MSGSÜ Tophane-i Amire Sarnıçlar Galeri 5 - 15 Aralık 2018 tarihleri arasında Kemal Tizgöl’ün dördüncü kişisel sergisi Yol/Yön/İz’e ev sahipliği yaptı. Sanatçı, bu üçlü kavram üzerinden almaşık bir yapı kurarak belirli bir zaman aralığında ve rutinde gerçekleştirmiş olduğu yolculuk deneyimini izleyici ile paylaşıyor. Bugün sona eren sergiyi Özge Yağcı değerlendirdi
Kemal Tizgöl, Otoban, 2018
“Kaybolduk gene. Nerdeyim? Nerdeyim? Çamurlu yol. Araba durdu. Zaman ritimdir; sıcak, nemli bir gecenin böcek ritmi, beynin kıpırtıları, soluk alıp vermek, şakağımdaki davul - bunlar zamanın sadık bekçileridir ve akıl hummalı tempoyu düzeltir.” i
Kemal Tizgöl’ün deyimiyle soyut bir mekân temsili olarak yol “...yaşamsal alanların arasında bir bağ, bir akış çizgisi oluşturması açısından gerçek bir ‘yer’ kimliği edinmesini de sorgulanır kılıyor.” ii Yolun bir başlangıç ve varış noktasına sahip oluşu, bu iki nokta arasındaki mesafe ve uzaklıkla ilişkilenen yapısı yolculuk edeni kişisel bir eylemsellik döngüsü içerisinde bırakır. Başlangıç noktasından varış noktasına yapılan yönelim, akış çizgisinin doğrultusunu verirken; bu çizgi üzerinde birken yaşantı bellekte bir iz bırakır. Yolun hissedilir varlığı parçalanamaz, bütünsel, sürekli ve tekil değildir. Yol; fragmanları olan ve bu fragmanlar arasında belirli bir geçişliliğe izin veren uzamsal bir ağdır. Bu çoğul kimlik; farklı güzergâh varyasyonları yaratarak, bir noktadan başka bir noktaya ulaşımda, alternatifleri belirler. Yolculuk eden; bu güzergâhlardan birini seçerek bir manada kendi uzamsal deneyimini “an” içinde kurgular. Uzamsal ağ bu kurgu anında; sinyaller, işaretler ve sembollerin düzenleyici etkisiyle birbirine bağlanır.
Yol boyunca uzayan; zaman zaman kesintisiz, zaman zaman kesintili çizgiler, biraz ileriden sola-sağa dönmeniz gerektiğini gösteren yönlendirme levhaları, varmak üzere olduğunuz yerlerin tabelaları sizi işaretlemelerle örülü bir zaman ve mekân deneyiminin içine alırlar. Ancak sembol ve işaretlerin kullanımı yalnızca yol imgesiyle sınırlı olmadığı için; sanatçı bellek ve yaşantı ile ilişkilenerek kendini gündelik hayatın sembolik dili içerisinde konumlandırma arayışında bulur. Alegori, metaforik anlatım ve analojiye izin veren bu uzayda yolculuk anı yeniden kurgulanmaya başlar. Uzam işaretleri ve yol retorikleri çoğu zaman sanatçıya eşlik ederek zihnindeki hikâyenin bir parçası haline gelirler.
Kemal Tizgöl, Yolu Düşleyen Adam, 2018
Yolculuk deneyimi gündelik hayatın akışında kendi içinde bir ritim kurgular. Nefes alışımızdan kalbimizin atışına, yürüyüşümüzden kullandığımız araca kadar çevremizdeki her şeyin bir ritmi; her ritmin ise kendine özgü bir ölçüsü, hızı, frekansı ve birimleri vardır. Fark ve tekrarla örülü bir uzamsal düzende çevremizdeki diğer şeylerle birlikte hareket içindeyizdir. Lefebvre’ye göre: “Bir yer, bir zaman ve bir enerji tüketimi arasında etkileşim olan her yerde ritim vardır” iii. Lefebvre; tekrar-fark, mekanik- doğal, döngüsel-doğrusal, sürekli-kesintili, nicel-nitel gibi karşıt kavramların birlikteliğinden oluşan ritmi bir analiz biçimi olarak düşünür. Ona göre ritimanalist; bir senfoni veya bir opera dinler gibi bir evi, bir sokağı bir şehri de dinleyebil[en] iv biridir. Kapitalizmin düzenlediği şeyler bütünün mekanik ve doğrusal ritmi ile doğaya ait döngüsel ritimler bütünü ya da dış ritmi algılamada bir metronom vazifesi gören bedenin kendi içindeki ritmi arasında farklılıklar vardır. Sanatçı da bir anlamda kendi bedensel ritmi ve yol boyunca tekrarlanan mekanik ya da doğal ritimler aracılığıyla bir duygulanım içerisine girerek, dış ritmi algılamada kendi bedeninden yola çıkar ve dışarıyı içerisi ile bütünleştirir.
