top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Mamut 2018 için notlar


Genç ve bağımsız sanatçılara işlerini sergileme ve sanat dünyasıyla buluşturma olanağı yaratan Mamut Art Project, bu yıl 6. edisyonuyla 26 - 29 Nisan tarihleri arasında Küçükçiftlik Park'ta gerçekleşti. Ahmet Ergenç bu yıl da sergi alanı ziyaretinin ardından aklında kalan sanatçıları 10 maddede değerlendirdi

İlke Şahin, Tecrit II, 2018, Yerleştirme, Sünger, 100x240x200 cm

1. İlke Şahin

Bu yıl Mamut’taki en iyi ve en sert işlerden biri İlke Şahin’e ait. Şahin, Tecrit adlı yerleştirmesinde bir klostrofobik (ve sonrasında da belki agorafobik) deneyim ihtimali sunuyor. Süngerin kullanıldığı, gittikçe daralan bu geçit ‘haptik’ bir deneyim sunarken, o gittikçe sıkışan yapının içine girme düşüncesi fiziksel olduğu kadar düşünsel kanalları da uyarabiliyor. Şahsen ben bu geçitten geçmedim ama tecritin hem düşünsel, hem fiziksel ve hem de (bilhassa) politik çağrışımlarını tekrar düşünmem ve aslında bir ihtimal olarak deneyimlemem için işin önünde kararsızlık içinde durmam yetti. Bir Kafka icadını (Ceza Sömürgesi’ndeki tuhaf aygıtı düşünün mesela) andıran bu geçit mekanizması insanın kendi içindeki ‘klostrobi’yle karşılaşmasına olduğu kadar ‘başkalarının tecriti’ne de bakmasına yol açabilir. Bu nedenle politik etkisi çok yüksek bir iş. İlke Şahin’in ilk işiymiş bu, son derece yetkin bir başlangıç, bundan sonra neler yapar merak içindeyim.

Başak Tuna, 32,38,42, 2016, Yerleştirme, Fotoğraf: Emir Uzun

2. Başak Tuna

Başak Tuna da, İlke Şahin’in işiyle bir politik ‘affect’ kardeşliğine sahip bir yerleştirme sunuyor. 32, 38, 42 adlı yerleştirmenin adı Anayasa’daki kabahatler kanunundan geliyor. Başak Tuna kanunun boğucu kitlesini delebilecek üç garip nesne tasarlamış, açıklaması da bir politik-manifesto havası taşıyor: “Kabahatler Kanununda geçen bazı maddelerin ‘kabahat’ olarak değerlendirmek yerine bir iletişim biçimi olduğunu savunuyorum, bu yüzden bu kanunları delmek üzere üç itaatsiz obje tasarladım. Bu objeler, toplum içerisinde yayılması için IKEA tarzı kurulum afişleriyle beraber sergileniyor, bu afişler objelerin tekrar üretilmesine ve geliştirmesine olanak sağlıyor.” Afiş asmak ya da slogan atmanın gittikçe zorlaştığı ve ‘kabahat’ tanımının otorite lehine sonsuzca esnetilebildiği bugünlerde gerçekten önemli bir iş bu.

NCONEN, Hide the Beauty, Fotoğraf: Emir Uzun

3. NCONEN

Sokak ve afiş demişken hemen NCONEN’in yüksek enerjili sokak işinden de bahsetmek lazım. Hide the Beauty adlı portre dizisinde devlet-karşısında ‘görünmez’ olması gereken sokak sanatçılarını resmediyor. Bu yarı-gizli portrelerde hissedilen ‘yeraltı’ enerjisi ve o nocturnal-politik hava, yine bu baskı döneminde insana hafif de olsa bir çıkış hissi veriyor: “Graffiti Suç Değildir.” Mamut’taki NCONEN köşesinde esen o o politik-sokak-atmosferini hissetmek iyiydi.

