barındırır. Kaotik görüntü bu noktada bir yanılsama ise o zaman bunun gerçekliği de “suskunluktur.” Dolayısıyla Doktor, ressam, kaostan kaynaklı çoklu görünen yanıltıcı sesliliğin tek boyutlu olduğunu, dildeki kelimelerin konumlarını ve yerlerini de değiştirerek, çoklu bir suskunluğa götürüyor. En başa, arkadaşınızla kapıda konuştuğunuz noktaya geliyoruz. Bence tablo bu açıdan bakıldığında harikulade Doktor! 


-Dr. Freud: (Dr. Freud gülerek) Sevgili Klimt, o kadar etkili konuştunuz ki, benim buna ekleyebileceğin hiçbir şey yok, keşke olsaydı! Madem konuşma bu düzlemde iyi gidiyor, istersen birde Siti’nin tablosuna bakalım, senin için de uygun mu?


-Klimt: Memnuniyetle! 


-Dr. Freud: (Dr. Freud, tabloyu eline alarak Klimt’e çevirmeden önce yine kendisi bakar, fakat o tabloda da Celayir’in imzası vardır. Dr. Freud bunu fark etmemiştir, ancak Klimt bunu hemen fark eder) Hımmm, hiperrealist bir tablo! Büyüleyici!


-Klimt: Doktor, elinizdeki tablonun Siti’ye ait olduğundan emin misiniz? Sağ altta Celayir’in imzası var. (Dr. Freud tabloyu tekrar kendine çevirir ve imza yerine bakar)


-Dr. Freud: Haklısınız, ama çok ilginç, burada Siti’nin tablosu olmalıydı. Sevgili dostum Henri Moore geçen hafta Londra’da bir sergideydi ve o sergide önemli bir sanatçının (Walid Siti’nin) olduğunu belirtmiş ve o sanatçının eserleri ilgimi çeker diye ondan benim için bir eser alarak birkaç güne göndereceğini söylemişti. Gerçi hafta sonu şehir dışındaydım. Bir saniye izninizle, Aliza ile bir görüşeyim, neyin ne olduğunu, durumu hemen öğrenirim.


Projeksiyon 3: Dr. Freud Aliza ile görüşür. Moore tarafından herhangi bir kargonun gelmediğini, sadece Berlin’den Bahram Hajou tarafından gönderilmiş bir kargonun içinde iki tablonun geldiğini söyler. Dr. Freud o iki tablonun bilgilerinin yazıldığı kâğıdı alır ve tekrar içeriye döner. Klimt ile Schiele’yi ilaç dolabının yanında tartışırken bulur.


-Dr. Freud: Beyler, sakin olun lütfen! Ne oldu? Niye tartışıyorsunuz? 


-Schiele: İlaçları almaya çalıştı. İzin vermeyince beni tehdit etti. Almasına izin vermedim. 


-Dr. Freud: Tamam herkes yerine geçsin. (Dr. Freud Schiele’ye ilaçları almadığından emin olmak için yine sorar) İlaçlara dokunmadınız değil mi? Çünkü onlar tehlikeli, dozajları çok yüksek! (Schiele almadıklarını teyit eder gibi kafasını sallar) İyi o zaman tabloya geri dönelim. Tablo çok ilginç değil mi, size de öyle gelmedi mi? Ben imzayı görmeseydim imkânsız, aynı kişiye ait olduğuna inanmazdım. İlk resim tam bir soyutlama cennetiydi, bu ise tam tersine pitoresk bir manzaranın ortasında çizilmiş aşırı realist çıplak bir “Jesus” adeta! Celayir’in ilk eserinin ismini biliyordum, çünkü bana söylenmişti. Ama bu ikinci eser hesapta yoktu, sevgili dostum Hajou bana bir sürpriz yapmış olmalı, bu eserin Celayir’e ait olmasını beklemiyordum, şaşkınım! O yüzden bir saniye bir karışıklık olmasın... Eserin künyesine bakmam gerekecek... (Dr. Freud cebindeki kâğıdı çıkarmaya çalışır) Tamam Beyler, işte burada, Celayir’in bu ikinci tablosunun ismi ise “Portre”. Sizce bu eserdeki “çıplaklık” bir erotizm içeriyor mu, bu sefer ikinize de soruyorum?


