İhsan Oturmak, bu sene 20-26 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen Liste Art Fair Basel’e yeni işlerinden oluşan bir sunumla katılıyor. Bu vesileyle sanatçıyı Odak:Resim serimize konuk ediyoruz
Röportaj: İbrahim Cansızoğlu
İhsan Oturmak, Fotoğraf: Onur Kaya
Resimlerinin en ayırt edici özelliklerinden biri oluşturduğun kompozisyonlar. Kalabalık figür gruplarını farklı biçimlerde bir araya getirdiğin kompozisyonları tercih ediyorsun. Bu figür grupları da belirgin topluluklara işaret ediyor. Öğrencilerin sınıf fotoğrafı çekilirken aynı kareye sığmak için girdikleri sıralarda, bir cami içinde uyuklayan Müslüman cemaatte, bakışları televizyona kilitlenmiş izleyici gruplarında ve insanların hayali bir eve girme yasağı nedeniyle evlerinin önünde birikmeleriyle oluşmuş kalabalıkta toplanmanın çeşitli biçimlerini görüyoruz. Toplanma eylemini resmetmeye yönelik bu yoğun ilginin kaynağı ne?
İnsanlar genel olarak kendilerini bir gruba ait hissederler. Çocukluğumdan beri birilerinin bir gruba ait olduğunu hep görürdüm açıkçası. Bunlar meslek grupları da olabiliyor, din grupları da... Camilerde politik zeminde gruplaşan cemaatler ya da okula giden öğrenciler olabiliyor. Öğrencilerin mahalleye, semte göre kendi içlerinde gruplaşmalar olabiliyor. Benim işlerimde de genelde birbiriyle ilişkili insanlar bir arada bulunur. Üniversite için Diyarbakır’dan İstanbul’a ilk geldiğim zaman, benim gibi farklı bölgelerden gelen öğrenciler vardı. Bu öğrenciler bir müddet sonra kendi aralarında gruplaşmaya başlıyorlardı. İç Anadolu’dan gelenler üniversitede hemen birbirlerini buluyorlardı. Aynı dili konuştukları için aynı kültürden geldikleri için sohbetleri ona göre oluyordu. Karadenizliler birbirini buluyordu. Egeliler bir araya geliyordu. Kürtler sürekli beraberlerdi. Bu insanlar bir araya geldiklerinde, kaybettikleri duyguları, durumları, mekânları arıyor gibiydiler. Hem birey hem de toplum kendi varlığını göç ettiği yerde kaybetmişti sanki. Bir arada olma durumu üzerine sürekli düşünmeye başladım. Acaba neden birbirimize ihtiyaç duyuyoruz? Neden sürekli yan yana oluyoruz? Bunun altında yatan şey ne bilmiyorum ama galiba aileyle ilişkilerin etkisi var. Bir şekilde bir aile içeriği arıyoruz gittiğimiz yerlerde. İstanbul’a geldiğimde ben de farklı gruplara aidiyet yaşadım. Bunlar ilk dönem dindar dediğimiz gruplardı. Eğer geçmişinde bir zümreyle ilgili bir eğitim varsa ya da onunla ilgili bilgi sahibi olmuşsan onlara ilgi duyup bir şekilde içlerinde kalabiliyorsun. Sonraki dönemlerde seküler kesimle böyle bağlar kurdum. Soruya gelirsek işlerimde bu gruplara çok fazla değiniyorum. Aslında değinmeye çalışmıyorum da ister istemez içine dahil oluyorum. Çünkü gündelik yaşamda da bu var. Bir şekilde kendini ait hissettiğin yerde yaşamını sürdürmeye, kendini güvende hissetmeye çalışıyorsun. Benim de kendime ait güvenli bir alanım var ve bu güvenli alan beni korkularımdan kurtarıyor. Ben de o güvende hissetme rutinini resimde devam ettiriyorum.
İhsan Oturmak, Yeni Yaşam Alanı II, 2018, Tuval üzerine yağlı boya, 180x110 cm
Diyarbakır’daki Loading Art Space’deki bir söyleşinde estetik anlayışını kurarken üzerinde düşündüğün kavramların denetim, gözetim ve ideoloji olduğunu belirtmiştin. Resim pratiğinde bu kavramların figüre yaklaşımını nasıl şekillendiriyor?
