Zeynep Nur Ayanoğlu'nun 20 Ağustos’ta Adıyaman’da açılan 2. Kommagene Bienali’ni "bir sanat kazası" olarak niteleyen Murat Alat'ın sunduğu çerçeveye itirazlarını ve hemfikir olduğu noktaları sunduğu yazısıdır
Burhan Yılmaz, Çember: Emeğin Zaman Döngüsü
Bienal yönetiminin amaç odaklı bir davetli listesi hazırlamak yerine kimi çağıralım diye sorarak isim toplaması kısmen dağınıklığa yol açmış görünüyor. Yoksa en güçlü yanı sanatçıları iki haftalık bir misafir programına davet etmek olan bienalin bunu bir “iletişim teranesi” gibi satmaya çalıştığını düşündürecek hiçbir emare yoktu. Keza sosyal medyada da böyle bir şişirmeyle karşılaşmadık. Aksine depremden ötürü göç verdiği bilinen, evsiz kalanların ise bir ölçüde konteynırlarda barınmayı sürdürdüğü şehre diyelim ki “sanat turisti” olarak gelip en iyi otelde konaklayarak, en iyi yemekleri yiyerek zaman geçirmek mümkün olamaz. İyi zamanı sadece bizleri birer dost olarak konumlandırmayı seçen misafirperver karşılama için müteşekkir olmayı bildiğimizde geçirebiliriz fakat bu, ancak içten gelebilir ve eleştirel akla galebe çalamaz.
Bienale iş üreten sanatçılara belli ki bir anlayış ortamı sunulmuş olduğunu, onca zorluğa rağmen rahatlarının sağlandığını, ihtiyaçlarının giderildiğini vurgulamadan geçemem. Ortaya çıkan işlerin sözde vasat (altı) niteliğini zaman kısıtına bağlamak anlamlı değil. Sormak gerekir, baştan belirtilen iki haftalık sürede iş üretemeyeceği için davet aldığı hâlde önerisini geri çeken tek bir sanatçı bile var mı? Bu bienal kim için, diye soran Murat Alat tam olarak kim için hayıflanıyor? Haksızlık etmek istemediği geçmiş iyi sergiler için mi? Kötü bir sergi görmenin izleyicide bırakabileceği kekremsi tat ile sanatçının o işi üretmek için girdiği misafir programının süresi arasındaki bağlantıyı olsa olsa sanat ekosistemi içinden değer temelli bir okumayla anlamaya çalışmalıyız. Küratör Erőss István'ın bienaldeki işleri ortak bir temele oturtan bir metin yazmamasını (ki mühim bir eksikliktir) “gönül indirmemek” olarak değerlendiren Alat'ın üslubuna bakılırsa şehirde çekilen büyük sıkıntıları anlamaya aslen kendisi gönül indirmemiş belki de.
Mustafa Duymaz, Adıyaman Çağdaş Sanatlar Müzesi
Şehrin toplu taşıma sorununu göz önünde bulundurarak bienalin topluluk odaklı ve angaje bir politika izlemesini bekleriz. Sergiyi bir iki gün içinde gezmek üzere yola koyulanlar için zorlu bir parkur sunan programda belirli sıklıkta servis araçlarının ve turların bulunmaması ciddi bir noksan. Ne ki Kahta Kalesi'ne gezmeye gelenlerin tesadüfen işlerle karşılaşıp onlarla etkileşime geçtiğini de gördük. Bienalden neden haberdar olmadıkları muhakkak ele alınması gereken önemli bir mesele. Öte yandan karşılaştıkları işlerle rahatlıkla iştigal edebildiklerinin hakkını vermek isterim; bu da herhalde işlerin “cazibesine” dair asgari bir şey söyler.
Yarası kanayan bir şehri romantize etmekten kaçınarak, keza ona zorunlu bir iyileşme misyonu da yüklemeden yumuşak bir sanat yörüngesi nasıl sağlanabilir? Bienalleşme eğilimi bir vaka olarak karşımızdayken, şehirler-aşırı kültür sanat etkinlikleri söz konusu olduğunda gerek düzenleyenler gerekse ziyaret edenler için yatay metodoloji tartışmalarına ihtiyaç duyuyoruz. Bizi turist estetiğinden çıkaran ve turizm etiğinden koparan yaratıcı unsurlar neler olabilir, bunu şehir çalışmaları bağlamında irdelemeliyiz. Söz gelimi, basın toplantısında Alat’ın dile getirdiği “Bende soru bitmez/Bu soruyu İstanbul'da da sorardım,” gibi ifadeler kulağa gerçekçi gelmemekle birlikte, aradaki açık hiyerarşiyi ve eşitsizliği başkası pahasına ve kendi lehine yok sayma çabası şeklinde bile okunabilir. İstanbul'da deprem olmadı, buna rağmen İstanbul Bienali yönetsel sorunların ateşlediği değer krizleri yüzünden ertelenmiş bulundu. İstanbul için de sorabileceğimizi iddia ettiğimiz soruların ne kadarını "zorla değil mecburen" kendimize saklıyoruz, fakat yeri gelip ne kadarını Adıyaman’da kolayca dudak bükerek soruyoruz, eğri oturup doğru konuşalım. Her şeye rağmen yapılan 2. Kommagene Bienali bu sene gerçekleşmeyebilirdi, sanıyorum birkaç kişi hariç kimse akıbetini sormazdı.