-Klimt: Çıplak olduğu belli, ama belirgin değil! Başka türlü ifade edersek Doktor, ortada bir portre var ve bu portre sanatçınınki olmasına rağmen anonim! Yani sanatçının kendisi belirgin ancak kimliği anonim! Kimliği (vücudu) çıplak, o kadar çıplak ki bakışın yok hükmünde! Dolayısıyla Doktor, hem benim hem de Schiele’nin resimlerindeki vücudun uyarıcı bölgelerindeki bir çıplaklık yok burada! Cinsel dürtüyle çizilmediği açık. O yüzden kesinlikle bir erotizm imgesi yok burada! Tam tersine Doktor, buradaki çıplaklık politik!


-Schiele: Klimt’e katılıyorum... Sanki bir teslimiyet var bu resimde! Figür iki elini açarak buradayım, “gelin ne yapacaksanız yapın” dermişçesine... Ama beri yandan da bir meydan okuma var! “Buranın, üstüne bastığım bu yerin, bu uçsuz bucaksız coğrafyanın sahibi benim” anlamı da var! Belki de her iki cümle, tek bir cümledir. Ancak şurası çok açık ki, erotizm olmadığı kesin! 


-Dr. Freud: Teslimiyet mi, meydan okuma mı, hangisi Schiele?


-Klimt: İkisi de... Pardon, dostum araya giriyorum! 


-Schiele: Lütfen! Devam et!


-Klimt: Neden ikisi de, çünkü ellerini bir Jesus gibi açmış olması bir meydan okumayı, çıplak oluşu da aynı zamanda savunmasızlığını ulu orta ifşa ederek bir teslimiyeti temsil ediyor. Yani ilk bakışta üzerinde durduğu ve kompozisyonu da oluşturan doğaya teslim oluyor; ikinci bakışta ise resme bakan insanoğluna tam göz hizasından bakarak ve karşısında durarak, hatta göz göze gelerek ve tüm doğaya hükmedermişçesine arkasına alarak büyük meydan okuyor. Ama çıplaklığını karanlıkta bırakıyor. Bedeninin alımını bizdeki açıklığın aksine, sanki iştahla bakmamıza bile isteye engellemiş gibi davranıyor.


-Schiele: Kesinlikle! Bile isteye karanlıkta bırakmış! Bu gösterememe hali bir erotizm mi? Bence hayır! Normalde evet! Ama hayır! Çünkü ilk resimle bağlantılı paralel bir düşünce barındırıyor... Şimdi diyeceksiniz ki, nasıl oluyor da soyut bir resim, hiperrealist bir resimle bağlantılı oluyor? Bir önceki tabloda ne demiştik, “çoklu görünen renkliliğin yanıltıcılığı”, Klimt burayı müthiş analiz etmişti. Burada da bedenin açıklığını kapalı göstermesi söz konusu. Bedeni kumaşla (elbiseyle) örtmesiyle değil, çıplak bırakarak kapalı gösteriyor. Fizyolojik yapının en ham ve en görünür haline müdahale etmeden karanlığa dönüştürüyor. Bu karanlık bir gizleme değildir. Zaten gizlemek doğru kelime olmayacak, bana kalırsa sanki sanatçı bir olmayışı hedefliyor. Karanlıkta görünmeyen bir olmayış! Karanlıkta bir şeyin gerçekte olup olmadığını tam olarak hiç bir zaman tespit edemeyiz. Ama aydınlıkta çok rahat tespit ederiz. Bir ağacı gündüz gözüyle görebiliriz, yani dümdüz bir manzaraya gündüz baktığımızda orada bir ağacın olup olmadığını görürüz, ancak aynı manzaraya gece karanlıkta baktığımızda bir ağacın var olup olmadığını bilemeyiz, çünkü karanlık görmemize izin vermez. Ağaç orada oladabilir olmayadabilir. Dolayısıyla karanlıkta görünmeyen bir olmayış, aynı zamanda bir oluştur da! Ressam çıplaklığı bir bedenin olmayışından, bir oluşun kanıtsız tespitsizliğine zekice götürüyor! Yani ressamın bedeninin [kimliğinin] var olmadığını kanıtlamak için, önce onu tespit etmemiz gerekir. Ancak ressam bunu karanlıkta bıraktığı için, tespit, var olmayanla var olanı eşitlemek zorunda kalıyor. Kısacası ressam, her iki ihtimali önümüze sererek, var olmayanı var olanın statüsüyle eşitliyor ve bu sayede de var olmayanın varlığını gerçekleştiriyor. Bence çok zekice! Buna “varlığın fenomenolojik yaratımı diyebiliriz!” Ben kendi hesabıma ressamı tekrar kutluyorum!


