Melike Taşcıoğlu Vaughan ve Maury Vaughan’ın tesadüfi bir karşılaşma ile başlayan araştırma, kitap ve sergi projeleri Elinin Emeği, Gözünün Nuru Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda devam ediyor. Melike ve Maury’ye projeyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk
Röportaj: Melike Bayık
Mekân fotoğrafları: Kayhan Kaygusuz
Kitap fotoğrafları: Gül Yavuz
Elinin Emeği, Gözünün Nuru sergisinden yerleştirme fotoğrafı
SAHA Derneği’nin Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında bir kitap çalışması olarak başlayan proje sergi ile de araştırma, keşfin katmanlı yönlerini ortaya koyuyor. Bir moloz yığını içinde bulunan mektuplar, eski fotoğraflar, el yapımı antika eski kumaşlar, danteller ve kıyafetler Melike ve Maury’nin bir hazineyi bulmuşçasına büyük bir titizlikle derinleştirdikleri bir çalışmanın bütün yönlerini ortaya koyuyor. Geçmiş, erk ve kadınların görünmez tarihi arasında sıkışmış ve yitikleşmiş bir gerçek yaşam öyküsünü, sanatın dizgileri ile aktarıp, kaybolmuş cümleleri anonim biçimde bugüne taşıyan Elinin Emeği, Gözünün Nuru sergisi 21 Nisan 2024’e kadar Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda devam ediyor.
Melike ve Maury Elinin Emeği, Gözünün Nuru projesi sizin uzun soluklu bir araştırmanızın ilk kitap projesi ve sergisi. SAHA Derneği desteği ile hazırlanan kitaptan, Eldem Sanat Alanı’nın Dalyancı Konağı’nda gerçekleştirilen sergisine uzanan bir yönü var. Bu açıdan öncelikle birlikte Eskişehir’deki ilk kişisel serginiz olmasının da öneminin altını çizerek bu projenin başlangıcı nasıl oldu?
Melike: Eskişehir’deki ilk kişisel sergimin yine Eldem Sanat Galerisi’nde olduğunu sonradan Esra Eldem’le hatırladık. Bundan 16 yıl önce ne Maury’yle birlikte sergi yapacağımızı, ne Eldem’in Dalyancı Konağı’nda böyle bir sergi mekanını yöneteceğini bilemezdik. Bu rastladığımız eşyalar 16 yıl önce neredeydi acaba, bunu da merak ediyorum. Planlanan bir şey yoktu, her şey rastlantıyla başladı. Maury’yle buluştuk, Karabayır’a taşındık ve bir gün yürüyüş yaparken buzların çamurların arasında bu eşyalara rastladık. Bu birlikte ikinci çalışmamız. Çanakkale Bienali’nin ardından birlikte bir şeyler yapabildiğimize inandık ve yürüyüşte karşımıza çıkan bu sürprizle birlikte kendimizi bu projenin içinde buluverdik.
Sergi fikrinden önce bu buluntular bir kitap halinde gözümüzde canlandı. SAHA’nın Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında Sanatçı Kitaplarına da destek vereceğini duyduğumuzda heyecanla hemen başvurumuzu hazırladık ve kabul edildi. Bu desteğin ne demek olduğunu sonradan daha iyi anladım, maddi destekten çok bir zaman sınırı veriyor. Bu destek olmasaydı bu proje bir kenarda diğer yapılması gerekenlerin arasında (tıpkı ana aktörü eşyalar gibi) çürüyüp gidebilirdi. SAHA’nın desteği bu projenin bir sene gibi kısa bir süre içinde açığa çıkabilmesini sağladı.
Kitabın lansmanına küçük bir sergi eşlik edebilir diye düşünürken Esra Eldem’le görüşmelerimiz başladı ve projeyi çok beğendi, Dalyancı Konağı’nın projeye çok uygun olacağını düşündü ve sergi çalışmalarına böylece başladık.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Elinin Emeği, Gözünün Nuru aslında kuvvetli bir rastlantı ile söz ettiğiniz gibi bir yürüyüş esnasında karşılaştığınız bir durumun neticesinde oluşmaya başlıyor. Bu tuhaf tesadüfler ve yoğun hafıza araştırmaları, sizin araştırma ve inceleme alanınıza nasıl girdi?
