Genç ve bağımsız sanatçılara işlerini sergileme ve sanat dünyasıyla buluşturma olanağı yaratan Mamut Art Project, bu yıl dokuzuncu edisyonuyla 31 Ekim Pazar gününe kadar Yapı Kredi bomontiada’da devam ediyor. Ahmet Ergenç bu yıl da sergi alanı ziyaretinin ardından aklında kalan sanatçıları değerlendirdi
Yazı: Ahmet Ergenç
Bu yıl Mamut’ta daha çok biçimsel deneyler dikkatimi çekti. Sesin, görüntünün, performansın, resmin ne olduğunu hem estetik hem de “ontolojik” bakımdan sorgulayan işler, yeni bir temsil arayışının da belirtisi gibi. Gökyüzünün altında söylenecek yeni bir söz olmayabilir ama bir şeyleri söylemenin yeni yolları her zaman vardır. İşlerdeki bir diğer belirgin damar da otobiyografik denemeler, kendini kurma halleri... Kurmaca otobiyografiden, şahsi tarih girişimlerine, hayali ve görünmeyen kendilik inşasına kadar giden (Foucault’nun da dediği gibi) bir “benlik kaygısı.” Bu benlik araştırmalarında dünyanın işleyişini önce durduran, sonra alt üst eden ve halen de bir hayalet gibi havada asılı olan pandemi koşullarının yarattığı o bazen sakin bazen de telaşlı yüzleşmenin de etkisi olsa gerek.
Dilan Onay
Önce biçimsel ve ontolojik denemelerle başlayalım. Dilan Onay Ölü Seyirci İçin Canlı Performans adlı videosunda “sahneye doğru ilerleyen ancak bir türlü performansına başlayamayan bir performansçı” sunuyor. Tekrara dayalı olması, eylemin yerine eylemsizliği koyması ve nihayetinde bir absürt duruma dönüşmesi nedeniyle bana Beckett metinlerini hatırlatan bu “olamayan” performansın, bir şey yapmak yerine o şeye bakıp onu sorgulamaktan güç aldığını ve eylem yerine eylemsizlik ve tereddüdü koyarak da olay ve durumun kendisini sorgulatan bir hal yarattığını söylemek isterim.
Dilan Onay, Ölü Seyirci için Canlı Performans videosundan ekran görüntüsü
Ferhat Tunç
Mamut’ta hem metni hem de denediği temsil yöntemiyle başka bir estetik ve politika kurmak isteyen işlerden biri de Ferhat Tunç’a ait. Tunç, Derrida’nın küle dair değerlendirmelerinden yola çıkarak (“kül kelime değil, ileti değil, ondan önce gelen şeydir,”) 12 ciltlik bir ansiklopediyi önce küle çevirmiş, sonra külleri bir cam fanusta bir araya getirerek “büyük anlatıyı” tanınmaz bir hale çevirmiş. Sonuç: “düzensizlik, biçmsizlik ve temsilsizlik”ten ortaya çıkan poetik bir alan. Felsefi alt yapısı kuvvetli bir poetik alan. Burada Tunç’un metaforu ("bilgi sistemlerinin küle dönüşmesi") literal hale getirmesinde güçlü bir estetik-felsefî hamle gizli olduğunu not etmek gerek. Eleştirel teoriye düşkün biri olarak bundan sonra hangi “metinleri” ne hale sokacak merak ediyorum.
Ferhat Tunç, Harflerden Hecelere, Hecelerden Kelimelere, Kelimelerden Cümlelere, Cümlelerden Anlamlara, Cam Fanus İçerisinde Kitap Külü, 75x75 cm, 2020
Emin Gök
Ferhat Tunç’un kelimeler ve cümlelerle yaptığı şeyi ("tanınmaz hale getirip, bu tanınmazlıktan yeni bir poetika kurmak," diye özetlenebilir bu) Emin Gök sesler için yapıyor. Jodorowsky’ye referansla Psikomaji Kompozisyonları I-IV adını verdiği kolaj çalışmasında ürettiği atonal ve deneysel “ses manzaralarıyla” bir gerçek-dışı alan yaratıyor. Gerçekle başka bir pencereden yüzleşmek için kurulan bu alanın distorted seslere düşkün olanlar için hipnotik bir etki yarattığını belirtmek isterim. Mamut salonunda dakikalarca önünde durdum ben bu ses manzarasının. Gök’ün işinde sevdiğim bir diğer şey de “çağın ruhu”na hapsolmayıp, eski avangartlara anakronik dönüşler yapması. Bu çağdan çıkış yollarından birinin de bu anakronik dönüşler olduğu kanaatindeyim. Ayrıca, çağdaş sanatta ses-politikalarına dayalı böyle işlerin de daha da artmasını isteyenlerdenim: ses, daha fazla ses.
Emin Gök, Psikomaji Kompozisyonları I-IV, Cem Altınöz ve Yiğit Soner'in iş birliğiyle
Sayna Soleimanpour
Mamut’ta bu biçimsel deneme ve araştırmaların yanı sıra, girişte söylediğim gibi bir de otobiyografik çalışmalar dikkatimi çekti. Bu “otobiyografik” eğilimi en güçlü şekilde sergileyenlerden biri Sayna Soleimanpour. Kendisini bir süredir oluşturduğu “kompoziyonlar”a dayanan kurmaca fotoğraflarıyla tanıyoruz. Bu kompozisyon fotoğraflar, gündelik hayattan ve sanat tarihinden bazı sahnelere de referansla sanatçının üzerinden bir alter-ego yaratıyor ve bunu sahneye çıkarıyor. Yazılı olan ya da olmayan toplumsal yasa ve uzlaşımların pek izin vermediği personaları ve halleri neredeyse sinemasal bir şaşaayla sergileyen Soleimanpour, buradaki evdekal adlı seride pandemi esnasında boşalan şehir caddelerini “ütopik” bir fırsat olarak görüp, sokakta “olmasına” izin verilmeyen halleri yine sokakta birer performansa dönüştürmüş. Fantezi, hayal, yasa, ihlal, oto-performans ve öz-inşa gibi meseleler üzerine daha neler yapacağını merak ettiğimiz isimlerden biri Sayna Soleimanpour.
