top of page
Yazarın fotoğrafıMerve Akar Akgün

“Kelebek gibi uçar arı gibi sokarım”

Alican Leblebici’nin Ringin Ortasında başlıklı kişisel sergisi 30 Eylül’e dek Merdiven Art Space’te izleyiciyle buluşuyor. Sanatçı sergi kapsamında ringin unutulmaz temsilcisi, efsanevi boksör ve aktivist Muhammed Ali’nin politik ve sosyal etkisini odağına alarak ringi ve ringin ifade ettiği alanı günümüz gözünden yeniden şekillendiriyor


Röportaj: Merve Akar Akgün

Fotoğraf: Berk Kır


Alican Leblebici, Fotoğraf: Berk Kır


Kimlik kavramı etrafında şekillenen çalışmaların sanat kariyerin sürecince evriliyor ve bunu bir izleyici olarak gözlemlemek aslında senin sahip olduğun perspektiflerine dair bir yol haritası sunuyor. İlk kişisel sergini 2015 yılında Pilot’ta açmıştın. Dövmeler, otoportreler ve beden-kimlik-suç politikalarını odağına alan bu sergiye gelene dek olan yolculuğunu ve kimlik meselesine nasıl bağlandığını bizimle paylaşabilir misin?


Elbette, sanat kariyerim boyunca kimlik kavramının etrafında şekillenen çalışmalarımın evrimi, benim düşünsel ve duygusal yolculuğumun izini sürüyor. İlk kişisel sergim olan Parmak İzi, bu yolculuğun önemli bir kilometre taşı olarak karşımıza çıkıyor. Ötekilik, kimlik ve toplumsal dinamiklerle ilgili derinlemesine düşünmeye olan ilgimin dışında o dönem mecburen bu konuları işledim diyebilirim. İstanbul’a güzel sanatlar sınavları için geldiğim dönemde sanatımı dönüştürecek olaylar yaşadım. Rutin polis GBT sorgulamalarından ben de nasibimi aldım. Aynı gün içinde on kez falan kimliğim sorgulandığında ben de sorgulamaya başladım. O gün etnik kökenim ve bu kökene bağlı görüntüm, sistem nazarında olası bir tehdit grubunun içinde olduğumu ilk fark ettiğim günlerdendi. Bu ülkede kara kaş kara göz bile tehdit unsuru olabiliyor. Kürt kökenli olmam şu soruları sormamın tek nedeni: Kimlik nedir? Kişinin kimliğini kim veriyor? Kendiliğinden bir kimlik inşası mümkün mü?


Kimlik meselesine bu vesileyle iktidar-suç kavramlarıyla bakmaya çalıştım. Çünkü o rutin kontroller insanı gerçekten suçlu gibi hissettiriyor. “Neyi yanlış yaptım” sorusunu sormadan duramadım. O dönemlerde de portre yapma arzumun içinde, nihayet beden kimlik ve suç politikalarının görünür olduğu Kimlik/Otoportre eserimi yaptım. Bir fotoğraf stüdyosunda kimlik kartıma basılmak üzere çektirdiğim vesikalık portre fotoğrafımı resmettikten sonra, resmin fotoğrafını çekip nüfus müdürlüğünde kimliğimi yenilettim. Yasal olarak bir fotoğraf ürettim ancak aynı zamanda suç da işledim. Bu eserle, sanat tarihinde bir fenomen olan portrenin en güncel halini yakaladığımı düşünüyorum… Sanatın suç unsuruna, sanatçının suçluya dönüşmesine yol açabilen bir bakış açısı gelişti. Nüfus cüzdanı, okul kartı ve bir dizi resmî belgede yapmış olduğum portrenin vesikalık boyutunda çekilmiş fotoğraflarını kullanarak az da olsa o GBT sorgulamalarının bende bıraktığı izi hafifletebildim.


Dövmeler de insanların bedenleri üzerinden kimlik ifadesini taşıdığı bir alan olarak öne çıkıyor. Ancak aynı zamanda dövmeler, toplumsal önyargıların ve stereotiplerin bir yansıması olarak da kullanılıyor. Bu çelişki, ötekilik ve kimlik arasındaki karmaşık ilişkiyi ele almak için ideal bir araç oluşturdu. “Beden-kimlik-suç politikaları” ise toplumsal normların ve siyasi yapıların kimlik üzerindeki etkilerini araştırıyor. Suçla ilişkilendirilen dövmeler veya beden üzerindeki politikalar, kimliğin dışarıdan dayatılan bir yapıya nasıl dönüşebileceğini gösteriyor. Bu da ötekilik ve kimlik meselesini daha da karmaşık bir hale getiriyor.