Melike: Hafıza meseleleri bilerek ve isteyerek girmedi aslında gündemimize, planlı gelişmedi. Son zamanlarda genel olarak ilgi alanlarımız zorunlu olarak değişti belki, hızlı hafıza kayıplarına şahit olmak, bu konuda bir şeyler yapma güdüsünü aşıladı mutlaka ve özellikle kadının emeğinin veya sözünün değersizleştirilmeye çalışıldığını bugün bile her yerde görmek, inşaat ve kaba yapı üzerinden verilen değerlerin yüceltilişini izliyor olmak tetikledi mutlaka. Yine de özellikle bellek üzerine çalışıyor değildik, bu eşyaları molozlar altında gördüğümüz anda ilk tepkimiz derin bir üzüntü ve bir şeyler yapma isteği oldu. Elimizde ıslak ve çamurlu kumaşları toparladığımız bohçayla eve doğru yürürken, tüm bunları korumak ve olan biteni anlatmak güdüsüyle bir şeyler yapmak istedik hemen.
Tuhaf bir tesadüf gibi görünüyor ama aslında maalesef artık tuhaf da değil bu manzara. Hatta çok da alışıldık bir durum değil mi bu? Yeniden yapılanan bir mahallenin tepelerinde genç bir ağaçlık alanda, belediye para istediği için kaçak atılan inşaat atıkları. İnşaat atıkları her yerde, her yerde olması o kadar normal ki, artık gözümüze batmıyor bile. Her yerde çöp var, özellikle kent merkezi dışına çıkınca her yol kenarında inşaat atıkları moloz döküntüleri var. İlginçlik Maury’nin bunları karıştırmaya meyilli olmasıyla başladı bence, ben tek başıma olsam dokunmazdım pis diye. Maury bir şeyler gördü ve molozu kurcaladı, birlikte topladık kurtardık, eve getirdik, yıkadık, ütüledik. Yaşadıklarımızın ne olduğunu bir kez daha idrak ettikten sonra kitap olması gerektiğinde hemfikir olduk.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı arka kapak
Öncelikle söz ettiğiniz gibi kapsamlı bir kitap olarak başlayan çalışma akabinde Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda da Elinin Emeği, Gözünün Nuru adlı sergi ile binanın da tarihi kayıtları bilinemeyen geçmişi ile asenkron bir biçimde buluştu. Sergide nasıl bir kavramsal anlatı, hangi disiplinlerden buluntular/metinlerle bu araştırmayı derinleştiriyorsunuz?
Maury: Burada en bariz sunum yöntemi, vitrinlerde korunan, numaralandırılan ve açıklamalı arkeolojik bir sergileme biçimi olurdu. Orijinal mektupları ve fotoğrafları camın altında bir kaide üzerine koyarak buna göz kırptık. Ama genel olarak, bunu sanatsal bir enstalasyon olarak ele aldık. Nesnelerin etrafında ve içinde dolaşabilmeye izin verdik, ağır ve hafif, ışık ve gölge, bunlarla oynadık.
Melike: Sergiyi gezenlerin bizimle benzer bir deneyim yaşamasını arzu ettik. Biz buluntulara tepeye çıkarak ulaştık, izleyiciler de konağa çıkan dik merdivenlerin ardından molozlarla karşılaşıyor. Dalyancı Konağı bize çok uygun bir kurgu alanı sundu. “Bu kadın kimdi? Bizim o eşyaları bulmamızı mı istedi? Kendi hayatını anlatmak için bizi mi seçti?” gibi metafizik sorular ve hisler bizi biraz bu mekânı hayalet ev gibi kullanmaya da itti. Kadının ruhunu, yaptıkları ve yitirdikleri aracılığıyla göstermek istedik. Sonuçta şu an hayatta olmayan bir kadın/kadınların elleriyle yaptığı işleri sergiliyoruz, onun hayatına ve hatta mahrem alanına giriyoruz, neredeyse ruh çağırmak gibi bir şey bu. Bu hissi barındırmak istedik ve konak bunun için eşsiz bir fırsat sundu. Konağın dışından görülen ve üst katta asılı olan beyaz iç elbiseler ve gelinlik de bu hayalet hali artırmak istediğimiz için, bu ruhun mekâna hakimiyetini ve bizler sergiyi izlerken onun da bizi izleyişini hissediyoruz.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Sergi rastlantısal bir yürüyüşte karşılaştığınız bir inşaat bölgesinden başlıyor, buluntu nesneleri keşfetmeniz, sessizce oluşmaya başlayan bir ortak anlatı ile söze, cümleye metne dökülüyor. Oldukça şiirsel ve bir yandan da keskin bir katmanlılık öyküsü ile sergi ve kitap ile olarak çift yönlü bir sunuma dönüşüyor. Burada kavramsal araştırma ve anlatının kurgulanması, kitap ve sergi yolculuğunun inşa sürecinin oluşum aşamalarından söz eder misiniz?
