top of page
Elâ Atakan

Kuş kalpli kadınlar


Düş kurmak ile uçmak arasında, yatağın üzerinde bir kaya. Kuyu uykusunda, en derin, en ağrılı. Farkında değil. Uçmak için yaratılmış. Yüreğindeki karayı kaldır, ayak ucundakini kov. Çarşafın lekesinin, kokusunun bir önemi yok. O kanatlarla sadece uçacak bu kadın.

Yataklarda kaybolan kadınlar, neredeler gün içerisinde? Kim onlar? Sevim Burak, Nilgün Marmara, Füsun Onur... Ev içi kadınları. Yatak odalarından, mutfağa, pencere kenarı koltuğundan, çiçek sulamaya, kahve buğusundan, kedi kuyruğuna, kütüphanede dizili kitaplarla beklemek. Kalp yaralarını her sabah diken kadınlar. Günaydın. Perdeler belki saatlerce açılmaz, yatak kıvrımı, yastıkta ense kokusu. Kimseye ait olmazlar, olamazlar, hayaller ve hayaletlerinden başka.

"Bir yazar olarak başkalarını inandırmak için kaleme aldığım bu hikayelerde, daha doğrusu bu tekrarlarda kendi kendimi inandırmaya çalışmak istediğimi –bir çeşit büyü yaptığımı- aslında kendi kendimi büyülediğimi sanmaktayım.’’ [1]

İnanmak için var olurlar, inandıklarıyla konuşurlar. Boş odalar, kapı gıcırtıları, balkon pervazı. Yazdıkları, kendileriyle konuştukları evlerinde ağırladıkları var olmayan insanlar mıdır, vazgeçemedikleri kuşaktan kuşağa kalan eşyalar mı? Katlanmış havlular, sabahlık, dağınık saç, aynı kıyafetle akşama kadar oturmak yemek masasına dayalı bir iskemlede.

"Bir eski zaman odası –Geçmiş bir günü…bir ölümü tekrarlamaya yarayan eşyalar…’’[2]

İllüstrasyon: Caner Yılmaz

Eğer eve biri gelir ise bir eş-likçi, sabah bıraktığı suratın gün içerisinde okyanus aşırı bir yolculuktan yeni gelmiş gibi olduğunu fark ettiğinde şaşıracak mıdır? "Neredeydin bugün?", "Bilmiyorum. Bir dalganın köpüğünün üzerinde, bir gülümseme kıvrımında, kulağın arkasına düşen saçlarda kendimi kaybetmiştim, sen beni bulana kadar."

Evin içinde kurulur düşler, gün ışığı duvarlarda döner, porselenler, fincan takımları, vazolar, aile fotoğrafları ya da hiçliğin uğultusu. Yazdıklarında, eserlerinde bir ev peşlerinden gelir.

"Eğer bir ev yapacak olursam onu ortasında büyük bir ağaç olan bir avlu çerçevelemeli. Bence dünyanın ve yaşamın ağaçtan daha güzel bir sureti yoktur. Onun önünde düşüneceğim günlerle, onun önünde ve onun üzerinde."[3]

Bir hayali ağacın üstünde, denizin dalgaları kıyıya vurur, sırasıyla tüm satıcılar sokaktan geçer, mevsimler değişir. Geriye hayaller ve yazılanlar, eserler kalır. "SENİ GÖRÜYORUM SENSİN DURUŞUNDAN DA BELLİ BULUT İÇİNDESİN HAFİF BİR ALEVE BÜRÜNMÜŞSÜN." Evin kapılarını açtı. Saç örgülerini çözdü. Buğulu, duman rengi, bir parça titreyen göz merceklerini çıkardı. Buruk, acı duyumların yavaş yavaş saydamlaştırdığı hafif ışıltılı bedeni KENTİN önünde gerildi Kaygan Yumuşak Evlere Değdi[4] Şehir, bir hayvan gibi, kadınları sırtında taşır, bulutlarla ve değişen mevsimlerle, evlerinin içerisinde nefes alır, nefes verirler. Yenilen yemek, çalan kapı, ağlayan alt kat komşunun çocuğudur, onların onlara hayatta olduklarını hatırlatan. Tek bildikleri, yaratma arzusudur. Doğum gibi doğal ve dünya dışı bir yaratma dürtüsü. Yazmak değildir belki de Sevim Burak’ın yaptığı şey, hayatta kalmaya çabalamaktır. Füsun Onur’un evi ile işleri arasındaki sınır nasıl tanımlanır? Yaşamak gibi yaratmak. Bazen de, evlerinden aşağıya uçmak için düşerler. Bir kuşun kalbi gibi kırılgan, aniden durur hayatları. Yaşamak ve yaratmak için arzuları kalmadığında. Evden bize onların defterleri ve kağıtları kalır, Nilgün Marmara’dan bize kalanlar gibi…

"Bir gün, tanrı, canından bir lokma koparıp bana uzattı. Toktum; geri çevirdim. Can tanrının avucunda, onun gözleri benim yüzümde, yalvarmaklı. İsteksizce, ancak, kayra olsun diye cana uzandım. Ağzımın içinde duydum, yutağımda, midemde. Sonra, tanrı, bir telaş içinde 'şimdi o orada sen de burada duracaksınız çünkü zeki kuşlar uçmazlar,’dedi.’’[5]

Ekin’e, Melis’e, Duygu’ya

[1] Sevim Burak, İşte Baş İşte Gövde İşte Kanatlar, Nisan Yayınları, Ekim 1995, arka kapak.

[2] Adge, s.7.

[3] Füsun Onur, Aynadan İçeri, ARTER, 2014, s. 121.

[4] Sevim Burak, Yanık Saraylar, Yapı Kredi Yayınları, 1983, s. 41.

[5] Nilgün Marmara, Kağıtlar, Everest Yayınları, İstanbul, Kasım 2016, s.57.

Comments


bottom of page