Selma Gürbüz’ün kariyerini özetleyen Öykü Özsoy küratörlüğündeki sergisi Dünya Diye Bir Yer 31 Mart’a dek İstanbul Modern’de devam edecek. Sanatçı, küresel folkloru ürettiği eserleriyle, her türlü yaratıcı sevginin beraberinde fedakârlığı ve gerektiğinde yok oluşu bile kucaklayan bir bağışlayıcılığı getirdiğinin rengi, dokusu ve bakışını, olanca kadınsılığıyla içimize işlemeyi sürdürüyor
Yazı: Evrim Altuğ
Selma Gürbüz, Otostopçular, 2018, 172 x 94 cm, Sanatçı Koleksiyonu
İstanbul Modern’in Tepebaşı’ndaki geçici mekânında, Öykü Özsoy küratörlüğünde 31 Mart’a kadar yer alan Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer sergisi, Gürbüz’ün sanatı ve ürettiği küresel dilin ne denli organik ve inorganik kabiliyetlere haiz olduğunu bizlere bir kere daha aktarıyor.
Organik, çünkü Gürbüz’ün Nilay Dursun asistan küratörlüğündeki sergisinde nice yüzey üzerine aktardığı insan ve mahlûk siluetlerinde, bu satıhlara sinen tanıdık renk ve dokular salınıyor: Güneşin sarısı, gecenin siyahı, tutkunun kırmızısı ve Ay’ın karanlık yanağı... İnorganik, çünkü aynı düzlemlerden içeri girdiğinizde sizi, tıpkı yatağınızda yakalayan olağandışı âlemlerin, türlü bilinçaltı labirentlerinin her birimize özgü aşinalık buketi ele geçiriyor. Gürbüz’ün yapıtlarında izleyici, şu fâni dünya üzerinde gönlünce “göz gezdirerek” kendine -o da yüzleşmeye yatkınlığınca- varıyor.
Eserleri The British Museum koleksiyonunda yer bulmuş Gürbüz’ün sanatında hem doğa ana, hem de kadın doğasının temsil ettiği bilumum ifade ve jest, sanatçının soyadına yatkın gürbüz formları ve hayatın koyu ile açık yönlerini bir an içinde sindiren olgunluğuyla, deyim yerinde ise olanca yalınlığı ile resmî geçit yapıyor. Bunda, Gürbüz’ün erken kariyerinde Joan Miró’nun kurduğu atölyesinde başladığı monotype baskı resimlerin etkisinin de büyük olduğu anlaşılıyor.
Sol üstte: Selma Gürbüz, Ordan buraya, burdan oraya, 2012,
153 x 300 cm, Sanatçı Koleksiyonu
Sağ üstte: Selma Gürbüz, Yuva, 2019, 220 x 120 cm, Sanatçı Koleksiyonu
Altta: Selma Gürbüz, Dolu Güneş. Dolunay. 2014, 151 x 301 cm, Sanatçı Koleksiyonu
Küratör Özsoy’un da Zamansız İmgelerle Yeni Bir Dünya Kurmak isimli katalog metninde dediği gibi, üretimlerinde Anadolu hikâyeleri, Doğu ve Batı mitolojileri, Osmanlı ve Türkiye sanatları, Şamanizm anlatıları, İran minyatürleri, Japon tahta baskıları gibi birçok unsuru derleyen Gürbüz, görsel bir akademik titizlik ve sorumluluk ile çalıştığı gibi, özümsediği tüm bu kültürlerin, ruhu ve zanaatinden nasıl süzüldüğünü de sakınmıyor.
Selma Gürbüz editör ve yazar Fisun Yalçınkaya’ya verdiği bir söyleşide, yine 2013’te Radikal gazetesine verdiği bir röportajdan seçilmiş şu cümleleri, tam da cımbızlanmayı hak ediyor: “Bu dünyanın gerçekleri, acılarıyla yaşıyorsanız, üreten, düşünen her kişi içine kapanır. Bunun da farklı yararları var. Her şeye rağmen sanatçı, söylemek istediğini, bir yolunu bulup, anlatıyor. O da sanatçının özgürlüğünün çıkışı oluyor.”