Maury: Melike'nin aklında her zaman kitaplar var. Bulduklarımızın ardından söylediği ilk şeylerden biri 'bunun hakkında bir kitap yapmalıyız' oldu. Kurgu ve konsept çok basitti -projenin farklı yönlerine odaklanan birkaç bölüm ise; alan, bulma anı, buluntu, sanatçı gibi bölümlerdi. Bundan sonrası sadece işi gerçekleştirmek oldu. Kitabı ortaya çıkarmamıza yardımcı olan çok sayıda değerli işbirlikçimiz oldu. Sergi konusunda daha kuşkuluydum ama geriye dönüp baktığımda projenin en tatmin edici yönü olduğunu söyleyebilirim. Mekânı,zamana yayarak, ışık, ses ve gizlenip açığa çıkan görüş hatları gibi bazı teatral efektlerle birleştirmemizi sağladı. Dalyancı Konağı sergimiz için o kadar mükemmel bir alan oldu ki, çok mükemmel olmaması konusunda çok bilinçli davranmak zorunda kaldık. İnsanların içeri girdiklerinde "Tamam, içinde eski eşyalar olan eski bir ev" demelerini istemiyoruz. Bu yüzden bir rotaya ve giderek gelişen bir anlatıya sahip olmak bizim için önemliydi.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru sergisinden yerleştirme fotoğrafı
Bu karşılaşma ve keşif aşamasında karşınıza nasıl buluntular çıktı, neleri keşfettiniz?
Melike: Kendi adıma en ilginç keşif aramızda olmayan bir ruh ile iş birliği hissi oldu. Hiç tanımadığımız, hiç bilmediğimiz bir kadın, yaptıklarını, hatıralarını ve kendisini hatırlamamız ve hatırlatmamız için bizi seçti gibi bir his vardı proje boyunca bende. Sanki bu kadar emeğin ve hatıranın o moloz yığınına gitmesine içi elvermedi de bizi oraya götürüp buldurttu gibi... Diğer yandan da bu kadar çevre tahribatını normalleştirmeyi nasıl başardık diye daha derin düşünür oldum. Bu kadar basit bir konuyu çözememişiz; herkes inşaat yapıyor, herkes çöp üretiyor, ama kimse çöpünü nereye atacağını hala bilmiyor. Yıl 2023, daha hala çöpümüzü çöpe atmayı öğrenememişiz. Hani en akıllı hayvandık, hani en büyük millettik?
Maury: Bulduklarımız tuğla, fayans, türlü türlü inşaat malzemesi ambalajları, parçalanmış bir eldiven, bir taş, bir yaprak, bir cam elyaf parçasının arasından kenarında işleme olan bir kumaş parçasıydı. Sonra diğer örtüyü gördük, sonra gözlerimiz tüm bu yığın arasından parlayan bu nesneleri daha iyi seçebilmeye başladı, hikâyeyi tamamlamaya başladı; ipek kumaşlar, yazmalar, iç çamaşırları, elle dikilmiş işlemeli giysiler ve bir sanduka örtüsü bulduk. Bunları eve götürüp olayı sindirdikten sonra ertesi gün belki başka şeyler de vardı diye yine gittik ve beton parçalarını biraz daha kazınca Osmanlıca mektuplar, 1940’lardan telgraflar ve fotoğraflar ortaya çıktı. O an tüm bir hayatın çöpe atılmış olduğunu anladık.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Karşılaşmanın tarihsel yoğunluğu karşısında coğrafyanın geçmiş kalıntılarında katmanlı eril hegemonyanın görünür olduğu, soylulaştırılmış asker, derviş gibi üst erkler yanında kadınların tarihinin örtük ve eksik bırakıldığı bir iz gibi karşımıza çıkıyor. Burada kadınların özel alandan kamusal alana geçişi, kadınlara sessizce atfedilen görevler, ev ve çocuk bakımı gibi ananesel baskın toplum yanılsaması ile sergi, kadınların ve hatta sadece bir kadının geçmiş ve güncel yaşamına dair nasıl bir bakış sunuyor?
