Hyeseung Lee’nin, gündelik bir ihtiyaçla üretmeye başladığı jogakbo’ları artık onun bir uzantısı olma yolunda ilerlemeye başlamış ve Lee bu üretimle hayatında yeni pencereler açmış. Türkçe’deki ‘bohça’ya karşılık gelen bu geleneksel pratiğin güncel izdüşümleri, 15 Mart'a dek ARK Kültür’de görülebilecek olan Talisman başlıklı sergide yakından incelenebilir. Sanatçıyla jogakbo’lar ve Talisman üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik
Hyeseung Lee
Hyseung bu sergi beni biraz şaşırttı. Çünkü sen, Güney Kore'de Rus dili ve edebiyatı üzerine lisans eğitimi aldın, hatta St. Petersburg Devlet Üniversitesi'nde de aynı konu üzerine doktora yaptın. Bununla da ilgili farklı üniversitelerde dersler verdin. Ardında bu ayın başında Ark Kültür'de açtığın Jogakbo sergisiyle beni şaşkınlığa uğrattın. O yüzden başa döneceğim: kendinden ve bu serginin çıkışından bahseder misin?
Hâlâ bu sergiyi açmış olmanın şaşkınlığı içerisindeyim. 10 yıl önce Kore’deki üniversite hocalığı görevimden ayrılıp Türkiye’ye taşındım. İlk dört sene İstanbul’da yaşadım, bu süre içinde kitap yazıyor ve çeviriler yapıyordum. Altı yıl önce eşim Arif Aşçı ile Ayvalık’a göçtük, eski bir Rum evi satın alarak restorasyona başladık. Ama restorasyon süreci inanılmaz yavaş ilerliyordu. Bir Koreli olarak biz en çok ‘Pali pali!’ kelimesini kullanırız. ‘Çabuk, çabuk!’ demektir. Türkiye’de ise ‘Yavaş, yavaş!’ kavramına uyum sağlamak benim için bir kabus oldu. Restorasyonda çalışan ustaların işleri yavaştan almaları, işlemeyen bürokrasi ve şu an aklıma gelmeyen bir yığın zorluktan dolayı günlük hayatım sıkıntılarla dolmuştu ve alışık olmadığım bir coğrafyada bunlarla başa çıkmakta zorlanıyordum. Restorasyon bitmeye yakınken fark ettim ki üç katlı ve 26 pencereli bir evim vardı ve hazır perdeler bu 120 yıllık eve hiç uymuyordu. O zaman pencerelere perde yapmaya karar verdim. “Şöyle orijinal bir şeyler olsun, Kore stili” derken, iki sene önce bir dikiş makinası aldım. Hayatımda bir dikiş makinasına ilk kez dokunuyordum. Youtube’dan ilgili videoları izleyerek makinayı kullanmayı öğrendim. Kore’de çok sık uygulanan, jogakbo denilen, yamalı bohça tekniği ile yaptığım rengarenk perdeleri eve asmaya başladım. Perdeleri gören heykeltıraş Güler Güngör de, ARK Kültür galerisi sahibi Gülfem Köseoğlu’na bunlardan bahsetmiş. Mayıs 2017’de görüştüğümüz Gülfem Köseoğlu ile bir kişisel sergi açma yönünde karar aldık. Bu tarih, hayatımın en önemli maceralarından birinin başlangıcı oldu.
Talisman sergisinden
Senin ürettiğin jogakbo ile geleneksel Kore jogakbo’ları arasında fark var mı?
Geleneksel jogakbo bir geri dönüşüm işlemidir. Eskiden kumaş çok değerliydi ve küçücük parçalar bile atılmaz, saklanırdı. Bir gün bu parçalar birbirlerine dikilir ve yeni bir işlev kazanırdı. İçine bir şeyler konulan, saklanan kumaşa Korece bocagi denir. Türkçe’deki ‘bohça’nın karşılığı. Hatta dilbilimciler bu iki kelimenin ortak olduğunu ileri sürer. Bocagi’nin kullanışlı olması bir yana, beni çeken esas özelliği, estetik değeri olan bir tekstil sanatı olmasıydı.
Ben kendi jogakbo’larımı yaparken geleneksel biçimlere yeni bir bakış getirmeye çalıştım. Farklı cinsten kumaşları bir araya getirdim. Kiminin kenarlarını yaktım, kimini boyadım. Boyalı olanları kimyasallar kullanarak ağarttım, bitkisel boyalar, baharatlar kullandım, hatta bazı kumaşları paslı demirlere sardım. Bazılarında Uzak Doğu mürekkebi kullandım. Ayrıca farklı dikiş teknikleri uyguladım. Öyle ki bazı işleri sergilerken ağaç kökleri ve dalları da kullanarak üçüncü boyutu da işe dahil ettim.
