Sanatçı çift Saskya Germann ve Patric Gehrig tarafından interaktif olarak hayata geçirilen yerleştirme HÛS, İsviçre’nin Luzern kentinde eski bir havuz binasında izleyiciyle buluştu. Yerleştirmenin sunduğu promenadı keşfe çıktık
Yazı: Aycan Kızılkaya
Lutenberg Südpol
İsviçre’nin Luzern şehrinde, kullanılmayan bir havuz binasında, 15 Nisan 2022 -26 Haziran 2022 tarihleri arasında gerçekleşen bir oda yerleştirmesi, HÛS. Albert Koechlin Vakfı desteğiyle, sanatçı çift Saskya Germann ve Patric Gehrig tarafından gerçekleştirilen interaktif bir yerleştirme olan bu ilginç iş, ziyaretçileri mekânın girişinden itibaren etkilemeyi başarıyor.
İsminin çağrışımından ve web sayfalarındaki kısa açıklama yazısından ziyaretçileri bir ev yerleştirmesi görmeye hazırlayan HÛS, Frizce’de de “ev” anlamına geliyor.
Belirli gün ve saatler için rezervasyon yaptırılabiliyor ve sadece o saatlerde bu işi görebileceğiniz özellikle belirtiliyor, geç kalmamalısınız… İş genellikle tek kişi ya da maksimum iki kişi ile birlikte ziyaret edilebiliyor. Geçtiğimiz ay biz de iki kişi olarak rezervasyonumuzu yaptırdık ve zamanında oraya ulaştık.
HÛS yerleştirme fotoğrafları
Luzern’de bulunan bu eski, kullanılmayan kapalı havuz binası Lutenberg Südpol, kent merkezinden biraz uzak, görece ıssız bir alanda konumlanmakta. Öncelikle bir sanat yerleştirmesi için garip bir yer olduğunu düşündüğümüz alandan binaya doğru yürürken, etrafta neredeyse kimsenin olmaması da biraz ürkütücü geliyor. Tabii o an, bu sessiz ve tedirgin edici yerin bizi bir sürreal deneyimin içine çektiğinin farkında değildik.
Sadece tek bir levha ile yönlenip HÛS yazan kapıyı görüp giriyoruz. Kapıdan girdikten sonra, bir bekleme alanı, sıra numarası alabileceğiniz bir numaratör, numaraların yanacağı ekran, ana kapı ve tuvaletler dışında hiçbir şeyin olmadığı beyaz sessiz bir odada buluyoruz kendimizi. Herhangi bir danışma, soru sorabileceğimiz/biletlerimizi gösterebileceğimiz ilgili birinin olmaması da mekânla olan ilişkimizi daha çok etkiliyor. Mekâna gelişimizdeki sessizliği sürdüren bu bekleme deneyiminin detaylara daha çok odaklanmamıza neden olduğunu ve bu durumun işe ayık olmaya heveslendiren bir tercih olduğunu düşünüyoruz. Numaralarımızı alıyoruz, oturuyoruz ve karşı duvardaki ekrandan sıramızın gelmesini bekliyoruz. Sehpalarda beyaz, sayfaları boş defterler bulunmakta. On beşer dakika arayla ana kapıdan içeri giriyoruz. Kapıyı açtığınızda bir an, “Yanlış kapıyı mı açtım!” hissi ile “biri”nin evinde, antresinde buluyorsunuz kendinizi. Ev, içindeki tüm detayları, portmanto, ayakkabılar, kullanılıp atılmış kirli kıyafetler, banyodaki makyaj pamukları ve saçlar, çocuk odası dağınıklığı, mutfaktaki kirli tabaklar, buzdolabı üzerindeki fotoğraflar vb gerçek detaylarla dolu… Her şey canlı, yakın zamanda olmuş gibi, sanki ev sakinleri her şeyi öyle bırakıp gitmiş gibi, ev tüm atmosferiyle, olmayan aktörlerinin boşluğunu ziyaretçilere epey hissettiriyor.
HÛS yerleştirme fotoğrafları
Sonra arkadaşımla karşılaşıyoruz. Tüm gelişigüzel dağınıklık, düzen ve tercihlerle dolu evin detaylarıyla zaman geçiriyoruz. Sahiplerinden izin almadan incelememizin ne kadar doğru olduğunu sorgulatacak, bizi tereddüte düşürecek kadar gerçekçi her şey. Sonra o sakinlik içinde ara ara durağanlığı kıran, etraftan küçük seslerin geldiğini işitiyoruz. Belki eve birileri gelir? Ya da evin devamında birileriyle karşılaşırız? Ya da sadece evde yaşayan insanların günlük yaşantılarını duymamız için kayıttan dinletilen bir şeyler de olabilir diye düşünüyoruz.