Maury: Kadın olma deneyiminden söz edemem ama düzeltilmesi gereken bir dengesizlik olduğunu sanırım herkes görebilir. Tarih erkekler için ve erkekler hakkında yazıldı ve kadınlar çoğunlukla eksik bırakıldı. Tarihte en ünlü tarihi kadınlar, genellikle Jeanne d’Arc gibi erkeksi roller üstlenen kadınlar oldu. Ancak bizim araştırdığımız tarih daha çok sosyal antropolojiye benziyor. Bulduğumuz nesnelerin ya da onların yaratıcısının o kadar da dikkat çekici olduğunu iddia ettiğimizi sanmıyorum. Benzer şeyler pek çok evde bulunabilir. Bu "sıradan" nesnelerin saygımızı hak ettiğini iddia etmekten daha radikal bir şey yapmıyoruz. Aynı zamanda, kadınlar için "uygun" bulunanın sınırları içinde yapılmış olan bu şeyleri kutlarken biraz çelişkiye düşüyoruz. Öznemizin feminist olduğunu veya herhangi bir engeli yıktığını iddia edemeyiz. Ancak, bu şeyleri kamuya açık bir şekilde sergilememizin kimileri için rahatsız edici olabileceğini düşünüyorum. Saygısızlık ya da röntgencilik olarak görülebilir. Sanırım mesajımızın biraz muğlaklık içerdiğini söylüyorum. Sabit bir yorum gerektirmiyor.
Melike: Benim için bariz eril hegemonya, ağır hantal beton ve bu evi yıkmış devasa makinelerin yankılanan gürültüsüydü. Evi kuran kişinin yoğun emeği ve zamanı ile birlikte tüm o narin kibar, incecik, zarif işlemeler bu yükün altında ezilmişti. Bu doğrudan bir metafor. Bu ev muhtemelen yakında inşa edilecek yeni büyük bir villaya yer açmak için yıkıldı. Daha büyük, daha yeni ve daha güçlü olana yer açmak için benzersiz olanın, el yapımı olanın, organik ve güzel olanın acımasızca silinmesi.
Keşif ve araştırma sürecinizin en çetin ve araştırma yönünden sizleri zorlayan, belirgin bir geçmiş anlatısı aşikâr biçimde görünmeyen bir kadına, onun yaşamına ve naifçe oluşturulmuş küçük bir bohça çeyizi ile başlayan araştırmalarına dair incelemeleriniz nasıl ilerledi?
Melike: Amacımız tek ve gerçek bir kadının araştırması olmadı. Bunu yapamayacağımızı bildiğimiz gibi bunu yapmak ilgimizi de çekmiyor. Biz bu moloz yığını altında kalma ve çöpe atılmanın ne demek olduğu hissini anlatabilmeye yoğunlaştık.
Maury: Kadın hakkında elimizdeki bilgi yetersiz olduğu için boşlukları bir şekilde doldurmamız gerekiyordu. Burada fikir, bir karakter yaratmak, cansız nesnelere bir yüz ve kişilik kazandırmaktı. Melike kadının sesiyle, sanki ötelerden bizimle konuşuyormuş gibi güzel bir mektup yazdı. Bu, kitabın el yazısıyla yazılmış tek bölümü. Sergide, dolapta mahrem kıyafetler ve duvarda bir kadın portresi bulunan bir odaya girdiğinizde mektubu okuyan bir ses duyuyorsunuz. Gerçekliğe ulaşmak için kurguyu kullanıyoruz.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Söz ettiğiniz gibi bir enkaz yığını içinde mektuplar, eski fotoğraflar, el yapımı antika eski kumaşlar, danteller ve kıyafetler hikâyeyi keşfetmeniz için sizi nasıl bir rotaya soktu? Bu buluntular için nasıl bir tasnifleme yöntemi planladınız ve restorasyon çalışmaları gerekli oldu mu?
