Burcu Yağcıoğlu’nun üçüncü kişisel sergisi Küçük Kara Işık 21 Aralık'a kadar Galerist’te devam ediyor. Ulya Soley'in yavaşlamayı, dönüşümü ve ataleti sanatçının işleri üzerinden ele aldığı sergi metnini paylaşıyoruz
Yazı: Ulya Soley
Burcu Yağcıoğlu, Atalet 1. Fotoğraf: Barış Özçetin
Yavaşla,
yavaşla
ve durmaya yaklaş.
Hızla dönen dünyanın temposuna ayak uydurmak zorunda hissettiğin zamanlar geride kaldı. Erkenden uyanıp yetişmek zorunda olduğun bir yer yok. Önünden hızını kesmeden geçen o aracı, seni gideceğin yere yetiştirmesi için durdurmaya çalışman gerekmiyor. Her gün üretmen beklenen şeylerin çoğalmaya ihtiyacı kalmadı. Hiçbir şey daha fazla ve daha hızlı artmak zorunda değil. Makinelerin daha fazla enerji üretmesi, üretilen enerjiyle daha fazla materyal üretilmesi, sanayinin daha yoğun çalışması, teknolojinin daha hızlı gelişmesi, uçakların hızlanması, veri aktarımının hızlanması, araba motorlarının güçlenmesi, hisse senetlerinin değer kazanması, verimliliğin artması, piyasanın büyümesi, meyvelerin daha hızlı olgunlaşması veya yapıların daha geniş kapasiteye sahip olması bir şey ifade etmiyor. Daha çok çalışmak, daha çok insanla tanışmak, daha çok fayda sağlamak, daha hızlı büyümek, daha çok kazanmak, daha çok ve daha hızlı ilerlemek veya daha büyük bir düzenin parçası olmak gibi değerlerin bir geçerliliği kalmadı.
Hızla çoğalan her şeyin gün gibi ortada olması gereken bembeyaz ve aydınlık bir yerde değilsin artık.
Küçük kara ışık sana yetiyor.
Tüm hareketlerin durmaya yaklaşabilmek için.
Bütün çaban,
durmak için.
Burcu Yağcıoğlu, Küçük Kara Işık’ta durmayı ve ataleti radikal bir varoluş biçimi ve bir direnme yöntemi olarak ele alıyor. Günümüzün hızlanmacı, ilerlemeci ve gelişim odaklı gelecek politikalarına bir alternatif olarak durmayı öneriyor. Üretim ve büyümeyi merkeze alan kapitalist düşünme biçimlerini, psikanaliz, fizik, biyoloji, bilim-kurgu ve mitolojiden beslenerek deneysel bir biçimde yeniden kurguluyor. Sergi, merkezinde yer alan 2. Yasa başlıklı yerleştirme etrafında mekâna yayılıyor.
Burcu Yağcıoğlu, 2. Yasa. Fotoğraf: Zeynep Fırat
2. Yasa, enerjinin bir yerden başka bir yere ve bir biçimden başka bir biçime transferi ile ilgilenen bir bilim dalı olan termodinamiğin ikinci yasasına işaret ediyor. Termodinamiğe göre enerji yoktan var edilemez veya yok edilemez, yalnızca dönüşebilir. Devinen bir sistemde düzensizlik devamlı artar. Dolayısıyla yalnızca durmak suretiyle mevcut durumun korunduğu bir devamlılık sağlanabilir. Buradan yola çıkarak durağanlığın potansiyellerini araştıran sanatçı, 2. Yasa adıyla kurguladığı yerleştirmede Yunan mitolojisinde istirahati, rehaveti, tembelliği kişileştiren Aergia’yı temsil ediyor. Doğanın kendisi yayılmacı bir ağaç türünün sökülmüş kökleriyle mekâna taşınırken, meme formunun çoğalarak tekrarlandığı silikon beden parçaları onlara temas ederek üzerlerine uzanıyor. Adeta bir süreliğine burada dinleniyormuş veya konaklıyormuş gibi görünen bu parçalar, akışının farklı yerlerinde donmuş porselen su heykelleriyle beraber mekânın sınırlarına doğru yayılıyor. Akışkan ve yumuşak formlar, daha yavaş dönüşen ve sert kabuklu formlarla bir arada sunuluyor. Doğada da bir döngü içinde beraber var olan bu materyaller, burada yaşam döngülerinin çeşitli noktalarında durmuş/donmuş biçimde birbirlerine sığınıyor. Mekânda donmuş suyu temsil eden porselenler, geçmişte sudan beslenerek şekillenen çamur ve belki bu ağacının köklerinin uzandığı toprak… Yavaş dönüşümler sonrası hiçbirinin kaybolmadan, yok olmadan değişip dönüştüğü bu bütün, şimdi sergide yeni biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Burcu Yağcıoğlu, Girdap. Fotoğraf: Zeynep Fırat
Ağaç kovuğuna benzeyen bir taş, sünger görünümünde bir ekmek dilimi, saçaklanmış bir halat ve fosil görünümlü bir mantar gibi doğadan toplanan farklı materyalleri bir araya getiren bir diğer yerleştirme ise Girdap. Ormanda yavaş bir şekilde değişen bu materyaller, bir arada oldukları süreçte birbirlerine benzemeye, birbirlerine dönüşmeye başlıyor. Sanatçı, belki de zaman içinde tamamen dönüşecek bu nesnelerin doğaya karışma sürecini kesintiye uğratarak onları galeri mekânına taşıyor. Nesneler, giderek küçülen kopyalarıyla beraber sergileniyor. Adeta arkeolojik bir koleksiyon sergisi gibi, Girdap da belli bir geçmişe sahip bu nesneleri, kurmaca gelecekleriyle beraber sunuyor. Şeylerin küçülerek birbirine dönüştüğü bu girdap, hiçbir şeyin yok olmadığı fakat devamlı dönüştüğü fikrini maddeselleştiriyor.