Bir dönem İstanbul’da bir cezaevinde çalışıyordum. Orada çalıştığım atölyede üç tane kamera vardı. Bu üç kamera bizim resim yapışımızı gözetliyordu. Cezaevi müdürü de bu görüntüleri izliyordu. Orada tutuklulara resim çizdirirken sürekli gözüm kameralara takılıyordu ve kendimi dersten ziyade sunumdaymış gibi hissediyordum. Genelde de basit, apolitik konular tercih ediyordum. Çoğunlukla figür çizmeyi öğretmeye çalışıyordum. Sonraki dönemde manzara resimleri öğretmeye çalıştım çünkü çoğu içeride olmanın verdiği psikolojiyle manzara resmine meraklıydı. Kameraların beni gözetleme hissi sürekli üzerimdeydi. Diğer yandan benim de gözlerim resim yapan tutukluların üzerindeydi. Hem gözetleyen hem de gözetlenen olmak çok enteresandı. Gözün gözü takip etmesi üzerine ilerleyen bir süreç gibiydi. O dönemlerde bu denetim-gözetim meseleleri benim daha çok ilgimi çekmeye başladı. Sonra yaşadığım bu süreç resimlerimde de belirginleşmeye başladı. İşleri yaparken genelde kontrol edilmiş, kontrol altına alınmış, her hareketi gözetlenen insanları, mekânları, durumları ve yaşamları işlerime aktardım.
İhsan Oturmak, İsimsiz, 2019, Tuval üzerine yağlı boya, 40x120 cm
Öktem Aykut’taki ilk kişisel sergin Açık Stratejiler kaza, karşılıklı silah çekme ve tutuklanma gibi durumları konu ediniyor, çarpıcı mizansenlere odaklanıyordu. Bu sergine neden Açık Stratejiler ismini verdin?
Açık Stratejiler dizisi çok açık bir şey aslında. İsimden belli olduğu gibi. Çok fazla kötü toplumsal olay yaşanıyor. Bu olaylar çok açık gerçekleşiyor ama genelde insanlarda şöyle bir intiba oluşuyor; sanki olay çok gizliymiş, sanki farkında değilmişiz gibi bakıyor, öyle çözümlemeye çalışıyor ve komplo teorileri üretiliyorlar sürekli. Ama çoğu şey ortalıktadır ve belirgindir aslında. Yeter ki görmek iste. O dönemde cezaevinde çalışıyordum, üçüncü yılım dolmuştu ve bu süreci bir şekilde Öktem Aykut’a taşıdım. Aynı dönemlerde Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayı vardı. Sürekli ekranlarda bir görüntü dönüyordu. Diyarbakır Sur hep haritalandırılıyordu televizyonda. Bir taksi Tahir Elçi’nin konuşma yaptığı sokağın başında duruyor. Ondan sonra silahlı bir adam çıkıyor taksiden. Adam konuşma yapılan sokağa giriyor. Tahir Elçi konuşma yaparken polisle kaçan kişi arasında çatışma oluyor ve biri ateş ediyor. Orada belirsiz bir şekilde bir kişi ölüyor; nedense ölen kişi Tahir Elçi oluyor. Tekrar kim öldürdü, diye sürekli çekilen videoları geriye alıyorlardı. Televizyonlar defalarca aynı görüntüleri yavaşlatarak izlettirdi. O durumun belirsizliği ilginç gelmişti açıkçası. Kimin ateş ettiğinin belirsiz olma durumu… Daha sonra bu durumu Birbirini Arayan Polis işiyle göstermiştim. İki tane polisin birbirini aradığı bir videoydu. Otuz üç görselden oluşan bir kısa animasyondu. Bu videoda birbirini arayan polislerden kimin suçlu olduğunu bilmiyorsun. İki polisten biri suçlu ama biz suçluyu bulamıyoruz. Ancak video karelere bölününce belinde silahı olan suçluyu tespit edebiliyoruz. Benzer deneyimleri cezaevinde çalışırken de yaşadım. Cezaevine girerken, gardiyanın gardiyanı araması aklımda yer eden bir sahneydi. Herkesin birbirini şüphe içinde gözetlemesi deneyimlediğim bir durumdu. Açık Stratejiler dizisi cezaevinde çalışma deneyimim ve Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayının bir sentezi gibiydi. Açık bir olayın gizliliği üzerine düşünülmüş bir sergiydi tabii kaza yapmış araçlar da olayın bir parçasıydı.
İhsan Oturmak, Görünmez Kaza, 2018, Tuval üzerine yağlı boya, 200x150 cm
Ambulans, polis arabası, iş makinası gibi çeşitli araçları resmetmekle de ilgileniyorsun ve bunların kazaya uğramış, deforme olmuş halleri resimlerinde sıkça karşımıza çıkıyor. Bu nesnelerin resminde sunulma biçimleriyle denetim, gözetim ve ideoloji kavramları arasında nasıl bağlantılar var?