Alat’ın ne bienal ekibini ne küratörü ne de sanatçıları gücendirme niyeti taşıdığını sanmam. Tanıştığımız hâlde kendisine şunu mu kastettin diye sormadım, yazısı yeterince sarih. Ayrıca böyle bir yazının geleceğinden haberdardık; Alat gün içinde lisan-ı hâl ile de, doğrudan lisan ile de bir “haşlama yazısı” yazacağını aklımıza kazımış oldu. Adıyamanlı başka bir grupla dolaştığım açılış günü boyunca yer yer aralarına katıldığım kafile içinde rahatlıkla işitebileceğimiz bir sesle memnuniyetsizlik belirtmek, prodüksiyona harcanan parayı konu ederek işleri açıkça hor görmek eleştirmenlik kimliğinden ziyade kişinin kendisiyle ilgili olsa gerek.
Dicle Akça Gonca, Amulet
Sadece basın davetlisi olmanın eleştirel akla düşürebileceği potansiyel gölgeyi değil, aynı zamanda şehir içi ve şehirler-aşırı sergi gezme etiğini de yeniden değerlendirmeye, böylece kimlik, miras, sömürgecilik gibi temaları daha derinden kavramaya ihtiyaç duyuyoruz. Üslup arayışı bakımından not düşeyim; bazen bir sergi basbayağı kötüdür ve ona kötü demek borçtur. Nitekim bir bienalin iyi olması Alat'ın isabetlice belirttiği gibi küratoryal ve direktoryal çerçeveyle sunulması beklenen bütünlüğe karından bağlı. Buna karşın Türkiye'de sadece eleştirmenden değil aynı zamanda izleyiciden de samimiyet, fedakarlık ve özveri beklemeyen hiçbir sanat seyahatine çıktığımı hatırlamıyorum (bir ölçüt olacaksa, ultra hızlı programlara tabi tutulan basın kontenjanından nadiren yararlandığımı, neredeyse her zaman kendi imkânlarımla seyahat ettiğimi belirteyim). Yazardan umulan anlamlandırma çabası planlama sürecine verilen emekle yarışır hâle bile gelebiliyor; güzelleme denebilecek niteliksiz yazılar da herhalde bu beklentiye hizmet ediyor. Ancak Alat'ınki gibi kimilerince karalama olarak algılanabilen yazıların da pekala benzer bir kolaycılıkla sakatlanabildiğini unutmayalım. Hepimiz biliyoruz ki bu yazı birkaç isim değiştirilerek yayımlansa herhangi bir bienal için rahatlıkla geçerlilik taşıyabilir; bir ölçüde çok haklı olup evrensel konulara değindiğinden, bir ölçüde ise karikatürizasyon içerdiğinden.
Bu seneki Mardin Bienali esnasında (bambaşka bir bağlamda ve gerekçelerle) şehre başka yerlerden gelerek katılan veya orada yaşayıp paralel işlerle varlık gösteren bağımsız sanatçılara fikirleri sorulmadan (onlar adına ve kim için) belirli düşünceler giydirilmeye çalışıldığına şahit olmuştuk. Bu iki bienalin yarattığı tartışmaları ortak bir düzleme oturtarak benzeştirmeye zorlamak bu yazının maksadını aşar ancak bir noktaya değinmek istiyorum. Mayıs Haziran aylarında yaşanan fikri çekişmelerde, araçsallaştırıldıkları kanaati taşıyan birkaç sanatçı "Bizim adımıza konuşmayın" minvalinde paylaşımlarda bulunmuştu Instagram’da. Şimdi de yine gördüğüm kadarıyla (ilkin ve en çok) katılımcı sanatçıların huzuru kaçıyor; özellikle yazının kapak fotoğrafında işine yer verilen Rukiye Peyzo yazarın kaza olarak nitelediği bienali temsil edercesine, işinin künye verilmeden paylaşılmasına sitem etti. Yapılan yorumlardan okuduğum ve diyaloğa girdiğim kadarıyla, sanatçılar karşılarında hangi çıtayı yakalamaları gerektiğini kendilerine belletmeye çalışan çatık kaşlı bir öğretmen var gibi hissetmiş. Birtakım değerlere ve süreçlere işaret ederken üslup sorununa takılan kurumsal eleştiri sanıyorum yine en kırılgan ve yapısallık zırhından en mahrum olanları, yani sanatçıları vuruyor. (Gerçi bu durum Türkiye gerçeklerinden kaynaklı. Alat’a veya herhangi bir eleştirmene fatura edilemez.)
Sözlerimin sonuna gelirken, ben bu yazıda kendi hararetine fazla kapılmış, yer yer idealizmi-hangi dünyada yaşadığımızı sorgulatan hiper-entelektüel bir tutum içermenin ötesinde bir fenalık görmedim; hatta söz konusu etkinliğe has olmayıp her zaman giderilmesi gereken önemli eksiklik ve yetersizliklere değinildiği de malum. Ancak bu yazı iyileşmek temasıyla bienal yapılan, yarası zonklayan bir şehir özelinde kimilerince sözlü bir şiddet eylemi kimilerince ise bir sabotaj girişimi gibi algılandı, yazara yarayı kanırtmaya yönelik bir art niyet atfedildi. Eleştirinin hizmetine her daim inanıp güvenen soğukkanlı bir tavırla bakınca, okurun zihninde oluşmuş olabilecek bir yanlışı düzeltme sorumluluğu duydum. Kalem kılıçtan keskin olsa da baş kesmez, inancım o ki korkulanın aksine Kommagene Bienali’nin de başı gitmeyecektir.
Commenti