- Dr. Freud: İkinizde çok değerli çözümlemelerde bulundunuz. İşte biz buna çözümleme diyoruz. Tebrik ederim. Çözümleme, kişinin kendi medyumuna fiziki ve düşünsel olarak ne kadar hâkim olup olmadığını açığa çıkarır. Oysa birçok kişi tespit ile çözümlemeyi karıştırır. Tespit, daha çok vasat edebiyatçıların işidir, edebi bir retoriktir; çözümleme ise filozoflara, dâhiyane sanatçılara mahsustur. Çünkü çözümleme teoriktir, asla retorik değildir. Esas mesele, bir şeyin tespit edilmesi için, öncesinde onun çözümlenmesinin birileri tarafından şu ya da bu şekilde yapılmış olması gerekir. Yani sen, “kapitalist sistemde işçinin emeği sömürülüyor” dediğin vakit, bu geçerli ve haklı bir tespittir, ancak bu tespiti yapmana olanak sağlayan şey, Marks’ın onu -senin tespitinden önce- çözümlemiş olmasıdır. Keza bir şeyin günümüzde sanat olup olmadığının tespitini Duchamp’ın çözümlemesine göre de yapabiliriz. Buradaki mevzu Marks’ın nesnelliği ile Duchamp’ın öznelliği değildir, bizlere dilde, düşüncede ve bakışta olanak yaratmalarıdır. Tespitin dayanağı, öncesindeki teorik-pratik çözümlemeye içkindir. Aksi halde her şey retorik olur, ampirik bir spekülasyon olarak kalır. Dolayısıyla Beyler, bende erotizmle ilgili müsaadenizle bir iki şeye değinmek, kendimce bir çözümleme yapmak isterim. Son dönemlerimde keşfettiğim şey, “Libido”, ki buna cinsel veya erotik dürtü de diyebiliriz. Bana göre bu dürtü, aynı açlık dürtüsüne benziyor. Ben bunu daha doğuştan belli olan temel bir insan içgüdüsü olarak görüyorum. Tüm libidinal dürtüler doğası gereği yaşamsal ve bedensel işlevlere bağlıdır. Örneğin beslenme, atıkların boşaltılması vb... Libidinal boyutu saf bedensel zorunluluk olarak işlevsel açıdan ayıran şey, etkinliğin ilişkilendirildiği hazdır. Ancak bu haz estetik hazdan farklı değildir. Libidinal dürtü haz ilkesine bağlı olduğu için, estetik hazla, sanatsal duyum ve istek, endokrine sisteminde bir arada ve üreyerek birleşir. Bir libidinal aşamadan diğerine tüm geçişler, kayıp deneyimle veya güçlü bir hoşnutsuzlukla işaretlenir. Celayir’in bedenindeki kayıp deneyimin karanlık hoşnutsuzluğu veya renklerindeki çokluğun tekdüze algısı, onun varlığını oluşturan öteki kimliği ile ilgilidir. Sizin resimlerinizdeki libidinal dürtüler, erotizimle sanatın aynı haz kaynağından çıktığını gösterir. Resim hazza, haz sanatsal duyuma, sanatsal duyum bedenin mahremiyetine, bedenin mahremiyeti estetik bakışa, estetik bakış toplumsal tabuya, toplumsal tabu sanatçının yoz kişiliğine kadar tekrar en başa geri döner. Ama bu döngü, birçok olumsuzluğu sırtlayarak, ekleyerek geri döner. Bir totemin formunu alır. Dolayısıyla erotizm, bir vajinayı veya bir penisi doğrudan en ince ayrıntısına kadar çizmek değildir, Klimt’in “The Kiss” eserindeki erkek figürünün boyun hareketindedir, öpüşmeye çalışırken bir penisi çağrıştırıyor olmasıdır. Erotizm, o boyun kıvrımındaki ve kıvraklığındaki harekette, hareketin sonucunda oluşan şeklin bilinçaltı tasavvurunda gizlidir, öpüşmenin kendisinde değil!