Bu sergi ile başlayan yolculuğum, sonraki yıllarda da kimlik ve ötekilik kavramlarını derinlemesine ele alan çalışmalarla devam etti. Bu temaları farklı teknikler, materyaller ve perspektiflerle keşfetmeye devam ederek, sanatın evrensel bir dil aracılığıyla toplumsal sorunlara nasıl seslenebileceğini anlamaya çalıştım.


Alican Leblebici, Ringin Ortasında Serisi 1, Tuval üzerine yağlıboya, 200x265 cm, 2023


Sonraki yıllarda hem siyaset hem de sanat tarihinden beslenerek güç kavramına odaklandığın ve bu sorgulan(a)mayan gücü eleştirdiğin çalışmaların takip ediyor. Sanatın bir eleştiri mekanizması olarak kullanılması senin için ne ifade ediyor? Sanatın toplumsal, siyasi, kültürel veya diğer konulardaki eleştirileri ifade etmek için kullanılması tarih boyu karşımıza çıkan bir durum. Picasso’nun İspanya İç Savaşı’ndaki vahşeti ve savaşın insanlara verdiği acıyı eleştiren eseri Guernica, Ai Weiwei, Çin hükümetini sansür, insan hakları ve toplumsal adalet konularında eleştirdiği çalışmaları; Yoko Ono’nun performanslar yoluyla barış, kadın hakları ve toplumsal değişim gibi konulara getirdiği eleştirel yaklaşım bugün günümüz toplumunu derinden etkilemiş ve dönüşmesine vesile olmuş. Bu bağlamda kendi sanatını Türkiye konjonktüründe nasıl konumlandırıyorsun? Türkiye genelinde düşündüğünde sence bu izi bırakmış isimler kimler olabilir?


Çalışmalarımda direnişin estetiği kavramını merkeze alarak, estetik ve şiddet, saldırı ve savunma, iyi ve kötü, kahraman ve terörist gibi çelişik toplumsal karmaşıklıklarını vurgularım. Özellikle Türkiye’de benim yaşadığım dönemde gerçekleşen olaylar üzerinde durarak, bu olaylara katılan farklı grupların protesto biçimleri ve estetik anlayışlarını inceliyorum. Çalışmalar, bu örnekler üzerinden direniş estetiğinin, hareketlerin gücünü ve demokrasiye olan etkisini artıran bir faktör olduğunu gösteriyor. Tabii ki bütün bu eserler ömür boyu sürecek bir serinin ilk adımları diyebilirim. Kendimi hazır hissettiğimde yapmayı planladığım bu serinin ilk sergi zamanı seninle bu konuları daha geniş konuşuruz…


Sanatın toplumsal eleştirilere aracılık etmesi, toplumun önemli sorunlarını gündeme getirme ve insanları düşünmeye yönlendirme potansiyeli taşır. Ülkemin yaşadığı dönüşümleri ve sıkıntıları ifade etmek, sanatımın değişmez bir parçası oldu. Son dönemlerde ürettiğim Tokmak bunlardan sadece bir tanesi…


Türkiye’nin genel resmine baktığımda, birçok sanatçının bu bağlamda önemli izler bıraktığını görebiliyorum. Cengiz Çekil, Sarkis, Berat Işık, Gülsün Karamustafa, Halil Altındere, Ahmet Öğüt, Vahap Avşar, İhsan Oturmak, İpek Duben, Deniz Aktaş ilk aklıma gelen isimlerden. Toplumsal meselelere eğilen eserleri, Türkiye’nin toplumsal ve siyasi gündemini yansıtan örnekler arasında sayılır.


Bu sergide boks eldivenlerine ringi de ilave ederek Muhammed Ali’ye odaklanıyorsun. Muhammed Ali’nin politik duruşunun günümüz Türkiyesi ile olan ilişkisini araştırıyorsun. Bu araştırmalar sırasında en çarpıcı bulduğun detaylar neler oldu?