Bu sözlerinin ışığında, İstanbul Modern’deki sergiye baktığımızda, gerek 2020 tarihli, kozmik ve ilahi olduğu kadar erotik göndermeleri de olabilecek Oshun heykeli, gerekse 1995’teki Gwangju Bienali gölge oyunu veya 2002 tarihli, kendi koleksiyonundaki Monotype yapıtına odaklandığımızda, önümüze tıpkı doğa ana gibi cömert, sabırlı ama yine de özgürlüğüne düşkün, insanlığı her daim yabanıllığının samimiyetinde sınayan, devasa bir heterotopya çıkıyor. Yarattığı bu manyetik, baştan çıkarıcı âlemlerin ayırdında olan Gürbüz, yine Yalçınkaya’ya sergi kataloğunda bu konuda açılırken verdiği dokümanter kıymetteki söyleşisinde “Resmin içinde çalışmak, resmin içine girmektir. Ben izleyiciyi de öyle alıyorum. İzleyicinin detayları görmesi, resmin içinde bir yolculuk yapmasına da yarıyor,” sözlerini kullanıyor. Hemen her işini kendi espası dahilinde gerek tekil gerekse çoğulluğu içinde sınayıp, gözeten sanatçı, bu yanıyla doğa ve mikro-makro kozmos döngüsünde önümüze çıkan biçimsel ve aşkın tanıdıklıklara da kayıtsız olmadığını tutarlı bir seyirle vurguluyor. Nitekim yine söyleşide bu durumu “Hayatımda hep acayip kadınlar vardır benim, hayal ettiğim kadınlardır bunlar -ki hepsi de benim aslında. İfadem, gülüşüm, portrelerimdir onlar. Hep bir ifade arayışını sanatıma kattım. Zaman içinde bu figürler, benim figürlerim var olmaya devam etti,” şeklinde ifade ediyor.
Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer sergi görüntüsü,
Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Işık ve gölge, varoluşun iki optik temsilcisi gibi, Gürbüz’ün eserlerine biteviye refakat etmiş görünüyor. Gerek sergide rastladığımız 1998 tarihli, ikonik, demir dekupaj malzemeli, sanatçı koleksiyonundaki Kuyruklu Oyun’da, gerekse müzenin birçok duvarını yurt edinmiş, erken 2000’lere ait, el yapımı kâğıt üzerine tempera Monotype tematik yapıtta bunu fark etmek mümkün olabiliyor. Ya da sergideki 2006 tarihli kâğıt üzerine guaş soyut dışavurumcu eser Dağ 3’te gördüğümüz gibi, rüya ve gerçekliğin sarmaş dolaş olduğu bir peyzajda, kadının ve erkeğin uçarı ve heybetli münasebeti, olanca gizemi, cazibesi ve ele geçmezliğiyle kendini izleyicinin düş gücüne bırakıyor.
Yine, sanatçının yine aynı serideki Dağ 4 yapıtı gibi, kariyerinden süzülen birçok sırdaş imge, hem izleyicisine, hem de imgelerin bizatihi kendi içlerine, suretindeki aslın o hem birbirine denk biçimde, benzersizliğin gizemine yolculuk içinde görünüyor. Bu açıdan sanatçı koleksiyonundaki Dağ serisi, serginin en yalın ve en yoğun konumlarından birini oluşturuyor. Nitekim sanatçı, yine Yalçınkaya ile söyleşisinde bir ara, 1991’de Cumhuriyet gazetesine verdiği bir söyleşiye referansla şu sözünü yineliyor: “Düşüncelerimin yalınlaşması, resimlerimin de yalınlaşmasını sağladı.”
