Çağdaş sanat alanında üretim yapan 35 sanatçıyı bir araya getiren Ateş Çağı sergisi 27 Kasım’a kadar Ankara’daki Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde izleyiciyle buluşuyor. Sergide Yeşil Koltuk ve Fare başlıklı yerleştirmesiyle yer alan Ümmühan Yörük’ün üretimini Antroposen çağında yapılan eleştiriler bağlamında ele alıyoruz
Yazı: Burçak Fakıoğlu Yakıcı
Ümmühan Yörük, Yeşil Koltuk ve Fare, Yerleştirme, 2023
Almanya Büyükelçiliği iş birliğiyle, Can Akgümüş'ün küratörlüğünde Ankara’da Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi, Ateş Çağı sergisine ev sahipliği yapıyor. Çağdaş sanat alanında üretim yapan 35 sanatçıyı bir araya getiren sergi, Antroposen çağın eleştirel bakış açılarını ortaya koyarken doğayla kurulan ilişkileri de konu alıyor. Sergi, insanlık ve varoluş kavramlarından ziyade insansız bir doğaya odağını yönlendirirken, farklı disiplinlerden gelen akademisyenler, edebiyatçılar ve sanat profesyonellerinin katılımıyla düzenlenen konuşma programlarıyla birlikte izleyiciyle buluşuyor. Farklı malzemelerle üretim yapan sanatçıların bir araya geldiği sergide birbirleriyle ilişki içerisinde kurgulanan eserlerin arasında, sanatçı Ümmühan Yörük’ün kumaş ve elyaf malzemelerini kullanarak ürettiği Yeşil Koltuk ve Fare başlıklı yerleştirmesi de yer alıyor. Sanatçının İstanbul’da gerçekleşen son kişisel sergisinin ardından, Yeşil Koltuk ve Fare Ankara’da ilk kez izleyiciyle buluşuyor. Ümmühan Yörük, çalışmalarında şiddetin ortaya çıkardığı öğeleri ele alırken hem malzeme seçimi hem kurgusuyla günümüz eleştirilerinden besleniyor. Ateş Çağı sergisinde ise, Yörük’ün yerleştirmesini, Antroposen çağında yapılan eleştiriler bağlamında ele alıyoruz.
Ateş Çağı sergisinden yerleştirme fotoğrafları
Sergi alanının pencere kenarı olan tek köşesinde yer alan Yeşil Koltuk ve Fare yerleştirmesi hem sergi mekânındaki yerleşimi hem de dokusu açısından dikkatleri çekiyor. Artık oturulamaz hale gelmiş, birincil işlevini kaybetmiş bir eşyayı görmenin yanı sıra insanın en çok üzerinde vakit geçirdiği ve teniyle temas ettiği bir nesneden yola çıkarak üretilen bir yerleştirmeyi izliyoruz. İşlevini yitirmiş bu mobilyanın etrafını ve üstündeki minderleri saran kumaş ise, sanatçının çocukluğundan bu yana çok iyi bildiği-tanıdığı bir malzeme. Tıpkı geçmiş yıllarda, ailesindeki dikiş pratiği üzerine anımsadığı bu tanıdık malzemeyi günümüze taşırken, bu yolla kolektif belleği de yeniden yorumluyor. Yerleştirmenin bel kemiğini oluşturarak nostaljik bir gönderme yapan bu hazır nesne, çoğunlukla evlerde ikili olarak camın önünde konumlanan berjerler gibi, ayakları ve kolları oymalı, sağa sola çekilmekten bacakları hafif yıpranmış ancak ahşap malzemenin sağlam duruşuyla karşımıza çıkıyor. Berjeri, günlük yaşamda tanıdık bir eşya olarak kullansak da onun güç, otorite ve rahatlık gibi sembolik anlamları da beraberinde geliyor. Sanatçının yaptığı müdahalenin yanı sıra sergi alanındaki yerleşimi de serginin kavramıyla adeta bütünleşiyor. Ateş Çağı sergisinde camın önünde tek başına bu güçlü duruşuyla karşımıza çıkan berjer, binalarla çevrili sergi mekânından dışarıya taşan bir alandaki ihtişamlı Kavak ağaçlarına doğru dönerek konumlanıyor. Serginin doğrudan dışarısıyla yani insanın doğaya tahribatını konu alan derdini içeriye taşırken yerleştirmenin konumlanışı oldukça anlamlı.
