Ayrıntı Yayınları otuz yıllık kitap yolculuğunu paylaşmak ve 1000. kitabını okurlarıyla buluşturmak için Karşı Sanat ile iş birliği içinde, Ezgi Bakçay ve Ezgi Öz küratörlüğünde bir sergi düzenledi. Kitabın Yazgısı fata libelli başlıklı sergi, kitapların okurlarla kurduğu bağa ve iktidarlarla yaşadığı sorunlara Ali Taptık, Sevim Sancaktar, Hakan Gürsoytrak, Rafet Arslan, Çağrı Saray, İz Öztat, .-_-., Sevinç Altan ve CANAN’ın işleriyle odaklanıyor
Yazı: Ahmet Ergenç
Kitabın yazgısı "fata libelli" sergisi, genel görünüm
Ayrıntı Yayınları’nın (ya da arkadaşlar arasında söylediğimiz gibi, Ayrıntı’nın) bu ülkedeki çoğu okuryazarın gönlünde ve kitaplığında özel bir yeri vardır. Gönüldekini anlatmak uzun sürer ama kitaplıktaki yeri basitçe şöyle anlatayım: 90’lardan bu yana birçok tanıdığımın kitaplığında “Ayrıntı’nın kitapları”nın yan yana durduğunu, özel bir "bölüm" oluşturduğunu görmüşümdür. Yani Ayrıntı kitapları başlı başına bir kategoridir. Bilhassa da hiç gözünü kırpmadan, ısrarla yayımladığı "ağır" teorik kitaplar, dünya edebiyatından romanlar ve son yıllarda da "yeraltı edebiyatı" kitapları. 90’lardan beri bir "yeni entelektüel" kuşağı Ayrıntı’dan çok şey okumuş ve öğrenmiştir.
Artık bir klasik haline gelmiş Ayrıntı şu anda 30. yılını kutluyor ve bu vesileyle Kitabın Yazgısı başlığı altında bir dizi etkinlik ve bir sergi düzenleniyor. Kitabın yazgısı lafı, Latincede "kitabın yazgısını okur belirler" anlamına gelen pro captu lectoris habent sua fata libelli* den geliyor. Bu lafın vurguladığı incelikli ve hayati okur-kitap ilişkisi keşke kitap denilen şeyin yazgısını belirleyen yegâne unsur olsaydı, olabilseydi. Ama geçmişi siyasi ve kültürel baskılarla örülmüş bir ülkede, bu yazgıda devlet aygıtının etkisi her daim hissediliyor.
Kitabın yazgısı "fata libelli" sergisi, CANAN
Karşı Sanat’ta açılan 30. yıl sergisi de büyük ölçüde bu devlet müdahalesinin tarihini konu alıyor. Duvarları kaplayan ve daha çok 80 darbesi sonrasına odaklanan bu "sansür ve müdahale tarihçesi" içinde devletin yüzlerce kez kitap toplatıp, yaktığını, yüzlerce kez yayınevi kapattığını, yüzlerce yazar ve yayınevi çalışanı hakkında dava açtığını görmek mümkün. Bu hikayelerden en acısı herhalde Onur Yayınları kurucusu İlhan Erdost’un 80 darbesinden hemen sonra tutuklanıp, cezaevinde öldürülmesidir. Bu vesileyle kendisini bir daha, saygıyla analım.
Bu kitap-karşıtı (ya da genel anlamda düşünce-karşıtı) tarihçe bugüne kadar uzanıyor tabii ki. 2016 ve 2017’de yeni baskı döneminde KHK’larla kapatılan onlarca gazete ve yayın kuruluşu var. Yani, devlet denilen aygıt kitap denilen aygıttan ve yazı denilen icattan fena halde korkuyor. Aslında bu korku grotesk ve boğucu sonuçlara yol açsa da, basit bir gerçeğin de altını çiziyor: Kitap çok güçlü bir şeydir, yazı hayati bir önem taşır, bu yüzden de insanları kontrol etme isteyenler kitapları ve yazıyı da kontrol etmek isterler. Ama henüz dünyadaki bütün kitapları toplayacak bir devlet aygıtı icat edilmedi. En ağır baskı dönemlerinde bile kitaplar "yeraltında" yaşamaya, elden ele dolaşmaya devam etti. Ve iyi haber, yeraltında dolaşan o "yasaklı" kitaplar bir gün mutlaka yeryüzüne çıkıyor, devletin döktüğü asfalt bir şekilde deliniyor. Ve sonra o asfaltın fenalıkları üzerine de yine başka kitaplar yayınlanıyor. Durdurulamaz bir düşünce-yazı akışı bu: Ad infinitum.