Talisman sergisinden
Jogakbo’nun senin üretiminde önemi nedir? Seni bu üretime sevk eden temel davranış nedir?
Yıllarca yabancı dille uğraştım. Dil, insan kültürünün en soyut formudur. Tekstil sanatı bana yeni bir pencere açtı. Kumaşlar ve ipliklerle renkler, biçimler ve dokular giderek daha fazla anlam kazanmaya başladı. Dokunulabilen bir malzemeyle uğraşmak yeni ve heyecan verici bir süreç oldu. Etrafımdaki şeylerin gerçekliklerini hissetmeye ve her şeye farklı bir gözle bakmaya başladım. Ayrıca dikiş dikmenin monoton ve sıkıcı doğası, bir tür meditasyon süreci gibi kendi hayatıma yeniden ve yeni bir gözle bakmam için de fırsat yarattı.
Bir gün Ayvalık’ta, komşum olan Yeditepe Üniversitesi’nde tekstil profesörü olan Ozanay Omur’u ziyaret ettim. Ozanay Hanım’ın bir müzeyi andıran evindeki işlere bakarken kültürlerarası bir diyaloğa girebileceğimi düşündüm. Seyahat ettiğim ülkelerin folklorik motifleri, mimarileri, el sanatları, dini ritüelleri ve giysileri arasında bir görsel ilişki yaratmak ilginç olabilirdi. Bir nevi kültürlerin yamalı bohçası. İşte sergideki birçok iş bu düşünceden hareketle ortaya çıktı: Bir Osmanlı sultanının tılsımlı gömleği, Topkapı Sarayı’ndaki tekstil ürünlerinde sıkça kullanılan ‘çintemani’ motifi, vaktiyle seyahat ettiğim Kuzey Afrika’dan bir Fatıma eli, Çin felsefesini simgeleyen ying ve yang formuyla I ching imgesi ve Tibet mandalası gibi... Çalışırken bir yere gidemiyorum ama bütün benliğimi ve duygularımı kattığım kültürlerarası sembollerle uğraşırken kendimi özgür hissediyorum ve ruhum yolculuklara çıkıyor.
Talisman sergisinden
Üretim sürecinde yan yana gelecek parçalar önceden hesaplanmış öğeler mi yoksa o an ne gerekiyorsa o parça mı bütüne dahil oluyor?
O an yaptığım işe göre değişiyor. Mesela I ching işini yaparken, bütün parçaları dikkatle önceden tasarladım. Kumaş çeşitlerini, renk ve biçimlerini hesaba katarak önceden kestim. Hangi parça bir sonrakiyle nasıl birbirlerine dikilecek, o bile belliydi. Ama çoğunlukla bir iş gelişirken, ana fikri unutmadan tesadüflere de yer açarım.
Talisman sergisinden
İşlerinin sergileme mekânıyla uyum içinde olması dikkat çekiciydi. Sergiyi kurarken nasıl bir yol izlediniz?
Hanok yani geleneksel Kore evinde asılan jogakbo, sadece güneş ışığını kesen bir perde değildir. Bazen evin her yerine asılabilen bir mimari elemana dönüşür. O yüzden sergi tarihi belli olunca galeriye gittim. Boş mekânın fotoğraflarını ve videolarını çektim. Güneş ışığının açısını, galerinin karanlık ve aydınlık noktalarını not ettim. Bu mekânın kendine has bir karakteri var, sergideki bazı işleri galerinin mimari ve ışık koşullarını gözeterek tasarladım. İşleri asarken galerinin ‘aura’sını ve işlerin mekânla uyumunu gözettik. Bu süreçte heykeltıraş arkadaşım Güler Güngör’ün çok değerli katkılarını anmalıyım. İzleyicinin dikkatini ve rahatlığını hesaplayarak işleri yerleştirdik.
Bundan sonrası için planların nedir?
Bu sergi hesapta yoktu. Ama ilk adım atıldıktan sonra gerisi doğal olarak geldi. Bir jogakbo işinde ilk parça bir sonrakinin yerini gösterir. Umarım bu sergi de hayatımda bir sonraki adımın yolunu açar.
Opmerkingen