Bu sene ilk defa düzenlenen Kommagene Bienali 20 Ekim 2022 tarihine kadar Nemrut Dağı’nda devam ediyor. Tarih ve coğrafyayla diyalog kuran işler üzerinden Komagene Bienali’nin yarattığı hisse ve harekete geçirdiği düşünce bulutlarına yakından bakıyoruz
Yazı: Ahmet Ergenç
Dilan Bozyel, Göz Hakkı, 2022
Bu yaz, sıcak Ağustos günlerinde, Adıyaman’a, bu yıl ilk defa düzenlenen Kommagene Bienal’ini görmeye gittik. Adıyaman’ın o kavurucu ve neredeyse “gerçeküstü” sıcağı altında dünyanın geçmiş, mevcut ve olası gelecek hali üzerine düşünmemizi sağlayan bir seri iş gördük Komagene Bienali kapsamında.
“Hayali Bir Uygarlık” temasıyla düzenlenen Bienal bir hayli iddialı bir başlangıçla, 23 ülkeden 53 sanatçının işlerini bir araya getiriyor ve yine iddialı bir yöntemle, işlerin çoğu açık havada ve çoğunlukla “tarihsel kalıntılar” arasında sergileniyor. Bence bir ilk olarak son derece başarılı olan Bienal asıl gücünü tarihsel kalıntılara ve antik bir coğrafyaya yapılan müdahaleler aracılığıyla hissettiriyor: “Şimdi”nin ötesine geçen, zamanın palimpsestvari varlığını hissettiren bir bienal bu. Bienalin bir amacı da buydu sanırım: Adıyaman ve çevresindeki “şimdi”yle sınırlı olmayan o devasa ve derinlikli tarihsel yapıya işaret etmek, hatta işaret etmekle de kalmayıp, mekâna müdahale eden işler aracılığıyla tarihsel bir “konuşma” başlatmak.
Aslında bu sadece geçmişle değil, gelecekle de kurulan bir konuşma. Bienal’in küratörü Nihat Özdal, sanatçıları hayali (ve dolayısıyla da gelecekte cisim kazanacak) bir uygarlık tasavvur etmeye davet etmiş. Sanatçılar da kendi açılarından hem uygarlık denilen şeyi tartışmaya açan, hem de yeni “uygarlık” ihtimalleri üreten işler yapmışlar. Antik bir coğrafyada, Komagene Krallığı gibi mühim uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir bölgede böyle bir “uygarlık araştırması” yapılması bence tam isabet. Geçmişe ve olası geleceğe dair bir uygarlık araştırması, şimdi ve burada yaşanan şeye dair de bir eleştirel açı getiriyor. Bir bienalin geçmiş, şimdi ve geleceğe bu şekilde temas etmesi, son derece kayda değer.
Burada bütün işlerden bahsetmek mümkün değil ama tarih ve coğrafyayla bir konuşma başlatan bazı işlerden bahsederek, Kommagene Bienali’nin yarattığı hissi ve harekete geçirdiği düşünce bulutlarını anlatmaya çalışacağım.
Ece Eldek, Rising, 2022
Adalar: Uygarlığın sıfır noktası
Bienal’in temasına (Hayali Uygarlık) çok iyi zemin hazırlayan bir bölgede yapılan işlerle başlamak isterim: Atatürk Barajı’nın bölgede oluşturduğu adalar üzerinde yapılan işler. Eski uygarlık kalıntılarının üzerini kaplayan sular ve yeni ortaya çıkan bu adalar, bu bölgeye neredeyse primitif bir hal kazandırıyor: Uygarlığın tabula rasa’sı ya da sıfır noktası gibi. Bu sıfır noktası, hem daha önceki uygarlıklarla “temas” kurmak hem de boş bir alanda yeni bir uygarlık fikri başlatmak için ideal.
Ece Eldek Rising adlı işinde, adalardan birinin üzerine dikey bir merdiven yerleştirmiş. Temel fikir sular altında kalan eski uygarlıkların yüzeye çıkabileceği metarofik bir merdiven kurmak. Şöyle açıklıyor Eldek işini: “Kommagene Krallığı’nın başkenti, Samosata; Nevali Çori höyüğü ve günümüze ait pek çok köy, baraj nedeniyle sular altında kalmıştır. Rising isimli çalışma, Nemrut Dağı’nın eteklerinde baraj gölünün üzerindeki adacıklardan birine, sular altında kalan uygarlıkların ruhları için yapılmış bir göğe yükseliş merdivenidir. Bu kavramsal şahanelik bir yana, işin yanından geçerken insanı duraksatan, oraya “yabancı” ama cazip bir cisim gibi düşmüş hali de çok etkileyici. Geçmişin hayaletleri böylece yeni “olası” bir uygarlık inşasına dahil olmuş oluyor. Açık bir “hauntolojik” hamle. Eldek benzer bir hamleyi Kahta Kalesi’ndeki I Eye adlı işiyle de yapıyor. Modern bir “aynalı yazı” hem antik kaleye çağdaş bir göz getiriyor, hem de ayna yüzeyinde antik kalenin ve o kalede dolaşan “modern” kişinin izlerini yansıtıyor. Edebiyat ve poetikayla alakası kuvvetli, çeşitli okumalara açık bir iş bu.