Neziha Güler, İsimsiz, 2017, Fine art baskı, 35x50 cm

4. Neziha Güler

Neziha Güler’in kurguladığı ‘hücre’ fotoğrafları da şu anki politik-hal ile yakın bir konuşma başlatıyor. Kutulara açtığı ‘gözetleme delikleri’nden içeri giren ışığın hakim olduğu “hücre” kompozisyonlarında yaşam alanı denilen şeyin hücreye dönüşme felaketini çok iyi hissettiriyor. Camera obscura’yı da akla getiren bu kompozisyonlar ironiden çok trajedi hissine dayandığı için, hücrelerin siyah-beyaz çekilmiş olması yarattıkları ‘affect’i yoğunlaştırıyor. Siyah-beyaza alternatif bir de güneş-baskı fotoğrafların mavi havası var. O da hücrenin dışında (gökyüzünde bir yerde?) olan ferahlama ihtimalini akla getiriyor. Hücreye dair iyi bir diyalektik konuşma bu. Ayrıca, tam da zamanında yapılan bir konuşma: iktidar aygıtlarının her yeri sarma eğiliminde olduğu mevcut durum için çok iyi bir metafor hücre.

Kıvılcım Harika Seydim, Nowhere

5. Kıvılcım Harika Seydim

Kıvılcım Harika Seydim de ‘hücre’ meselesine başka bir açıdan bakıyor. Nowhere adlı seride bir başka mekana gitmesine rağmen kendi ‘hücresini’ yanında taşıdığı söylenebilecek figürler var, yani başka bir yerdeyken orayla temas edemeyen figürler. Meşhur ‘turistik’ mekanlarda çekilen gezi fotoğraflarından üretilen resimlerde çok basit ama etkili bir müdahale var: fotoğrafı çekilen kişilerin yüzleri silinmiş. Açıkçası turistik hal ve durumlardan hiç haz etmeyen biri olarak, o turistik figürlerden böyle hayaletleştirici bir intikam alındığını gördüğüme sevindim. O figürlerin aslında dünyayla nasıl ‘ölgün’ bir alaka kurduğunu çok iyi gösteriyor bu dizi.

Gökhun Baltacı

6. Gökhun Baltacı / Ahmet Hamdi Soydemir / Ferhat Salman

Mamut’ta daha ‘klasik’ sayılabilecek ya da ‘resmin gücü’nü tekrar hatırlatabilecek işler de var. Mesela Gökhun Baltacı Sondaj adını verdiği pastel serisinde tuhaf ve güçlü manzaralar çiziyor ve kendi işlerindeki ‘operasyonu’ çok iyi tanımlıyor: “Pastel boya ile yapılan bu sondaj, çocukluk dönemlerine, anılara, duygulara ve oradan gündelik nesnelere sıçramış, bir delme ve oyma biçimdir.” Bilhassa da bir ilkokul sınıfında, iki radikal fantezi sahnesi, yasak bölgelerde cereyan eden iki çocukluk anısını bütün kuvvetiyle hissettiriyor. Canavarlık ve masumiyet arasında gidip gelen bu sahneler gücünü manzaradaki bir yabancı öğeden alıyor: bir Schile figürünü andıran ve sınıfı ‘tuvalet’ olarak kullanan öğretmen ve sıralar arasında dolaşan öğretmene ‘arkadan’ sarılıveren canavar çocuk, olağan manzarayı bozan birer ‘sondaj’ öğesi burada. Yasak hatıra ve fantezilerin böyle bir renk canlılığı ve keskinlik içinde belirmesi de gayet etkileyici. Ahmet Hamdi Soydemir ise benzer bir ‘hatırlama’ operasyonunu mekanı ve hatırlanan şeyi belirsizleştirerek yapıyor. Gökhun Baltacı pathos’u ve duygusal / düşünsel ağırlığı çok açıkça vurgularken, Soydemir pathos’tan kaçıp, soyut manzaranın hafifliğini hissettiriyor: “Çalışmalarında zihinsel ve fiziki mekan kavramlarına odaklandığını, tanımsız bir dizi mekan imgesi oluşturmanın yollarını aradığını söyleyebiliriz” deniyor Soydemir’in metninde. O yolları zarifçe bulduğunu, bilhassa da zihinsel mekan denilen şeyi hissettirebildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Ferhat Salman da, Van Gogh’un sandalyesine yerli unsurlar eklediği tuvalet sandalyesi kompozisyonu ve John Bratby’nin tuvalet adlı işini hatırlatan rengarenk ve kuvvetli Meclis adlı işiyle, gösterilmeyenleri gösteren ve yoğun pathos içeren kompozisyonlar üretmiş.