Yeşil Koltuk ve Fare nesiller boyu insanlığın günümüze bıraktığı izleri barındırırken, diğer yanda bizi kurgusal alana da davet ediyor. İnsanın kendi rahatı için ağaçtan ürettiği ve estetik unsurları gözeterek tasarladığı berjerin yer aldığı bu yerleştirmede, insan figürünün yokluğunda insanın izine rastlıyoruz. İnsandan geriye kalan yaşam izleri, hazır nesnenin yanı sıra, tekstil malzemenin büründüğü bir çim üzerinde yapay çiçeklerin görüntüsüyle aktarılıyor. Geçmişten günümüze gelen bir mobilyanın etrafında istilacı bitki örtüsü gibi yayılan görünüm, gerçeklik ve yapay olan arasında kalan algımızla ve doğayla ilişkimiz üzerine bir sorgulama da doğuruyor. Bu istilacı hal, bir bakıma insanın doğayı artık kendi iradesine mecbur edemediği bir kurguyla bizi baş başa bırakırken, yeşilin dolup taştığı ve söz dinlemediği bir doğa tasvirine işaret eder gibi. Nitekim sergide yer alan eserler, kıyameti odağına alan edebiyat türünde olduğu gibi iklimsel kriz karşısındaki bu kurgunun insan üzerindeki etkisini izleyiciye aktarıyor.
Ateş Çağı sergisinden yerleştirme fotoğrafları
Küratör Can Akgümüş’ün serginin kavramsal çerçevesinde yer verdiği üzere 2007'de Sci-fi (bilimkurgu) sözcüğünden türetilen ve Daniel Bloom tarafından ilk kez kullanılan Cli-fi (iklimkurgu) terimiyle yeni bir edebiyat türünün de ortaya çıkışından söz edebiliyoruz. Cli-fi anlatımında bizlere tanıdık olan bir dünyadan hareketle, kimi zaman iklim değişikliği başlamadan önce ya da sonrasında nasıl görünebileceğini ele alır. Okuyucunun tanıdığı ve algılayabildiği, evi olarak benimsediği dünyanın, tuhaf, abartılı ve yabancı olarak betimlenişiyle rahatsız edici bir duygu yaratılma arayışının içindeyizdir. Cli-fi anlatımında insanın doğadan elini eteğini çektiğinde gözlemlediğimiz çevremizin nasıl bir değişikliğe uğrayabileceği merak konusudur. İklim Kurgusu ve Kültürel Analiz, Antroposen’de yaşam üzerine yeni bir bakış kitabının yazarı Gregers Andersen'in 1977 ile 2014 arasında üretilen 40 farklı romanı, öyküyü ve filmi analiz eden çalışmasında küresel ısınmasının doğurduğu sonuçları “abartarak” ve “büyüterek” bir anlatım benimseme eğiliminde olunduğunu ve kıyamet sürecinin çok hızlı gerçekleşerek ele alındığını yazmıştır. “Çevreci kıyametçilik”ten söz ederken, kıyametin duygusal yönüne de değinilir. Doğaya yapılan şiddetin sonucunda dünyanın nasıl görünebileceği üzerine düşündüren kıyametin okuyucuda rahatsızlık ve korku hissettirilmesi amaçlanıyorsa bu kimi zaman oldukça çarpıcı bir biçimde kurgulanır. Ateş Çağı sergisinde insanın egosu doğrultusunda konumlandırdığı dünyayı odağına almaya eleştirel bir bakış açısı izlenirken, eserler arasında Yörük’ün yerleştirmesi de insan üstünlükçü bir yaklaşımı “çevreci kıyametçilik” açısından sorgulayan nitelikte.
İşlevini kaybeden bu nesnenin yapay çiçeklerin çim görüntüsüyle buluşmasına izleyici yalnızca belli bir mesafeden bakabiliyor. Bu mesafenin tıpkı insanın doğaya yaptığı tahribata olan mesafeye eş düşmesi de aşikâr. Sanatçının hazır nesne seçiminde “nostaljik” olarak tanımlayabileceğimiz İskandinav tasarımı seçmesi de yerleştirmenin izleyiciye yansıttığı yalnızlık hissi de romantikleşen bir kurgudan oldukça uzak. İklim sorununun olağanüstü karmaşıklığı karşısında, insanın yetilerinden el işi ve nakış gibi tekniklerle birleşen üretim pratiğiyle ve dokusuyla tekstil malzemesinin tanıdık temsilî formlarla birleşmesi tekstil sanatının eşsiz bir konuma ulaşmış olduğunu düşündürüyor. İnsan eli değerek yapılan bir üretimle, yeşille sarıp sarmalanmış nesne ve etrafının kendi haline bırakılmışlığı "yeni karanlık çağa" bir ışık huzmesi olarak mı beliriyor? Felsefe ve doğayı odağına alan şair Robinson Jeffers’ın yazdığı gibi “...çimenin kalıcı olması ve insanlığın sadece dokunaklı bir bölüm olması.” (2 Haziran, 1926)
Ateş Çağı sergisi 27 Kasım 2023 tarihine kadar Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde görülebilir.
Comentários