Kent yaşamına ait sesler bütünü; -şiddetli, güçlükle duyulabilen, tekrarlanan, farklı, doğal veya mekanik sesler, gürültü ya da uğultu- kentli birey için bir poliritim oluşturur. Kentin içinde yürümek bir anlamda bu poliritme eşlik etmek demektir. Bedenimiz hissedilir şeyler doğrultusunda kentin ritmi ile uyumlu ya da uyumsuz bir mevcudiyet/şimdi kurgular. Burada bize eşlik eden yalnızca sesler ya da olumsuz anlamıyla gürültüler değildir. Belirli bir ardışıklık ya da kesintiyle birbirini takip eden mekânlar; reklam tabelalarından, bilgilendirme levhalarına kadar enformasyon, iletişim ve ticaretin göstergeleri olarak kendilerine yer bulan imajlar kent içi gezintilerimizin eşlikçileridirler ve onlar da tıpkı sesler gibi bu çoklu ritmin bir parçasıdırlar. Bu çoğul yönlendirme araçlarına maruz kalarak kent içi yürüyüşlerimizin yönünü değiştirebilir, kendimize farklı bir güzergâh ya da varış noktası belirleyebiliriz. Seslerin ve gürültülerin kesildiği, imajların görünemez olduğu bir mekânsal deneyim biçiminde ise; temasla hissedilebilir şeyler aracılığıyla izleğimizi belirlemek durumunda kalırız. Bu da pekâlâ mekâna dair bir okuma ve konumlandırma arayışı sunabilir adımlayana. Sanatçının seramik ile yeniden üretilmiş 19,5 adet hissedilebilir yüzeyli görme engelli yer karosundan oluşan yerleştirmesi bu dokunabilir kavrayış tarzına önek teşkil eder. Sanatçı, “Hiçbir yere” de duyusal algılayışta bir indirgemeye giderek, yolun temasla ilişkilenen yapısına vurgu yapar. Bu zeminin hareketi görece zorlaştıran, kimi zaman durağanlaştıran yapısı işlevsel “topos”un kimliğini değiştirerek deneyimleyeni yeni bir ilişkisellik ve ritim döngüsü içerisinde bırakır. Bir anlamda Descartes’in körlüğü, görüşün aldatıcı yanılsamalarına karşı, yerlerin ve nesnelerin güvencesi olarak kabul etmesi gibiv, gözün bütünleştirici bir yandan aldatıcı imgeleminden uzaklaşarak kentin görünmez ancak hissedilebilir zeminine temas eder.
Kemal Tizgöl, Hiçbir Yere, 2018
“Yürümek mekândan yoksun olmaktır. Yok olmanın ve kendi aidiyetinin peşinde olmanın belirsiz operasyonudur”vi diyen Michel de Certeau’ya göre: Fiziksel bir toplanma yerinden yoksun adımlar kent içindeki mekânlar arasında mekik dokuyarak uzamlaşırlar. Konumsuz adımların oyunları kent uzamını belirlerken, ona bir öykü atfeder. Bu bağlamıyla öykü; yerde, kaybolan adımların kendini ifade ediş anında başlar. Kent içinde kendine bir güzergâh kurgulayan kişi tıpkı öykülemede sözcüklerin seçimi ve ilişkilendirilmesi gibi mekân parçaları arasında bir seçim yaparak, uzamın her göstergesini farklı bir şeye dönüştürür. vii De Certeau “Her anlatı bir yolculuk anlatısıdır – bir uzam uygulamasıdır” viii diyerek yolculuk deneyiminin anlatı ile olan bağına vurgu yapar. Uzamın Anlatıları başlıklı yazısında o günün Atina’sının toplu taşım araçlarının metaphoria ismini taşıdığından; insanların şehir içi seyahatlerini bir ‘eğretileme’ aracılığıyla gerçekleştirdiklerinden bahseder ve bunu anlatı ile ilişkilendirir. Ona göre
anlatılar da “her gün çeşitli yerlerden geçmekte, bu yerleri düzenlemektedirler; bu yerler arasında seçim yapmakta ve bunları birbirine bağlamaktadırlar; bunlardan tümceler ve güzergâhlar oluşturmaktadırlar.” ix Edebi dilden plastik dile geçildiğinde sanatçının malzeme ile bir anlatı kurduğuna tanık oluruz. Örneğin “Not Defteri”nde; belirli bir keskinlik ve doğrusallıkta ilerleyen bir çizginin karakterinin değişerek, kimi zaman döngüsel bir tavır kazandığı, kimi zamansa rotasını kaybetmiş karalamalara dönüştüğünü görürüz. ‘Bir eğri çizer gibi’ düz bir hatta ilerliyor olmanın verdiği hisle sanatçı kendi rotasını yeniden düşler. Bu deneyimde dışa-temas, içte kat edilen mesafeye dönüşür ve “içe-iz” ile ilişkilenir. Çizgisel karalamalar işin ismiyle de etkilenim içerisine girerek “içe-iz"e dair sözün metaforik aktarımına dönüşürler. Tarih öncesi çağlarda yazının bulunuşu ile kullanılmaya başlayan kil tabletlerin modern versiyonları gibi karşımızda duran bu seramik plakalar, kâğıt-yazı, iz-kil arasında alegorik bir yapı kurarlar.