Maury: En başında bile bir seçim ve eleme aşaması vardı. Yığında karşılaştığımız her şey kurtarılmaya değer değildi. Temel olarak, bize ilginç gelen her şeyi aldık. Benim için antika ve el yapımı şeylerdi ama parlak ya da renkli olan her şey de ilgimi çeker. Melike'nin zevki benimkinden daha rafine, bu yüzden beni bazı çirkin şeyleri eve götürmekten vazgeçirmiş olabilir. Örneğin, üzerinde masal kitabı karakterlerinin basılı olduğu bazı çarşaflar olduğunu hatırlıyorum. El yapımı değil, ucuz bir mağazadan alınmış bir şeydi. Bu tür kitsch ürünlere karşı zaafım var, ancak el yapımı eşsiz bir ürünün havasına sahip olmadıkları açık.
Restorasyona gelince, aşırı titiz davrandığımızı söyleyemeyiz. Temelde sadece yıkadık ve ütüledik. Lekeleri çıkarmaya ya da yırtık kumaşları onarmaya çalışmadık. Eşyalar oldukça düzgün bir şekilde üç kategoriye ayrıldı: fotoğraflar, mektuplar ve tekstil ürünleri. Tekstiller arasında işlevleri belli olan giysi parçaları, mutfak ve yatak odası örtüleri olduğu gibi daha belirsiz olanlar da vardı. Çoğu el yapımı, bazıları makine yapımı ve birkaçı da her ikisinin birleşimiydi. Sonuçta, kitaba ya da sergiye giremeyen parçalar da oldu. Kriter, her şeyin anlatıya 'uygun' olmasıydı.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Mektupların dilleri, içindeki metinlerde bahsi geçen kamusallaşan konular nasıl bir tarihin izlerini sunuyor? Fotoğraflar hangi dönemin tarih kayıtları olarak karşımıza çıkıyor?
Maury: Kitapta biraz daha ayrıntıya giriyoruz, ancak fotoğraflar ve mektuplar sadece ailenin günlük yaşamlarını belgeliyor. Tarihi olaylara ya da siyasete doğrudan atıfta bulunulmuyor. Satır aralarını okumaya çalışmamız gerekti. Mektupların 1940'lı yıllara ait olması ama hala Eski Türkçe (Arap) alfabesinin kullanılması ilgimi çekti. Alfabe reformu 1928'de zorunlu hale getirilmişti. Bana göre bu, tarihin düşündüğümüz kadar doğrusal olmadığını gösteriyor. Sanki Millet Meclisi değişikliği ilan etmiş ve bir gecede herkes Latin harfleriyle yazmaya başlamış gibi değil. Fotoğraflar, enstantanelerin yanı sıra portreler de Cumhuriyet döneminden, 1960'lara ya da belki 70'lerin başına kadar uzanıyor. Arada daha yakın döneme ait renkli fotoğraflar da vardı ama tarihsel mesafeyi korumak istediğimiz için onları dahil etmedik. Bir Türk ailesinin ya da üst-orta sınıf bir ailenin herhangi bir özel yönünden ziyade fotoğrafların evrenselliği beni daha çok etkiledi. Bence her izleyici, özellikle de basılı fotoğraflar ve aile albümleri çağında büyümüş olanlar, bu fotoğraflarla özdeşleşebilir.
Sergide kullandığınız tüm buluntuları yapay zekâ ile yeniden düzenleyerek sergide yer verdiniz, bunun amacı neydi? Süreci nasıl ilerledi?
Melike: Fotoğrafları olduğu gibi yayınlamayı etik olarak doğru bulmadık, bu nedenle nasıl bir yöntem izleriz, yüzleri ve isimleri nasıl kapatırız diye düşünürken Gül Yavuz’un de önerisiyle Photoshop Beta kurcalamaya başladık ve bunun bizim için en doğru yöntem olduğuna karar verdik. Yapay zekânın bu şekilde kullanımı çok doğru oldu benim kafamda, çünkü bu kadının kendi fiziksel varlığından çok genel bir kadın varlığı temsil etmesini istiyoruz. Yapay zekânın topladığı tüm kadın portrelerinden çıkan yeni bir temsil bizim için çok uygun oldu, aynı zamanda sansür gibi görünmeden ve gereksiz bir şekilde öne çıkmadan, bu manipülasyon bilgisini dipnot olarak verebildik böylece. İsim, adres ve imzaları da aynı yöntemle anonimleştirdik.