Kitabın yazgısı "fata libelli" sergisi, Rafet Arslan
Sergideki bu sansür ve sansürden özgürleşme tarihi anlatısını destekleyen işlerden de bahsetmek lazım. Mesela, Rafet Arslan, Islık adlı işinde harap bir görünümü ama yine de eskimiş bir asaleti olan kitap cildi parçalarını alta alta sıralamış ve etrafını da "devlet mührü"nü hatırlatan bir kırmızı damgayla çevrelemiş. Kitapların halindeki o kadim zarafet, aslında o kırmızı devlet çizgilerinin ne kadar gülünç olduğunu hissettiriyor. Ciltlerin eskimiş ve yıpranmış hali de, kitap tarihinin devletin sansür tarihinden çok daha eski olduğunu hatırlatıyor, bir bakıma.
Sevim Sancaktar’ın After Sebald adlı işinde bir köşeye yığdığı kitaplar da insana kütüphanesiz evlerde (mesela pek bir mobilyanın olmadığı öğrenci evlerinde) üst üste yığılan kitapları hatırlatıyor. Bu kitaplar o dağınık halleriyle, o yığılmışlıklarıyla kendilerine ait bir koza örüyorlar. O kozanın içinde resmi tarihin ve resmi bilginin ve resmi müdahalenin erişemeyeceği bilgi ve his örüntülerinin dolaştığını ve insana bir anlamda "sığınak" sağladığını hissetmek mümkün. Bu işin referans verdiği Sebald’ın da hafızayla ve "alternatif" hafızayla meşgul bir yazar olması, bu sığınağın aynı zamanda bir hafıza sığınağı da olabileceğini gösteriyor. Müfredat-dışı bir hafıza sığınağı, gibi.
Ayrıntı Yayınları’nın (ya da arkadaşlar arasında söylediğimiz gibi, Ayrıntı’nın) bu ülkedeki çoğu okuryazarın gönlünde ve kitaplığında özel bir yeri vardır. Gönüldekini anlatmak uzun sürer ama kitaplıktaki yeri basitçe şöyle anlatayım: 90’lardan bu yana birçok tanıdığımın kitaplığında “Ayrıntı’nın kitapları”nın yan yana durduğunu, özel bir "bölüm" oluşturduğunu görmüşümdür. Yani Ayrıntı kitapları başlı başına bir kategoridir.
Ali Taptık’ın Meridyenler-Atlas adlı işi ise, Henry Miller’ın sansürlenen Oğlak Dönencesi adlı kitabını konu alıyor. Miller’ın kitabı yasaklanmış ve yayıncısına dava açıldıktan sonra 39 yayınevi kitabı "sakıncalı kısımları" boş bırakıp, kitabın başına "Muzır Kurulu Raporu"nu ekleyerek yayımlanmıştı. Sansürü teşhir eden bu dayanışma davanın düşmesine neden olmuştu. Ali Taptık da kitapta üstü kara bantla sansürlenerek yayınlanan sayfa parçalarını yan yana getirerek, yine bir teşhir operasyonuna girişiyor. Çağrı Saray, Hakan Gürsoytrak, İz Öztat ve CANAN da kitaba, hikaye anlatıcılığına, kütüphanelere, yazar portrelerine ve sansüre dair işler sunuyorlar. Yıllardır Ayrıntı’nın kapaklarını çizen Sevinç Altan da meseleyi gündelik hayata, sergiden dışarı sokağa taşıyan işler yapıyor.
Gündelik hayat demişken, sergiyi dolaştığımda son zamanlarda bence başlı başına bir yerleştirme olabilecek bir kitap derlemesi de aklıma geldi. Son bir yılda "ihraç edilen" akademisyenlerin kitaplarını bir araya toplayan Evren Balta bunları İhraç edilen kitaplar adında bir dosya olarak paylaşıyor. Yani, sergideki "fena" manzaralar gündelik hayatta gayet olağan bir şekilde devam ediyor.
Soru halen ortada duruyor: Kitabın yazgısını kim belirler?
Cevabı şu olabilir: Devlet ve otorite belirlediğini düşünür ama aslında, alttan alta (bazen de "yeraltında") ve nihayetinde okur belirler.
Kitabın yazgısı "fata libelli" sergisi, genel görünüm
Comments