Burcu Yağcıoğlu, Sonsuzluksuz. Fotoğraf: Barış Özçetin
Sonsuzluksuz ise hiçbir zaman işlevini yerine getirememiş makinelerin hikâyesine odaklanıyor: Devridaim makineleri – harici bir enerji kaynağı olmaksızın çalışabilen varsayımsal makineler. Bilim insanları Orta Çağ’dan itibaren sürekli hareket eden ve asla durmayan bu makineleri tasarlamaya çalışmıştı. O dönemde devridaim makineleri hem insanın doğa üzerindeki gücünü kanıtlama çabası hem de refah vaat eden bir simge olarak görülmüştü. Ancak bu makineler termodinamiğin ilk iki yasasına uymuyor, dolayısıyla da çalışmaları mümkün değil. Sonsuza dek hareket etmek, enerji üretmek, üretime ve devinime katkıda bulunmak için tasarlanan bu makineler, sonsuza dek müzelerde işlevlerinden arınmış şekilde durmaya mahkûm oluyor. Sergide ise hareket etmeyi/yapmayı bırakıp durmaya geçmenin, yapma zamanını geride bırakarak mevcudiyet zamanında var olmaya devam etmenin birer temsili olarak yer alıyorlar. Devridaim makinelerinin tarihsel fotoğrafları mekânda karşımıza çıkan diğer malzemelerle kolajlar oluştururken, çerçevelerinin sınırlarını zorlayan bombeli camları, onların asla gerçek olamayacak birer hayal olduklarını yeniden hatırlatıyor.
Yaşamın devamlılığı ile hareket arasında bağ kurmayı teşvik eden kalp organı, bedenlerimizde mekanik bir şekilde hareketine devam ediyor. Sergiye dağılan desenlerde tekrar eden kalp imgesi, durmadan hareketine devam eden bu organın yaşamın devamlılığını sağladığını imliyor. Her şeyin birbirine evrilerek dönüştüğü doğada yeni bir canlılığın oluşabilmesi ancak başka canlılıkların sonlanması ile mümkün oluyor. Kalp de –neredeyse bir devridaim makinesi gibi– sonsuza dek çalışma potansiyeli idealize edilen, kendi kendine çalışamayacağı durumlarda kalp pili gibi dışarıdan müdahalelerle güçlendirilen ve bir noktada sonsuz hareketin imkânsızlığıyla duran bir organ. Serginin teşvik ettiği atalet ve rehavet, aynı zamanda bir kalbin de olabildiğince uzun süre çalışabilmesi için önerilenlere işaret ediyor. Tıpkı, mümkün olduğunca uzun süre koşabilmek için ağır koşmak gerekmesi gibi.
Burcu Yağcıoğlu, -273.15°C. Fotoğraf: Barış Özçetin
Serginin sonuna gelirken karşımıza çıkan -273.15°C, ten rengi, mermer bir çeşme. -273.15 derece, bilimde mutlak sıfır olarak bilinen sıcaklık noktasına işaret ediyor. Kelvin sıcaklık ölçeğinde 0 K’ye karşılık gelen bu sıcaklıkta maddenin hareket enerjisi minimuma iner ve hiçbir sistemin bu sıcaklığın altına inemeyeceği kabul edilir çünkü bu noktadan sonra hareket enerjisi kalmaz, yani sıcaklık fiziksel olarak daha fazla düşemez. Mutlak sıfır, hem termodinamiğin sınırlarını anlamamızı sağlayan hem de enerji transferinin olanaksız hale geldiği bir durumu tanımlıyor. Bugün modern bilim mutlak sıfır gibi sıcaklığın sınırları üzerine somut bilgiler sunsa da, aslında elementler arasındaki dengeyi anlama çabası antik dönemden beri devam ediyor. Frigidum Primum kavramı ise bu çabayı gösteren, evrendeki mutlak soğukluk veya tüm soğukluğun kaynağı olarak tanımlanan bir kavram. Bu düşüncelerden yola çıkan - 273.15°C, hareket etmek ve hareketsizlik arasındaki ince çizgide duruyor. Burada donmuş gibi görünen su, aslında akmaya devam ediyor. Damarları ve ten rengiyle bedeni çağrıştıran yerleştirme, akma ile donma gibi zıt ikiliklerin aslında geniş bir spektrumda birbirlerine en yakın durdukları o noktayı araştırıyor. Küçük Kara Işık’ın çıkış noktalarından biri olan ''durmaya yaklaşma'' önerisini hayata geçiriyor.
Yavaşla,
yavaşla
ve durmaya yaklaş.
Hızla çoğalan her şeyin gün gibi ortada olması gereken bembeyaz ve aydınlık bir yerde değilsin artık.
Küçük kara ışık sana yetiyor.
Tüm hareketlerin durmaya yaklaşabilmek için.
Bütün çaban,
durmak için.
Comments