Maury: Fazlasıyla gündemde olan bir konu olduğu için yapay zekâ kullandığımızın reklamını yapmakta biraz tereddüt ettim. Sadece görüntülerin "değiştirildiğini" söylemenin daha iyi olacağını düşündüm. Bazen yeni teknolojilere karşı heyecan duyma ve bunları gerçekten iyi bir gerekçeye sahip olmadan sırf güncel olmak için kullanma eğilimimiz oluyor. Bu durumda gerekçe doğru ve açıktı, ancak izleyiciyle biraz oynamayı ve yapay zekânın yerleşik ürkütücülüğünden yararlanmayı istedik.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Açıkçası zorlu ve sabır isteyen bir metodolojik çalışma karşısında aynı zamanda bilinmeyen bir öykünün gizemini kaldırmak konusunda da karanlık dehlizlere ışık tuttunuz. Bu noktada kitap ile başlayan ve sergi ile taçlanan Elinin Emeği, Gözünün Nuru projesinin ne kadarı gerçek öyküye odaklanıyor ve ne kadarı sanatçılar olarak sizin yarattığınız, keşfettiğiniz hikâyeye işaret ediyor?
Melike: Buluntular gerçek, sanatçısı kurgu olmalı diye düşündük. Bu el işlemelerini yapan hakkında gerçek bilgiye ulaşmayı amaçlamadık. Bunu etik nedenlerle de özellikle tercih ettik. Yapılanlar kalmış (hatta atılmış, unutulmuş) gerçek nesneler, onları sergileyip, yapanları soyut ve gizli bıraktık, böylece geneli temsil etsin istedik. Buradaki yapan kişi de tek bir kişi değil zaten (hem bulduklarımız aynı elden çıkmamış gibi görünüyor, hem de tek bir kişiye odaklanmaktansa aileyi, kızları, anaları ele alıyoruz). Hem jenerasyonları kapsıyor, hem de tüm kadınları veya tüm el işine kıymet verenleri. Adına kadın dedik, elinin emeği dedik ama aslında ellerden bahsediyoruz, daha doğrusu tek bir el tüm elleri temsil ediyor; tek bir göz tüm verilen zamanı ve o müthiş sabrı temsil ediyor.
Maury: Yarattığımız anlatı, bulduğumuz ipuçlarının yanı sıra kendi spekülasyonlarımız ve düşüncelerimizden oluşuyor. Salt edebi anlamda bir hikaye yaratmadık. Umarım kitabı okuyanların ve sergiyi gezenlerin hikâyeyi kendi yorumlarıyla tamamlamaları için bolca alan vardır.
Melike: Bir hikâye yazmadık ama her şeyi bir hikâye olarak sunduk ve Maury'nin yazdığı metinler de bu anlatımın bir parçasıydı. Sonuçta bulduklarımız sadece birkaç parça giysi ve fotoğraftı. Buradaki sanat, onları sunma biçimimiz oldu. Bu proje bu anlamda benim için özel, sunum ve sıralı anlatım ve bazı metinler dışında hiçbir nesne bizim tarafımızdan üretilmedi.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Uzun soluklu keşif ve araştırmalarınız yanında aynı zamanda Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nda da misafir sanatçı programında gibi sayılabileceğiniz uzun bir mekânsal çalışma süreci geçirdiniz. Bu noktada yazdan bu yana devam eden araştırmalar, yerleştirmeler nasıl ilerledi? Sergi binaya nasıl yerleşti? EKSAV Vakfı’nın kurduğu Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı bu sergi için nasıl bir mekan oldu?
Melike: Kitapla başladık ve kitap kurgusu zaten genel anlatıyı oluşturdu. Kitabı tamamlamadan sergiye girmemeliyiz diye anlaştık. Kitap baskıya girdikten sonra da hemen mekânda yaşamaya başladık. Yani neredeyse tüm akşamlarımızı ve hafta sonlarını orada geçirdik. Bu müthiş bir şans oldu, çünkü mekânla soluduk, mekânı öğrendik ve zaten olgunlaşmış olan hikâye anlatımımız bu kez mekanla nasıl eşleşiyor bunu etraflıca düşünme fırsatımız oldu.