Bu sergide, boks eldivenleri ve ring, Muhammed Ali’nin hayatının temel sembollerinden biridir. Muhammed Ali, sadece bir boksör değil, aynı zamanda adaletin ve eşitliğin simgesi olarak kabul ediliyor. O, spor sahasının ötesinde toplumsal mesajlar veren ve politik duruşunu cesurca ifade eden bir figür. Güçlü sesi ve duruşuyla sadece boks sahasında değil, aynı zamanda sivil haklar mücadelesinde de önemli bir rol oynuyor. Elbette ringin gerçekliğini gösterdiğim kadar yaşadığımız hayatın bir metaforu olarak da ring kavramını ele almaya çalışıyorum. Türkiye’nin belki de 50-60 senelik dönüşümünü de ringe taşıyabiliriz.


1976 yılında Muhammed Ali, Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonluğu maçını kazandıktan sonra İstanbul’a geliyor. Bu ziyareti sırasında Milliyetçi Cephe hükümetinin başbakan yardımcısı Necmettin Erbakan’ın misafiri olarak Türkiye’yi ziyaret ediyor. Ali’nin Sultanahmet Camii’nde Necmettin Erbakan ile cuma namazı kılması ve ilk kez bir “beyaz” lider beni kucakladı ifadesi dikkatimi çekti. Bu ziyaret, Ali’nin insan hakları ve eşitlik mücadele - sini uluslararası arenaya taşıdığını yansıtmaktadır. Hem Ali’nin Müslüman kimliği hem de Erbakan’ın milli görüş liderliği, buluşmanın sembolik anlamını artırmıştır. Bu ziyaret, o dönemden günümüze uzanan uzun soluklu siyasi ve sosyal dinamiklerin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.


Araştırmalar sırasında, Muhammed Ali’nin güçlü politik duruşunun günümüz Türkiyesi ile olan ilgisini görmek beni etkiledi. Ali, insan hakları, ırkçılık karşıtlığı ve eşitlik gibi evrensel konularda yaptığı açıklamalarla dünya genelinde etkisini sürdürmüş bir kişidir. Sergide yer alan eserlerde, Muhammed Ali’nin sözleri ve duruşu, günümüzün Türkiyesi’ndeki benzer konularla paralellikler taşıdığını görüyoruz. Eşitlik ve adalet mücadelesi, ırkçılık ve toplumsal dengesizlik gibi konular hâlâ günümüzde de önemli sorunlar olarak varlığını sürdürüyor. Elbette benim gözümde çok fazla ironik meseleler de var… Muhammed Ali’nin Türkiye ziyareti sırasında çekilen pankart fotoğrafının yorumunun sergide yer alması da dikkat çekici bir detaydır. Bu pankart, Türkiye’deki politik atmosferi ve toplumsal duyarlılıkları geçmişten günümüze yasıtıyor. Muhammed Ali’nin özgürlük ve adalet mücadelesinin Türkiye’deki insanlar üzerinde de etkisi olduğunu görmek, onun mesajının evrenselliğini ve etkisini bir kez daha vurguluyor. Tüm bu detaylar, Muhammed Ali’nin güçlü politik duruşunun ve insan hakları mücadelesinin günümüzün Türkiyesi ile olan ilgisini sergideki eserlerle bir araya getirerek ortaya koyuyor. Bu sergi, sanat ve toplumsal mesajların nasıl bir araya gelebileceğini ve geçmişin ve günümüzün birbirine nasıl paralellikler taşıdığını anlatan güçlü bir öykü sunuyor.


Alican Leblebici, Ringin Ortasında Serisi 12, Kâğıt üzerine grafit ve kuru boya, 28,5x40 cm, 2023


Bu tarihsel bağlamda düşünmeye devam edersek Muhammed Ali’yi yine pek çok kavramsal sanatçının çalışmalarında görebiliyoruz. Hem bokstaki başarıları hem de sivil haklar hareketindeki rolü nedeniyle sanatçılara ilham kaynağı olan Ali, Andy Warhol, Jeff Koons, Marlene Dumas gibi sanatçıların yapıtlarına girerek boks sporunun bu politik boyutuna vurgu yapıyor. Bu sergiyi hazırlarken kafanda bu sanatçıların hayaletleri de dolaştı mı?