Motif, kuşkusuz Gürbüz’ün -ve onun İstanbul Modern sergisindeki- karakteristik unsurlarının ön saflarında bir plastik enstrüman olarak karşımıza çıkıyor. Dünya kültüründe özellikle tasarım ve mimaride yüzünü gösteren motif unsuru, kuşkusuz sanat tarihinde de kişiselleşmesi oranında gittikçe gözetilen, hedeflenen, üslûba koşan bir evrim seyrediyor, seyredecek. Sanatçının sergisine baktığımızda, gerek doğadan ilham aldığı biçimler (Karınca Yuvası, 2013; Örümcek Ağları, 2013; Aslanlar Pusuda, 2019-2020) gerekse renk ve dokular üzerinde kurguladığı farklı “ışık ısıları”, “görsel tınılar” (Kırmızı Gölge) bize hep bu unsurun kıymetini yâd ediyor. Sergisinde 2020 tarihli Takip videosunu da bizlerle paylaşan Gürbüz, bu çalışmasında dijital yüzeyi bir kâğıt gibi kullanıyor ve pop sanatına da selam verir bir üretkenlik içinde, çoğalttığı doğa çıkışlı, Burak Acar imzalı video motiflerin üzerine, sergide de pek çok örneğine rastladığımız özgün “mahlûk”larını serpiştiriyor.
Solda: Selma Gürbüz, Birbirimize İyi Bakalım, 2020, 198 x 115 cm, İstanbul Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu Kadın Sanatları Fonu'yla koleksiyona kazandırılmıştır
Sağda: Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer sergi görüntüsü, Fotoğraf: Şahir Uğur Eren
Selma Gürbüz sanatı, yüzeye bir toprak gibi yaklaşıyor ve onu ziyan etmeyerek, itinayla tasnif ediyor, harmanlıyor, kültürlüyor. Seçtiği konu ve konukların görsel skalasına itinayla yaklaşan Gürbüz, onların habitatını gözetirken, aralarındaki sosyal hiyerarşiyi de teşhir ederek, insanoğluna belli bir ironiyle bakmayı unutmuyor. Seçtiği paletlerle Akdeniz’in terakota teninden, Afrika sarısına özgürce salınan sanatçı, küresel renklerin uygarlık, flora ve fauna kataloğunu da hiç belli etmeden, yüksek sesle dayatmadan hepimize bütün yaşam sevinci ve farkındalığı içinde, ikram etmeyi başarıyor. Hepimizin maskelere iyiden iyiye alıştırıldığı, her anlamda sınandığımız şu günlerde, İstanbul Modern’e misafir maskeleriyle asıl ve suret arasındaki o yakıcı yazgı ikizliğine yeniden dönen sanatçı, sergisinde bunlara ek olarak, giderek soyuta koşan 2010 tarihli Siyah Küre Göz ve Sıradışı, Aşk gibi simgesel işlerine de yer veriyor. 2011 tarihli Aydaki Kadın işiyle mitologyadan aldığını, yine ona armağan ediyor olduğunu gördüğümüz çok yönlü yaratıcı, kişisel sanat tarihinde neredeyse her bir akımı, üzerine tam gelen, benliğini her seferinde yeniden var eden birer kostüm gibi deneyimliyor. Küratör Özsoy’un da değindiği gibi, Gürbüz, Fovizm, Ekspresyonizm ve hatta Optik Sanat ile Naif Sanat akımlarından beslenmekten gocunmayıp, tam tersine bunlar ve nicesinin, kişiliğinin oluşumunda son derece olağan birer paydaş olduğunu, her bir yeni çalışmasında yeniden ortaya koyuyor. Bu anlamda sergideki Ayna Ayna Söyle Bana (2018), İskeletler serisi (2019) ya da Kaldığımız Yerden (2019) gibi, yaşam ve ölümü aynı ana randevu içine sokan birçok eser, özellikle de pandeminin ölümlü maskeleriyle birbirimizin yüzünü bile takmadığımız şu kaotik günlerde bize, olabilecek en bariz mesajları sıralıyor.
Dünya hayatındaki gelip geçiciliğimize atıfta bulunduğu Biz Buradayız video düzenlemesiyle, ya da Güllerin İçindeki Kadın isimli 2020 tarihli, yüksek olasılıkla, oto-portresiyle bile sanatçı, küresel folkloru ürettiği eserleri ile, her türlü yaratıcı sevginin beraberinde fedakârlığı ve gerektiğinde yok oluşu bile kucaklayan bir bağışlayıcılığı getirdiğinin rengi, dokusu ve bakışını, olanca kadınsılığı ile içimize işlemeyi sürdürüyor.
Comments