Maury: Melike, Esra ile mekânı kullanma konusunda çok önceden konuşmuştu. İlk başta büyüklüğü gözümü korkuttu ve belki de sadece zemin katı kullanmamız gerektiğini düşündüm. Yavaş yavaş, işleri biraz yayabileceğimizi ve nefes almalarına izin verebileceğimizi fark ettim. Moloz yığınını alana taşımak ve evimizden alana kadar olan yürüyüşün bir videosunu göstermek gibi birkaç basit fikirle başladık. Sonra da oda oda inşa ettik. Kendimize çok fazla esneklik tanıdık ve alana özgü çalışmayı hedefledik. Bazı metin panolarını doğrudan kitaptan aldık ama birkaçını sergiye daha uygun olması için yeniden yazdım. Tipik sergi etiketlerinin her şeyi bilen, samimiyetsiz sesinin aksine, sesli turist rehberlerinin doğrudan iletişim tarzından ilham aldım. İzleyiciye "siz" diye hitap etmek ve nereye bakması gerektiğini söylemek gibi.
Bize mobilya ödünç veren ve tasarladığımız özel teşhir masasını üreten sponsorumuz KYS'den Göksal Günaydın'a teşekkür etmek istiyoruz. Kubilay Civelek drone görüntülerini çekti ve Eli Kasavi'nin kurgusu ve sesi videoyu başlı başına bir sanat eseri haline getirdi, girişte izleyiciyi karşılayan bu video sergiye büyük katkı sağladı. Son olarak, sabırlı asistanlarımız ve adeta üçüncü bir ortak gibi hep bizimle çalışan Esra'ya çok teşekkür ederiz.
Bir enkaz alanında karşınıza çıkan bu buluntular nasıl bir hazineye dönüştürüldü? Bu acımasızca kurgulanan bir belediye yıkımı mı, yoksa bir ailevi karar ile mi tamamen hiç edilmiş binlerce öznel kaydın arşivi gibiydi? Üstelik tarihi hayranlık uyandıran bir kentin enkaz alanında karşınıza çıkması nasıl hicivdi?
Melike: Bunun adına hazine demeyi o an biz seçtik aslında. Pek çok insan oradan geçiyor ve kimsenin umrunda değil, pek çok kişi buradakilere benzer eşyaları atıyor, veriyor, umursamıyor. Veya pek çok insan yapılacak yeni inşaatı eski eve ve içindekilere tercih eder. Ya da bu araziden geçerken bunu moloz olarak görür, hatta görmez bile, rahatsız bile olmayabilir. Biz olduk. Dayanamadık. Dolmuşuz belki de. İşte tüm bu olaylar zinciri ve bu proje bu rahatsızlıkla ve bunun adına hazine demek kararıyla başladı. Biz önemli bir şey bulduk, öyle düşündük, bunların önemli olduğuna karar verdik. Buna büyük bir samimiyetle inandık ve önce SAHA sonra Esra bize inandı, ne demek istediğimizi anladılar. Buna inşaat atıkları arasında çöp de diyebilirdik, demedik. Diyemedik.
Maury: Sunduğumuz hazine, buluntuyu bağlamsallaştırmaya çalışan sergi ve kitabın kendisi. Nesnelerin kendi başlarına ilginç olduklarını düşünüyoruz, ancak metin onlara daha fazla güç ve rezonans kazandırmaya çalışıyor. Bu biraz kutsal emanetler ve kutsal kitap arasındaki ilişkiye benziyor. Sanat nesnelerinin de dil ve hikaye anlatımı aracılığıyla yorumlanmaya ihtiyacı var gibi görünüyor.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Neredeyse çağdaş bir nadireneler kabinesi avcısı gibi derli toplu bir keşfin, sistemli bir araştırma çalışmasının nihayeti olarak bu anlatı bir sergi ve kitap karşımıza çıkıyor. Kimsenin görmek istemediği bir hazineyi keşfedip, sessiz bırakılan hikâyeyi konuşturmaya başlıyorsunuz. Gerek mektuplar, gerek kumaşlar ve elbiseler gerek de fotoğraflar ile. Bunu çalışırken bu kadının öyküsünü/ ailesini bulma girişiminiz oldu mu hiç? Veyahut sergi henüz devam ediyor ama bu süreçte gelip bu hikâye benim hikâyem diye sahipsizliği tanımlandıktan sonra bütün bu çalışmaya kol kanat geren birileri oldu mu?