Araçlara baktığın zaman, seni bir yerden bir yere götüren basit bir nesne olarak algılayabilirsin. Anlamı derinleştirmedin mi hareket eden bir obje gibi gelir gözünün önüne. Bu anlamları ona kazandıran şey, onun görev durumu. Açık Stratejiler dizisinde zaten bir denetim, gözetim meselesi içindeydim. İçinde bulunduğum süreç araçlara ilk anlamların dışında ikinci anlamlarıyla yaklaşmamı, onlara birer metafor olarak bakmamı sağladı. Çünkü araçların varoluşları gereği kazalara uğrama, olay yaratma kapasiteleri çok yüksek ve belirsiz problemler yaratmada çok aktifler. Susurluk Olayı’ndaki gibi bazen de belirsizliği açığa çıkarırlar. Bu da bize politik alt okumalar sunar. Aksamalar üzerine de çalıştığım bir dönemdi. Ama bu aksamalar da birer metafordu. Her zaman aksamanın olması gerekmiyor. Bazen makam aracı gibi bir arabanın kendi varoluş biçimi politik bir anlam da barındırıyor olabilir. Makam aracın kaza geçirmesiyse okumayı derinleştiriyor ve politik alt mesajlarını okunur kılıyor. Bu kaza hallerini metafor olarak okumak yeni ilişkiler kurmamızı sağlıyor.
İhsan Oturmak, Alternatif Kaynaklar No:2, 2020, Tuval üzerine yağlı boya, 30x48 cm
Topluca gerçekleştirilen ve resimlerinde yer bulan bir başka eylem de araba itmek. Bu eyleme dikkatini çeken şey neydi?
Araba itme eylemi Açık Stratejiler dizisi sergisinden sonra ortaya çıkan bir durum oldu. Çünkü bir dönem dar sokağa giren araçları resmetmeye başladıktan sonra, araç merakım doğmaya başladı. Araçların salt gizil anlamlar, teorik yeni anlamlar türetmesi, aracın endüstriyel varlığının mimariyle bir araya geldiğinde kendiliğinden sorular yaratması gibi durumlar araçlarla ilgilenmeme neden olmuştu. Araçlara ilgi duymaya başladıkça, araçların kaza halleriyle ilgilenmeye başladım. Çünkü kaza halleri basit okumalar sağlıyordu. Örneğin, ambulansın kaza sonrası parçalanmış hali, aslında kurtarıcı olması gerekirken ambulansı kendi kendine yetemeyen pasif bir güce dönüştürüyordu. Bu güç seni yönetiyor -tabii bunu bir metafor olarak düşünüyorum. Gittikçe, kullandığım metaforlar artmaya başladı. Bir yerden sonra aracı bir sistem, bir ideoloji, bir gücün sembolü gibi okumaya başladım. İşleyen bir mekanizma ama bir yandan da gücün temsiliyeti… Bu güç yetersiz kaldığında onu hareket ettirmeye çalışan halk benim resimlerimde aracı iten adamlar. Yani araçları iktidarın temsili gibi bir şeye dönüştürmeye başladım. En sıradan aracı bile, örneğin, Toros... Sıradan bir araç, bir köylünün arabasıyken diğer yandan beynim onu sürekli ideolojik bir araç olarak okumaya başladı.
İhsan Oturmak, Alternatif Kaynaklar serisinden, 2020, Tuval üzerine yağlı boya, 27x48 cm
Beyaz Toros arabaların öyle bir boyutu da var tabii, toplumsal hafızada var en azından Türkiye yakın tarihindeki faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak.
Evet, toplumsal hafızada öyle bir karşılığı var. 90’lardan tanıdık olduğumuz bir durum. Ama bendeki karşılığı şöyle bir şey oldu, bunları sürekli öyle okumaya çalışmaktan kaynaklanıyor olsa gerek; bir yerden sonra Doğan SLX, Şahin, Serçe aracını politik okumaya başladım açıkçası. Sicili temiz araç modellerinden de şüphelenmeye başladım. Kafamda onları da yargılıyordum. Onları sürekli bir olayın karşısında suç unsuruna dönüşme ihtimali olan birer sembol gibi görmeye başladım. Aslında araçları yavaş yavaş metaforlaştırıyordum beynimde olayı sistem olarak görmeye başladıktan sonra. Toplumda şöyle karşılık da var: Haberleri sürekli günlük yaşam rutininin içinde izliyorsun. İşlemeyen bir sistem de görüyorsun. Kendi kendini işletemeyen bir sistem. Sürekli problemler çıkaran bir ideoloji… Ama bu ideoloji sürekli destek alıyor. Toplumdan destek alarak kendini işler hale getirmeye çalışıyor. Sistemi, benzini bitmiş bir aracın dışardan itmeyle aktifleştirilmeye çalışılan motoruna benzetiyorum.