Elbette dolaştı. Bu sanatçıların eserlerinde Muhammed Ali’nin izlerini görmek, serginin oluşturulma sürecinde büyük bir etki yarattı. Süperman vs. Muhammed Ali adlı pop art tarzı işimde Andy Warhol’u da resmin bir parçası haline getirdim. Bu eser, geçen sene vefat eden Neal Adams’ın 1978 yılında yayımlanan meşhur sayı, Superman vs. Mohammad Ali çizgi roman kapağını yeniden yorumu. O kapakta Süperman ve Muhammed Ali dünyayı uzaylılardan kurtarmak için ringe çıkmışlardı. Ben de “Daha iyi bir dünya için dövüş” sloganıyla izleyiciler arasına çok fazla tanıdık sima ekledim. Kendim de dahil olmak üzere… Gerçekte uzaylılara sıra gelmeden bizim kendi meselelerimizi çözmemiz gerekiyor. Bu yüzden sadece kurgusal kahramanlarla yetinmek yerine, tarihsel ilişkilere de dokunmaya çalıştım. Pek çok dünya lideri o boks maçında Ali’nin Süperman’i yumruk yağmuruna tutuşunu izliyor. Esere dünya liderlerini eklemek, geçmişten günümüze uzanan tarihsel olaylara ve ilişkilere bir gönderme yapmak isteğimden kaynaklanıyor.


Küçük yaşlarından beri boks sporuna ilgi duyduğunu belirtiyorsun. Zaten çalışmalarının temeline oturan “güç” kavramına direkt işaret eden bir spor dalı olarak boks son serginin ana kemiğini oluşturuyor. Önceki sergilerinde gördüğümüz boks eldiveni resimlerinin bu defa bronzdan yapılmış bir heykele dönüştüğünü fark ediyorum. “Boks eldiveni” bir kişinin zorluklarla, engellerle veya zorlayıcı durumlarla başa çıkma yeteneğini veya gücünü temsil edebilir. Boks eldiveni, sert ve zorlu bir aktivite olan boks esnasında ellerimizi koruyan bir araç olarak var olur. George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı eserinde hayvanların çiftliklerini yöneten insanlara karşı ayaklanmalarını ve iktidarın nasıl kötüye kullanılabileceğini anlatırken; Noam Chomsky, uluslararası ilişkilerdeki güç dinamiklerini ve devletlerin politikalarını eleştirirken; Edward Said, Kültür ve Emperyalizm'de, Avrupa kültürünün emperyalist güçlerin egemenliği altında nasıl yayıldığını ve kullanıldığını analiz ederken; Hannah Arendt, Şiddet Üzerine adlı kitabında siyasi şiddeti ve gücü ele alırken, şiddetin nasıl bir araç olarak kullanıldığını ve siyasi dinamikleri nasıl etkilediğini anlatırken hep “boks” metaforunu kullanıyorlar. Boksa olan ilgin nereden geliyor ve sanatına aktarırken sen nasıl bir gözlem ve analiz sonucunda boks sporuna bağlanıyorsun?


Eğer sergimin gerçekten bir kalbi olsaydı o da bu heykel olurdu! Heykel bir yerleştirme ile serginin tam kalbinde yer alıyor ve bu serginin temel taşı, ruhu, can damarı diyebilirim. Evet, bu heykelde kullandığım eldiven sıradan bir boks eldiveni değil… Bugüne kadar üretmiş olduğum boks eldiveni resimlerimde kullandığım eldiven. Bu eldiveni resmetmediğim dönemlerde bile etrafımda izlediğim nesnelerdendir. Hatta o nesneler beni izledi. En iyi olduğum günde de duvarımda asılıydı, kendimi en kötü hissettiğim zamanlarda da... O eldiven belki de en çok bana yumruk attı. Bazen de en çok beni savundu -elbette metaforik olarak-.


Peki, neden boks eldiveni derseniz, bu ilgimin kaynağını da buradan deşifre etmiş olayım. Küçük yaşlarımda savunma sanatları kursuna gitmiş ve kurslardan gerçek anlamda nasibimi de almıştım. Amcam da siyah kuşak karateci. Beni politika, direniş, kitap, müzik gibi pek şeyle tanıştıran, ilgilenmeme esin kaynağı olan adam!