Genco Gülan, Çizgili Ada, 2022
Uygarlığın sıfır noktası olarak boş bir adaya “müdahale” eden işlerden biri de Genco Gülan’a ait. Gülan bir adaya "sınır çizgileri" eklemiş, adayı boydan boya kesen, uygarlığın ilk ‘işareti’ olan bir sınır çizgisi. Dilan Bozyel de yine boş bir adaya başka bir “uygarlık” işareti olarak, üzerinde göz olan bir bayrak dikmiş. Dünyayı fotoğraflama eyleminin metaforu olarak “göz hakkı”ndan bahseden Bozyel, bu hakkı bir bayrağa dönüştürerek, şahsi bir “sembol” kurmuş. Devlet ya da toplumlar karşısında insanı önceleyen bu “bayrak” bence hayali bir alternatif uygarlık için müthiş bir icat.
Cansu Sönmez’in adalarda yaptığı yerleştirmeden de bahsetmek isterim. Uygarlık Yığını adlı yerleştirmesinde Sönmez uygarlık kurma çabasını tersten -ya da sondan- okuyarak, adada hayali bir toplu mezar kurmuş. Başlayacak şeyin sonunu düşünen bu iş, şimdinin heyecanından çok tarihin ağırlığını taşıyor. Eski uygarlıklardan bize kalan şeyin genelde “toplu mezarlar” olduğu fikri, aslında bizim şu anki derme çatma uygarlık denemelerimizin sonuna da işaret ederek, biraz “soğuk duş” etkisi yaratıyor. Ütopik bir manzara kurmaya sonun kabulüyle başlamak, yepyeni bir bakışı da hissettiriyor: Büyük hayaller ve büyük fikirlerin sonu genelde aynıdır. Burada insanın bakışını “mütevazı”laştıran bir şeyler var. O bakımdan önemli bir iş.
Cansu Sönmez, Uygarlık Yığını, 2022
Kalenin girdapları
Bienalin diğer önemli mekânı Kahta Kalesi. Sarp kayaların arasına inşa edilmiş bu görkemli kalede onlarca iş var. Kaleyi saran işler, burayı bir “uygarlık araştırmaları labirenti”ne dönüştürmüş, desem yeridir. Kalenin açık bölgelerine ve kuytu köşelerine yerleştirilen işler, uygarlık tartışmasına dair çok sesli bir koro gibi işliyor.
Rafet Arslan’ın kale duvarına sarkıttığı Rapunzel ipi, uygarlık meselesine tersten bir okuma sunuyor. Bu işe göre uygarlık bir hapishanedir (neredeyse Foucaultcu bir okuma) ve bu ip bize kaçma şansı sunar. Genelde “anarşizan” işleriyle bilidiğimiz Rafet Arslan burada da daha uygarlık-karşıtı bir tavırla, uygarlık fantezisinin karanlık ve baskıcı (eğitim sistemleri, mahkemeler, ordular, bütün o kontrol aygıtları) tarafını bir daha vurguluyor. Pink Floyd şarkısını bozarak söyleyelim: We don’t need no civilization.
Doğukan Çiğdem de uygarlık meselesini sondan ya da tersten okuyan sanatçılardan biri: Yolun Sonu adlı işte gördüğümüz bozulmuş, dağılmış asfalt yol, mevcut uygarlığın tıkanmışlığının bir ifadesi. Modern dünya eskinin büyüsünü yok etmiştir ama yerine bir şey de koymamıştır. Bu işi hem yapılanlara dair bir “ağıt” hem de yapılacaklara dair bir uyarı işareti olarak görmek mümkün. Antik kalenin ihtişamlı taşları arasında asfaltın zavallı görüntüsü de cabası.
Kalede alternatif bir uygarlık için alternatif bir düzenleme, düşünüş ya da hissediş öneren iki işten de bahsetmek isterim. Pınar Derin Gencer, Incomplete adlı neon yerleştirmesiyle, renkler ve biçimlerle kodlanan cinsel kimliklerin kodlarıyla oynuyor ve bir belirsizlik etiği üzerinden yeni bir toplum hayaline işaret ediyor. Burada, bu antik ortamda bu ultra-modern neonlar bir photo-opportunity sunmanın ötesinde, cüretkâr bir varlık sergiliyor. Mekânı ve zamanı yeniden düşündüren bir varlık. Canan ise Cadı Otu adlı yerleştirmesiyle, kalede mağaramsı bir odada ütopik bir alan kuruyor, çoğu zaman yaptığı gibi, cinsel ve toplumsal kimlikleri yerinden oynatarak.
Ecem Dilan Köse, Omurga, 2022
Bütün bu işlerin dışında Nemrut Dağı’na yapılan iki müdahale de var. Ecem Dilan Köse’nin Omurga adlı video yerleştirmesi ve Yasin Uysallar’ın yaptığı yeni heykel, kadim Nemrut’a günümüzden bir parça ekliyor. Antik uygarlıklarla kurulan bu “yüz-yüze” konuşma anı, çok radikal ve değerli bir şey yapıyor: Bugünün küçük “modern” insanını heybetli geçmişin izleyicisi ya da tanığı olmaktan çıkarıp bir konuşma ve iletişim alanı kuruyor. Binlerce yıllık bir mesafeyle yapılan bir konuşma. Az buz bir şey değil.
Velhasıl anlatması ve tüketmesi zor bir bienal bu ama özetle şöyle: Kommagene Bienali mezopotamya topraklarında dev bir uygarlık tartışması sahnesi kuruyor, hem geçmişe hem de bugüne yeni anlamlar verebilecek bir tartışma sahnesi. Umarım bienalin devamı da aynı kuvvet ve şaşırtıcılıkla gelir.
Comments