İhsan Oturmak, İsimsiz, 2018, Tuval üzerine yağlı boya, 90x400 cm
Resimlerinde durumları tersine çevirerek ürettiğin bir ironi hâkim olabiliyor bazen: Polis polisin üstünü arıyor, araçlar sıkışık sokaklardan geçebilmeleri için daralıyor, sokağa çıkma yasağı değil eve girme yasağı ilan ediliyor, izleyicilerin bakışlarını kilitledikleri televizyon ters duruyor... Resimlerindeki bu ironik mizansenler üzerine konuşalım mı?
İroniyi incelemeye, çözümlemeye çalıştığın zaman ironinin güvenli bir alan sağladığını görürsün. Aslında ironi bir kalkan, koruma kılıfı... İroni yaparak olayın merkezinden, asıl gerçeklerinden kaçarak ikinci anlamlar türetiyorsun. İlk anlamın başına dert çıkarma olasılığı yüksek olduğu için anlamı manipüle ederek, gelecek tehlikeleri minimuma indiriyorsun. Bundan dolayı sanatta ironi yaparken, aslında yaptığın ironin içinde kendine otosansür de uyguluyorsun. Çünkü olayı olduğu gibi, net bir şekilde açıklamıyorsun. Dolambaçlı yolları tercih ediyorsun. Olayı olduğu gibi anlatsan seni tehlikeli yönlere götürebileceğini biliyorsun. Bu tehlikelerden kaçmazsan ilk anlamıyla açıklarsan işini karikatür bir dile de dönüştürebilirsin. Bu yönden düşündüğümde otosansür gerekli bir şeymiş gibi geliyor bana. İşin kıvamını dengede tutuyor. Kavramsal bir dil oluşturmanda yardımcı oluyor. Otosansür kullanmıyorsan ve konu politikse olay zaten otomatikman karikatürleşiyor.
İhsan Oturmak, İsimsiz, 2021, Tuval üzerine yağlı boya, 100x180 cm
Otosansür üretken de olabilir, evet. Tabii ki kısıtlayıcı bir tarafı var ama başka anlamlar arayıp bulmak senin estetiğini çoğaltan, geliştiren, zenginleştiren bir şeye de dönüşmüşe benziyor.
Aslında kısıtlayıcılık yapacağın işin kıvamını ayarlamamda çok etkili. Ortaya çıkacak işin fazladan dışarı taşan kısımlarını dengelemek için önemli. İşin çok bağıran yanlarını dizginleyebiliyorum. Böylece izleyenin de yeni anlamlar bulduğu bir süreç gelişiyor. Sanatçı izleyenle ortak çalışıyor aslında.
20-26 Eylül tarihlerinde Liste Art Fair Basel’a yeni işlerinden oluşan bir sunumla katılıyorsun. Bu çalışmalarından bahsetmek ister misin?
Bir işi ürettiğimde ortaya çıkan sonucun önceki işlerimden bağımsız olmamasını tercih ederim. Önceki ve sonraki arasındaki bağlantı, teknikten ziyade düşünceyle ilgilidir. Bir düşünce etrafında birkaç soru geliştirdikten sonra bunlara yeni sorular eklemleyerek ilerlerim; böylelikle aklımdaki o ilk ham düşünceyi de geliştirmiş olurum. 2019’daki Açık Stratejiler dizisi sergisinde denetim, gözetim ve bunların ideolojiyle olan ilişkileri üzerine çalışırken türettiğim yeni sorularla beraber meselenin ideolojinin yetersiz kaldığı yerlere gelmeye başladığını gördüm. Tabii bu yetersizlik halinin domino etkisiyle tabana doğru inmesi kaçınılmazdı. Gittikçe yalnızca ideolojiyi değil ideolojiden etkilenen kitleyi de irdeler oldum. Liste Art Fair Basel’da göstereceğim Alternatif Kaynaklar serisi ve Zincirleme Trafik Kazası işlerim bu izlekler üzerinde şekillendi. Bunun dışında son iki yılda çok fazla olumsuz olay yaşadık. Pandemi, doğa olayları, iktidarların şiddeti vs. Bu olaylar her insan gibi beni de etkiledi; yeni sorular sormamı sağladı. Uzun zamandır dünya ile barışık yaşamayan biz insanlar, sistemden gördüğümüz zararların benzerlerini doğadan da görmeye başladık. Dünya yaşanamaz bir yere dönüyor. Gerçek dünyadan kaçmak mümkün olmadığı için yapacağım yeni sunumda soyut bir kaçış için olası yöntemler bulmaya çalıştım.
Comments