Düşündüğümde, boksun politik ve kültürel anlamlarını da görmemek imkânsızdı. George Orwell’ın Hayvan Çiftliği hayvanların insanlara karşı ayaklanması, gücün kötüye kullanılmasını ele alırken, Noam Chomsky’nin uluslararası ilişkilerdeki güç dinamikleri, Edward Said’in kültürel emperyalizm ve Hannah Arendt’in siyasi şiddet üzerine yaptığı analizlerde boksun metaforunu kullanmış olmaları, gücün ve direncin bu sporla olan ilişkisini daha da derinleştirdi. Böylece, bu heykelin serginin merkezinde yer alması, aslında gücün ve dayanıklılığın sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal boyutlarına da bir gönderme olarak düşünülebilir.


Boks eldiveni heykeli, serginin kalbinde yer alıyor ve izleyicilere, yaşamın karmaşıklıklarına başkaldırma ve her zorlukla yüzleşme yeteneğini hatırlatıyor. Ve buna ek olarak, bu heykelin etrafında gösterilen pankartlarla kurduğu ilişki serginin ruhunu daha da canlandırıyor. Böylece, bu sergiyi ziyaret eden herkes, sadece sanatın değil, aynı zamanda gücün, dayanıklılığın ve yaşamın ta kendisinin bir parçası olduğunu hissedebilir.


Alican Leblebici, Ringin Ortasında Serisi 8 Tuvale gerilmiş saten kumaş üzerine akrilik boya, 50x70 cm, 2023


Bu serginde yapay zekâyı da kullandığından bahsettin. Yapay zekâdan ne açılardan yararlandın? Hem de konu açılmışken bir yapay zekânın sanat üretiminde kullanımıyla ilgili görüş açını paylaşır mısın?


Evet, bu sergide yapay zekâyı kullanma fikri benim için oldukça yeni bir deneyimdi ve heyecan vericiydi. Çünkü sergi üretimlerine başladığım andan itibaren şu soruyu sordum kendime “Muhammed Ali eğer bugün yaşıyor olsaydı dünyaya ne söylerdi? Sergimi ziyaret etseydi ne hissederdi? Hayranlarının Ali’yi görmesi onunla temas etmesi nasıl olurdu? Tam bu noktada önce kendi tarifimle bir Muhammed Ali portresi yaptım. Sonra bir metin hazırladım. O metni de Muhammed Ali avatarına konuşturdum. Serginin girişinde ilk görünen eser Ali’nin konuşması. Bu video art üretiminin yapım aşaması bağlamında düşünecek olursak yapay zekâ, sanat ve tasarım üretimlerinde son zamanlarda giderek daha fazla kullanılmaya başlanan bir araç haline gelecek. Benim için şimdilik bir araç. Photoshop ve diğer tasarım uygulamalarını kullanmaktan farksız. Ben yapay zekâyı sanat üretiminde hem yaratıcı bir araç olarak hem de analitik bir yardımcı olarak düşünüyorum. Sanatçılar, yapay zekâyı eserlerini oluştururken farklı perspektifler ve deneyimler sunan bir kaynak olarak kullanabilirler. Aynı zamanda yapay zekâ, büyük veri setlerini analiz ederek belirli konularda derinlemesine araştırmalar yapma yeteneği sunar. Bu da sanatçılara, eserlerini daha kapsamlı bir bağlam içinde ele alabilme fırsatı veriyor.


Sergide yapay zekâyı, özellikle Muhammed Ali’nin politik duruşunu ve etkisini günümüz olaylarıyla ilişkilendirme amacıyla kullanmıştım. Ancak tabii ki, yapay zekânın sanat üretiminde kullanımı bazı tartışmalara da yol açabilir. Sanatın insana özgü bir ifade biçimi olduğunu düşünürsek, yapay zekânın yaratıcılığı tamamen insan unsurundan ayırmak istemeyen görüşler de mevcut. Yapay zekânın etik ve estetik boyutları hakkında daha fazla tartışma ve keşif yapılması gereken bir alan olduğunu düşünüyorum.


 

"Eğer sergimin gerçekten bir kalbi olsaydı o da bu heykel olurdu! Heykel bir yerleştirme ile serginin tam kalbinde yer alıyor ve bu serginin temel taşı, ruhu, can damarı diyebilirim."