Günbike Erdemir, Lost Mundane Memories serisinden

7. Günbike Erdemir

Günbike Erdemir klasikten uzak, daha grafik bir estetiğe sahip Lost Mundane Memories adlı çizim serisiyle yeni bir dünya kuruyor: ‘yarı-ütopik yarı-dünyevi’ bir dünya. Çizimlerdeki hafiflik, rüya ve fantezi hali akla biraz Beardsley’yi getiriyor (bu benzetmeyi Fatih Özgüven’e borçluyum.) Bir noir ya da punk çizgi film dünyasında dolaşır gibi duran figürler de yeni bir estetiğe ve yeni yaşam formlarına işaret ediyorlar. Bazı figürlerin anakronik bir “grunge” duygusunu yeniden hatırlattığını da söylemek isterim. Günbike Erdemir bu çizim ve figür skalasıyla bizde pek yapılmayan iyi bir animasyon film (mesela Linklater’in politik-poetik-felsefi Waking Life’ı gibi bir animasyon) yapabilir gibi geliyor bana.

Nergiz Dukan, Korku, 2017, Kağıt üzeri kalem, 18,5x20,5 cm

8. Nergiz Dukan

Nergiz Dukan da Mamut’ta kendi estetik dünyasını kuran sanatçılardan biri. “Antroposentrik ve biyosentrik bakış açılarının ortasında bir ara bölgede mesken” tuttuğunu söyleyen Dukan, insan, hayvan, bitki ya da taş ayrımının ortadan kalktığı ve hepsinin iç içe geçebildiği çizimler sunuyor ve yer yer de bir sinestezi yaratıyor. Bu detaylı ve anatomik çizimleriyle bana biraz Erinç Seymen’in işlerini hatırlattı. Erinç Seymen’de olan türler-arası (ve organik inorganik arası) birleşimler yaratma ve buradan yeni bir estetik kurma eğilimi Nergiz Dukan’da da var.

Begüm Mütevellioğlu, Anastatica Hierochuntica II Resurrected, 2017, Kağıt üzerine renkli kalem, 8,5x10,5 cm

9. Sevim Kaya / Su Çizgen / Begüm Mütevellioğlu

Nergiz Dukan’da görülen bu insan-olmayanı resmetme eğilimi Mamut’ta üç sanatçıda daha var. Sevim Kaya, Bitki Olmak Nasıldır? adlı çizimlerinde bitkilerin yerüstü ve yeraltı hareketlerini gösteriyor. Begüm Mütevellioğlu da benzer bir strateji izleyip Dirilen Bitkiler’i resmediyor. Dirilen bitki bir metafor olduğu kadar bir reel durum da aynı zamanda, gerçekten varolan, kuruyup tekrar canlanabilen bu arkaik bitkilerin botanik çizimleri yeryüzünde yaşam için de bir ihtimal barındırıyor. Su Çizgen ise antroposentrik bakışı bir kenara bırakarak hayvanların ve böceklerin dünyasına bakıyor. Çizgi roman estetiği eşliğinde anlatılan ‘hayvan hikayeleri’ bir anlamda, insanın hegemonik hikayesini bozuyor. Bu üç kişi de son yıllarda çağdaş sanatta görülen anti-antroposentrik eğilimin iyi birer örneğini sunuyorlar. Bu eğilimin de artmasını dileyelim.

Çağıl Harmandar, Döngü, 2017, Kağıt üzeri pilot kalem, 29 x 21 cm

10. Çağıl Harmandar

Son olarak animasyon ve çizimleriyle yine bir ‘başka türlü dünya’ kuran Çağıl Harmandar’dan bahsetmek isterim. Harmandar kendine özgü bir görsel-poetika geliştirmiş ve bunun ‘politik’ tarafının da farkında. Şöyle diyor: “İşlerimde, yok saydığımız mikro-duyguları, insan vücudunu deforme ederek günyüzüne çıkarmaya, bedenin hareketi ve biçiminin değişmesinde görsel bir şiir bulmaya çalışıyorum.” Duygu-politikası ve beden-politikasının bu naif-poetik işlerde hafif hafif titreştiğini hissetmek mümkün. Günbike Erdemir için söylediğimi Çağıl Harmandar için de söylemek isterim: bu politik-estetik acayip bir hikayeyle birleşerek uzun metraj bir animasyona dönüşebilir bir gün, neden olmasın.

Comments


bottom of page