Kemal Tizgöl, Not Defteri, 2018
İnsanın varoluşu gereğince belirli bir zamanda adımlayabileceği yol ve görüngüleri (mekanik) bir araç ile ilişkilendiğinde değişikliye uğrar. Makine-insan olarak da adlandırılabilecek araç insan birlikteliği insan hızının üzerine çıkarak zaman ve mekân üzerindeki deneyimini değişikliğe uğratır. Kat edilmesi gereken mesafe, her an biraz daha eritilerek; uzaklık algısını ‘sürekli değişken’ bir kimlik içerisine konumlandırır. İki nokta arasındaki mesafenin ne kadar yakınlaşılırsa yakınlaşılsın belirli bir uzaklıkta kalacağı hissiyle kişi heykelsi bir hareketsizlikte yol almaktadır. İçerinin sunduğu hareketsiz düzene tabi olan yolcu, başka bir eylemsizlik hali içinde olan dışarıyı izler. Deneyimlenemez ancak izlenebilir bir mekân kurgusu içerisinde ilerlerken; yolu çevreleyen mekânlar bütünü işlevinden feragat etmiş ve yol uzamı için bir sahne kurgulamış gibidir. Camın ardında, belirli bir mesafede duran şeyler; gerçek bağlamından kopartılmış, hareketsiz, sessiz, dokunulamaz şeylere dönüşmüşlerdir. Bir anlamda tren, gemi ya da otobüs penceresinden görülen, şimdinin hareketsiz bir resmidir. Bu tarz bir kopukluk ve temassızlık hali, yolculuk edene hayaller ve rüyalarla dolu bir zaman dilimi sunar. Pencere bu bağlamıyla yolculuk eden için nesnel görüntülerin dar çevresinden geçip duyuların çokluğuna geçme imkânı tanımaktadır. Manzara isimli düzenlemede; belirli bir manzara uzamına yerleştirilmiş bir varlık olarak yolcu; bir varoluş yönünde hareket ederken, aynı sekansta -gri bir peyzajda- takılı kalmış gibidir. Bu ifade şekli; yineleme aracılığıyla aynı sekansta kalmayı tercih eden bir zihnin varlığı kadar kendini sürekli tekrarlayan bir imajın (peyzajın) varlığını da işaret edebilir. Yol boyunca izlenmiş olan manzara nereye ait olduğu belli olmayan, yitik bir yeryüzü parçasına dönüşmüştür. Aynı sekansı ya da manzarayı yineleme hali, yoldaki gri-insani yaşantıyı canlı tutmayı arzular.
Kemal Tizgöl, Manzara, 2018
Kemal Tizgöl, Manzara (Detay), 2018
Sonuç olarak; Kaybolma, belirsizlik, temassızlık, anımsamalar ve arzularla örülü tekinsiz bir oyun geliştiren yolculuk deneyimi, planlı ve okunur mekânlar bütününün içine sızar. Bu yolculuğun takip ettiği rota üzerinde biriken anlar; parça parça örülmüş neredeyse kolaj bir anlatı derler yolcunun izleğinde ve bu oyunda ona düşen görev, parçalardan yola çıkarak hikâyenin bütününe ulaşmaktır.
i Vladimir Nabokov, Ada ya da Arzu, İstanbul, İletişim, 2012, s.511-2
ii Kemal Tizgöl, Yol/Yön/İz Sergi Tanıtım Metni, 2018 iii Henri Lefebvre , Ritimanaliz, İstanbul: Sel, 2017, s.40 iv A.g.e.,2017, s.112
v Michel de Certeau, Gündelik Hayatın Keşfi-I, Ankara: Dost, 2008, s.188 vi A.g.e., 2008, s.200-1
vi A.g.e., 2008, s. 200-1
vii A.g.e., 2008, s. 194
viii A.g.e., 2008, s. 215
ix A.g.e., 2008, s. 214
Comments