 

Ringin Ortasında sergisiyle ilgili görselleri ilk gördüğümde aklımda ilk TUNCA’nın geçtiğimiz yıllarda Galerist’te Serra Yentürk küratörlüğünde gerçekleştirdiği Bedbahtlıklar ve Yeni Hazlar sergisi düştü. Kimsenin hikâyesini tam olarak bilmediği Sabri Mahir adlı bir boksörün hayatına yine benzer bir hikâyeye sahip boksör şair Arthur Cravan ile karşılaştırarak odaklanan bu serginin estetik açıdan Ringin Ortasında ile ortaklıklar barındırdığını düşündüm. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?


Tunca hem sanatıyla hem karakteriyle sevdiğim bir sanatçı dostum. Bu soruyu tam da ihtiyacımız olan şekilde cevaplamak istiyorum. Türkiye’nin toplumsal deneyimleri ve maruz kaldıkları, kolektif bilincimizi şekillendiren önemli unsurlardan biri. Son yıllarda yaşanan siyasi, ekonomik ve kültürel değişimler, toplumun farklı kesimlerini etkiliyor ve çeşitli deneyimlere yol açıyor. Bu deneyimler, bizim ortak paydamız ve Türkiye’nin toplumsal hafızasını oluşturan temel taşlar. Her sergi, Türkiye’nin toplumsal zenginliğini ve karmaşıklığını ifade etmenin bir yoludur. Sanatın bu tür sergileri aracılığıyla toplumsal refleksiyonu nasıl teşvik ettiği ve farklı perspektifler sunarak kolektif bilincimizi nasıl genişlettiği, Türkiye’nin toplumsal evrimini anlamamız için önemli.


Son olarak biraz da teknikten bahsedecek olursak sergide yer alan çalışmalardan bahsetmek isterim. Yağlı boyalar dışında bronz bir heykel ve neon duvar yazıları var. Bu çalışmaları nasıl ortaya çıktı? Teknik ve ifade ilişkisi senin pratiğinde nasıl kuruluyor?


Ringin Ortasında sergisi, teknik ve ifade arasındaki ilişkiyi bir sanatçının iç dünyasının çeşitliliğiyle buluşturmanın ötesinde, bir hikâyenin katmanlarını açığa çıkarmayı amaçlar. Eserlerin malzeme seçimi elbette rastlantısal değil. Öncelikle izleyiciye neyi ve hangi duyguları göstermek istediğime karar veriyorum. Kendimi hiçbir zaman tek bir malzemeyle kısıtlamak istemem. Çeşitliliğin hikâye katmanlarını zenginleştirdiğini düşünüyorum. Neon duvar yazıları, Ali’nin sözlerini güncel bir ifadeyle sergi alanına taşırken, ışığın ve renklerin oyunu, Ali’nin cesaretini, umudunu ve mücadelesini sergilemek için kullanılır. Neonun parlaklığı, Ali’nin sadece spor arenasında değil, insanlığın kalbinde de nasıl bir iz bıraktığını yansıtır. Aynı zaman da boksör bornozlarının yapımında kullanılan saten kumaşları tuvale monte edip Ali’nin kültleşmiş “Kelebek gibi uçar arı gibi sokarım.” benzeri sözlerini resmederek boks öncesi giyilen bornozun rakiplerine ve hayranlarına bir şov yapılmasının dışında ideolojik bir tavrın temsili olarak resmettim. Yapay zekâ araçlarını da kullanarak ürettiğim video, Muhammed Ali günümüzde yaşıyor olsaydı dünyaya nasıl bir mesaj verirdi? Sorusu üzerinden şekilleniyor. Bu örnekler düşüldüğünde bütün eserleri aynı malzemeden üretmek imkânsız olurdu.


Muhammed Ali’ye dönecek olursak, Ali’nin Vietnam Savaşı’na katılmayı reddetmesinin ardından bokstan men edilmesi hikâyesi bana en çarpıcı gelen noktalardan biri. Bu cesaret ve duruşun aslında her dönem her toplum tarafından ihtiyaç duyulduğuna inanıyorum. Son olarak bu konuları gündeme getirdiğin için teşekkür etmek istiyorum.


Ben teşekkür ederim. Çok keyifli ve derinlemesine bir sohbet oldu.





Comments


bottom of page