Odalarda yeterince zaman geçirip oturma odasına geçtiğimizde TV ünitesinin içindeki boşluğu fark ediyoruz. Televizyonun olması gereken yerde, bir boşluk var: Havuz binasında olduğumuzu hatırlatan açık mavi karo döşemeli aydınlatılmış küçük bir alan. Kafamızı içine soktuğumuzda da etrafında ne olup bittiğini göremediğimiz ama istersek, merak edersek bakabileceğimiz, içine girebileceğimiz bir küçük hacim. Bir süre ne yapacağımıza karar veremiyoruz. Yerleştirme burada bitti mi, evin giriş kapısından geri dönmeli miyiz? Yoksa bu TV ünitesindeki boşluktan emekleyerek diğer alana bir göz mü atmalıyız? İkinciyi tercih ediyoruz ve bu kendi tercihimizle birlikte gerçeklik de aniden sürreal bir deneyime dönüşüyor.
Adeta mekân bir organizma gibi yaşıyor ve bizi bu gerçeküstü labirente çekiyor. Aşina olduğumuz mekân düzenleri ve boyutları o üniteden geçtiğimiz anda, bir anda ışıkların sönmesiyle son buluyor.
HÛS yerleştirme fotoğrafları
Her yerde kameralar olduğu için nerede olduğumuzu izleyen gözlerin bizimle birlikte olduğunu fark ediyoruz böylece. Sonra ışıklar tekrar yanıyor, o alan bizi çok dar ve sonsuz uzunlukta görünen bir otel koridoruna götürüyor, aniden yarı çıplak biri, bir kapıdan çıkarak koşmaya başlıyor. Biz ona yetişene kadar gözden kayboluyor. Çıkmış olduğu odanın kapısını açıyoruz ve aslında orada bir kapı boşluğunun bile olmadığını fark ediyoruz, boşluk tamamen tuğla duvarla kaplı, üzerinde afişte olduğu gibi I’ll be your mirror (Aynan olacağım) yazıyor.
Koridorun sonunda başka bir odaya açılıyoruz ve bundan sonrası Alice Harikalar Diyarı’ndan da referanslar veren, beklenmedik, gerçeküstü, sürreal ve eğlenceli bir yolculuk… Ve evet hala biraz tedirgin edici… Her defasında tercih hakkı veren mimari yapı, bizi farklı alanlara götürse de sonunda bize kek ikram eden, yememizi isteyen ve ilk ısırıkta kaybolan tavşana, ilginç maskeli insanların dans ettiği barlara, altüst olan değişik ölçeklerdeki mekânlara, buzdolabının içinden geçen koridorlara, kulis ve çöp alanlarına, yanık kokulu kuklaların olduğu odaya, ve notlar ve mektuplarla dolu çay ikram odasına götürüyor. Barlardan birinde neden bilinmez Mustafa Sandal’dan Araba şarkısı çalıyor… Şarkıya eşlik ettiğimi fark eden, at başlığı takıp dans eden kişi, bana adeta falıma bakar gibi bir şiir yazıyor, “Uzak bir yerden gelmişsin… Mayıs’a kadar her şey ne zormuş, Ekim’de hayatın değişecek...”
HÛS yerleştirme fotoğrafları
Algılarımızın sürekli değiştiği, beklenmedik alanlara açılan şaşırtıcı yolculuğumuzda, izleniyor olmamız ve mekânı nasıl deneyimliyorsak onun bir şekilde içinde olduğumuz hikâyeyi etkiliyor olduğunu fark etmemiz, kendimizi bu gerçeküstü mekânsal yapının kahramanları gibi hissetmemizi sağlıyor. Mekânın kendisi hikâyeyi anlatıyor ve biz de o hikâyenin içinde yaşıyoruz…
Çıkışa yakın bir yerde, üzerinde “açmayın” yazan kapıyı açıyoruz. İçeride bütün kameraları takip eden sayısız ekran ve kontrol eden kişiyi görüyoruz. Canı sıkkın, “Uzun zamandır bu işteyim, işimi devralır mısın?” diye bize soruyor, hayır diyoruz…
Sonra çıkış kapısı kendini gösteriyor: Exit. Kapıyı açtığımızda binanın üst kotundaki yemyeşil koca alan, bir an gözlerimizi kısmamıza neden oluyor. Yine her yer ıssız, takipsiz, biz ne yaşadık, kimler gördü belirsiz…
Çıkış kapısından geçmeden önce son kez geriye bakıyoruz, sol tarafta bir yol daha olduğunu keşfediyoruz. Oradan ilerleyince bütün kurulumun arka planını görebildiğimiz bir set arkası koridoruna çıkıyoruz. Dilersek yeni gelen ziyaretçileri de oradan gizlice izleyebiliriz. Bir şekilde bu yoğun sürprizli, algıları manipüle eden alternatifler, ziyaretçilerin merakına bağlı olarak gelişiyor ve deneyimleniyor. Takip edilen tek bir hikâye yerine, deneyimleyen kişiye bağlı olarak dönüşen, herkesin kendi deneyimini yaşamasına izin veren bir anlatı mekânı bu. İçindeyken zaman kavramının değiştiği, bir süreliğine bildiğimiz dünyayı geride bıraktığımız bu iş, bizi allak bullak ederek yolcu ediyor ve broşüründeki ilk soruyu kendimize sordurtuyor: Was ist wahr und was ist Fantasie? (Gerçek nedir ve fantezi nedir?).
Comments