Melike: Osmanlıcadan çevirileri yapan kıymetli hocamız Şinasi Acar’a belgeleri ve mektupları Türkçeye çevirmesi için verdiğimizde araştırmacı yanıyla hemen tüm aileye ait bilgileri çıkarıverdiğini gördük, ancak bunları sessizce reddettik. Ben projenin son aylarına kadar ismine bile bakmayı reddettim buluntularda geçen kadınların. Üç kuşak kadın olduğunu biliyordum sadece, hepsi de aynı kadını temsil ediyor bana göre. İsim ve yaş ve yılların önemi yok, önemli olan o sanata merak, üretim isteği ve kadın olma hali.
Biri çıkıp da “bu fotoğraflar bu mektuplar bana ait, ne cüret” der mi diye aklımızdan geçti. Biraz da bu olmasın diye kimlikleri gizledik, çünkü pek çok özel yazışma var, iç çamaşırları bile var, biri benim ailemi bu şekilde ifşa etse çok kızardım diye düşündüm. Gerçi hepsi çöpe atılmış, ama yine de belki kendi rızalarıyla olmadı, bilemiyoruz. Burada da çöp bulanın mıdır, atıkta telif var mı diye tartıştık. Ama sonuçta hem bu nedenlerden, hem de asıl meselemiz bu olmadığı için isimlere ve esas kişilere odaklanmadık, bu olayı derdimizi temsil etmede kullandık. Derdimiz de el emeğini ve zamanı ne kolay çöpe atabildiğimiz alsında. Dişil üretimin ve emeğin dangır dungur beton altında kalma metaforu.
Maury: Bu bana şu alaycı tekerlemeyi hatırlatıyor: Finder keepers, loser weepers (Bulan bulur, kaybeden ağlar.) Eğer gerçek sahipleri ortaya çıkarsa, kendilerine eşyalarını iade etmeye kesinlikle itirazım olmaz. Bence bu pek olası değil ama ilginç bir son olurdu. Eğer hikâyenin kendisi üzerindeki haklarımızdan bahsediyorsak, oldukça sallantılı bir zemindeyiz demektir. Gazeteci olsaydık, sanırım her ipucunu sonuna kadar takip etmek ve mümkünse ailenin rızasını almak gibi bir yükümlülüğümüz olurdu. Bizim içinse, buluntuya, elden çıkarılırken mahrum bırakıldığı hakettiği saygınlığı göstermiş olmamız yeterli.
Elinin Emeği, Gözünün Nuru kitabı
Eldem Sanat Alanı | Dalyancı Konağı’nın geçmişinde de uzun uzun yıllar önce tek başına kendi haline bırakılan, terkedilen bir kadın var. Bu kalp kırıcı hüzünlü hikâye yine münferit bırakılmış bir kadının kitaplaşan ve sergiye dönüşen hikâyesi ile üst üste geliyor. Bu noktada Eldem Sanat Alanı kurucusu Esra Eldem ile bu projeyi ilk paylaştığınızda bu kadar fragmental ve çok parçalı hikâyeler nasıl katmanlaştı?
Melike: Sanırım Esra bu bağlantıyı bizden çok önce kurdu ve projemizle ilgilenmesinin nedenlerinden biri de bu olabilir. Bize hikayeden bahsettiğinde bunun inanılmaz bir tesadüf olduğunu düşündüm; bütünsel kadın fikrine bu da katkıda bulunuyor. O köşkte yaşayan kadın da temsile katılıyor, o fotoğraflarda ve tüm hikayede sunmak istediğimiz insanlardan biri de o.
Son olarak bu proje bugünün kadın tarihi çalışmaları içinde gizil bırakılan tüm kadınlara bir saygı duruşu niteliğinde diyebilir miyiz?
Maury: Bu güzel bir bakış açısı. Biz tarihçi değiliz, dolayısıyla bu alanların ne kadar ihmal edildiğini söyleyemeyiz. Kitabı yazarken Türk kadın el sanatlarıyla ilgili bazı akademik araştırmalara rastladık, yani konuya biraz ilgi var gibi görünüyor. Anadolu Üniversitesi kütüphanesinde bir kaç kitap var, ancak bunlar çoğunlukla farklı nesnelerin ve tekniklerin katalogları ve kültürel önemi derinlemesine incelemiyorlar. Elbette biz konuya daha kişisel ve deneyimsel bir açıdan yaklaşıyoruz. İnsanlarda yankı uyandırırsa ve kadınları onurlandırırsa, bu sonuçtan mutluluk duyarız.
Comments