 Projeksiyon 4: Aliza gergin bir halde aniden içeri girer ve tuhaf jest ve mimikleriyle Dr. Freud’u başka bir hastaya o saatte randevusu olduğunu söylemek için dışarıya çağırır. Klimt o sırada tekrar uzanır, Schiele’de Dr. Freud ile çıkarak tuvalete gider. 


-Dr. Freud: Müsaadenizle Beyler, hemen geliyorum!


-Klimt: (Klimt gözünü hafif kısarak ve tebessümle) Müsaade sizin Doktor! Bakar mısınız Doktor, baya zaman geçmiş, o ara saate bakmak hiç aklıma gelmedi, sanırım öğleyi geçmişti gelişimiz, misafirinizi uğurladığınız sıraydı... Şimdi neredeyse hava kararacak. Ama ne yalan söyleyeyim Doktor, zamanın nasıl aktığını anlamadım bile, çok iyi geldi konuşma, kuş gibiyim, çok rahat hissediyorum kendimi, ayaklarımı tekrar uzatacağım... 


-Schiele: Doktor, bir saniye bende sizinle geleceğim, (Schiele gülerek) biraz sıkıştım da...


Projeksiyon 5: Dr. Freud odaya tekrar gelir. Schiele tuvaletten daha gelmemiştir. Dr. Freud panik bir haldedir, kan ter içinde kalmış ve çok gerilmiştir. Divana tekrar yanaşır, üzgün ve düşünceli bir şekilde ayakta durarak, bir elini arkadan beline diğer elini ise sandalyesinin en üst ucuna koyar. Biraz bekledikten sonra serinkanlı bir şekilde davranmaya ve konuşmaya çalışır.


-Dr. Freud: Sevgili dostum bu dil oyunlarını şimdilik burada noktalamak zorundayız! Maalesef benim bir hastam intihar etmiş, şuan Aliza’nın yanında iki polis memuru var.  Hastanın kendisi öğleden önce buradaydı, yanında da bir kadın vardı. Sende tanırsın, bizim Klimt! Ressam Gustav Klimt! Atölyesinde ölü bulunduğu, daha doğrusu ağzından ve burnundan kanlar gelerek intihar ettiği söyleniyor. Etrafında da yüksek dozlu sıvı ilaç (morfin, opioid, metafetamin vs.) şişeleri bulunmuş... Polisler o yüzden beni merkeze götürmeye gelmişler, ifademi alacaklar... Aslında tam olarak intihar mı başka bir şey mi daha net bilinmiyor! Belki de intihar değildir. Bilmiyorum. Belki de yüksek doz alıp, ruhunu çarmıha germek istedi, belki de Velázquez ya da Beethoven ile konuşmak istedi! Belki de gerçekten intihardır, babası ile kardeşini özledi, kim bilebilir ki? Şuan kafam çok karışık, ne dediğimi bilmiyorum! Sadece olayı anlamaya, idrak etmeye çalışıyorum. Bu arada bu vahim olayı polise ihbar eden de öğrencisi Egon Schiele! Her zamanki gibi atölyeye hocasını rutin ziyarete giderken, tesadüfen denk gelmiş. Ayrıca Klimt atölyede yalnız değilmiş, yanında aynı zamanda modelliğini yapan hayat kadınlarından birisi varmış, ki muhtemelen sabah saatlerinde kliniğe beraber geldiği kadındır. Kadını çok sonra tuvalette kokain çekerken yarı baygın bulmuşlar. Korkarım o kokaini de bana isnat edecekler. Talihsizlik o ki, bu ara klinikte çok fazla kokain bulundurdum. Anestezi için kullanmayı düşünüyordum. Şuan için doğal olarak orada bulunan ilaçlardan şüpheleniyorlar ve o ilaçlar kliniğimdeki ilaçların olabileceği iddia ediliyor... Kliniği aramak için henüz gerekli izinler bölge savcılığından çıkmamış! Daha doğrusu yetişmemiş! Ama çok uzun sürmez, en geç yarın detaylıca incelenir! Bilemiyorum, hiçbir anlam veremiyorum, sadece çok üzgünüm... Şimdilik bu ilaçları içerek intihar etmiş olabileceğinin ihtimali üzerinde duruluyor ve bu ihtimali güçlü kılan da orada bulunan boş ilaç şişeleri ve tabii ki kokain! Bu da beni haliyle birinci dereceden esas şüpheli yapıyor. Oysa ben Klimt’e hiçbir zaman ilaç vermedim ki! Neyse sevgili dostum, memur beyler bekliyor, onları daha fazla bekletmemeliyim! Bu mevzu bir çözülsün, daha geniş bir zamanda tüm notlarını toparlayıp getirirsin, o zaman daha kapsamlı bakarız, değerlendiririz, olur mu?


-Wittgenstein: Olur tabii Doktor, sonra devam ederiz, hiç sorun değil! Hele önce bu şoku bir atlatalım ve bu kriminal mevzu bir suhulete ersin,  gerisi kolay! Klimt demek ha... Klimt’i nasıl tanımam! Sende iyice bunadın galiba Doktor, ben geldiğimde Klimt ve yanındaki kadını yolcu ediyordun ya! Aslında Klimt ile göz göze geldik, fakat boşluğa bakar gibi bakıyordu, beni tanımadı. Selam verdim, karşılık bile vermedi! Gözlerinin feri sönmüş, yaşam enerjisini yitirmiş gibiydi! Klimt için çok üzgünüm Doktor! Belki belli ettirmiyorum, ama inan hala şok içindeyim!


-Dr. Freud: Doğru ya! Pardon, kafam iyice dağıldı...  Hâlbuki o durum benimde dikkatimi hayli çekmişti, yani seni tanıyamamasını! Nörolojik bir durumdan ziyade, zihin ile ilgili bir semptomdan şüphelendim. Bu durumu ona soracaktım, fakat fırsat olmadı. Çünkü kapıya gelmiştik artık... İyi ki sormamışım, zihnini daha da bulandırırdım, zaten hiç iyi değildi! Hiç iyi görünmüyordu! Kaldı ki, netice ortada! Onun bu ruh hali görüldüğü üzere çok trajik bir olay ile sonuçlandı! Keşke öyle olmasaydı!


 -Wittgenstein: Demin Aliza garip davranışlar sergileyerek başka hasta ve randevu var derken bu yüzden mi seni çağırdı?


-Dr. Freud: Evet, polisler... Ve şuan bekliyorlar... Eğer başka bir işin yoksa bana refakat etmeni isterim. Beraber gidelim mi?


-Wittgenstein: Olur olur, hadi gidelim...


-Dr. Freud: (Dr. Freud askıdan paltosunu ve şapkasını alırken o sırada ilaç dolabına bakar!) Olamaz! Bu mümkün değil! 


Not:

Konuşmada bahsi geçen Mahmut Celayir’in eserleri:


Mahmut Celayir, Suskunlar Ülkesi, Tuval Üzerine Akrilik ve Kâğıt, 2013, 200 x 400 cm


Mahmut Celayir, Portre, Tuval Üzerine Yağlı Boya, 2015, 150 x 250



Comments


bottom of page