Sayna Soleimanpour, #evdekal serisinden, Fine Art Baskı, Diptik, 2020
Deniz Kulaksızoğlu
Pandemide otobiyografiye yönelen bir iş daha var: Deniz Kulaksızoğlu Ben Parçaları adlı fotoğraf serisinde yaklaşık bir ay boyunca birer oto-portre çekmiş ve küçük değişimleri kaydetmiş. Hiçbir şey olmuyormuş gibi ama bir şeyler oluyor, nüanslar üzerinden ilerleyen bu seriyi ısrarlı tekrardan ortaya çıkan “fark”ı hissettirdiği için de önemli buldum. Pandemi vesilesiyle hayat durduğunda gördük ki, aslında mesele çoğunlukla küçük şeyler üzerinden dönüyor. Gündelik hayat sosyolojisi.
Deniz Kulaksızoğlu, Ben Parçaları, Fine Art Baskı & Metin, Her Biri 92x42 cm, 3 + 1 Edisyon, 2020-2021
Ayris Alptekin
Bu otobiyografik itkiyi, 92’den Beri Hayatımı Kurguluyorum adlı işiyle hayatının video kayıtlarını sunan Ayris Alptekin’de de görüyoruz. İnsanın kendi hayatını ve belleğini “kurgulaması” ve otobiyografik parçalardan bir anlama ulaşması ihtimaline dair hafif ve iyi bir araştırma bu. Hem filmlerde, hem de hayatta gündelik anları anlamlandırmak açısından “kurgunun gücü”nü de hatırlatıyor. Hayat parçalarını “kurgulamak” aslında hayatı bir “açıdan” yakalamanın bir yolu olabilir.
Ayris Alptekin, 92’den Beri Hayatımı Kurguluyorum video serisinden
Zeynep Özkanca
Gündelik hayata ve gündelik nesnelerin anlamların odaklanma eğilimi Zeynep Özkanca’nın fotoğraflarında da görülüyor. Bir masada kalan parçaları pandemi esnasında duran hayatın “hassaslaştırdığı” bir gözle kayda geçiren Özkanca, birer soğuk nesne ya da kalıntı olan şeylerin nasıl psikolojik bir yüke sahip olabileceğini hissettiriyor. Hafif bir yas hissine, şeylere anlamlarını iade eden yakın bir bakışın eşlik ettiği bu seride insana küçük şeylerde anlam görmeyi hatırlatan “şefkatli” bir yan da var. Sosyolojinin telaşı durduğunda, gözün şefkati de artabiliyor.
Zeynep Özkanca, Still-life serisinden, Fine Art Baskı, 45x60 cm, Diptik, 5 + 1 Edisyon, 2020
Tuğce Ayaz
Benzer bir “şefkatli” merakı Tugce Ayaz’ın işlerinde de görmek mümkün. 64 pozitif film karesi üzerine yaptığı “minyatür resimler” olağan sahnelere, anonim gibi duran anılara başka bir şefkat ve anlamla bakmayı deniyor. Ve burada çok kritik ve güzel bir soru var: “Peki, başka insanların hatıralarının bize bu kadar tanıdık gelmesinde bir tuhaflık yok mu?” Merhum Oruç Oruoba’ya da bir selam gönderen bu serinin hissettirdiği “ortaklık” duygusunu ve minimal form aracılığıyla yarattığı yakından bakma halini önemli bulduğumu not etmek isterim. Bu minimal sosyolojik manzaralar, sosyoloji üzerine düşünmek için iyi bir vesile.
Tuğce Ayaz, ANDA (detay), Pozitif Film Üzerine Yağlı Boya, Triptik, 63 Parça, Her biri 3.5 x 4 cm, 2021
Kıvılcım Güngörün
Sosyolojik manzaraya, kişisel doneleri de ekleyen bir işten daha bahsetmek isterim: Kıvılcım Güngörün, fotoğraf, video ve çizimleri serbest çağrışım zinciri içinde yan yana getirerek şehir merkezindeki bir ağacın makus talihi üzerinden bir şehir okuması sunuyor. Toplumsalla şahsinin bir aradalığını, şehir üzerine düşünmenin sadece “kentsel” bir hassasiyet olmayıp bir şahsi deneyim deposundan malzeme aldığını göstermesi açısından önemli bir iş. Proje tanımlarına sığmayacak umursamaz dağınıklığı da cabası.
Kıvılcım Güngörün, Oğaç çalışmasından
Damla Sari
Pandemiyle alakası olan bir iş de Damla Sari’ye ait. Biraz daha “oyunlu” olan bu iş, maskesini çıkarmış olan seyircileri hedef alıyor. Kinetik bir yapıda kurgulanmış üç “tanık” sandalye, maskenizi çıkardığınız anda, “yüz hatları”nı tanıyarak harekete geçiyor. Biraz kınama, biraz merak. Kontrol sistemlerinin en küçük birimlerini akla getiren bu işte sandalyeler özel ve gözetleyen bir konuma sahip: “İktidar, güç, yerleşiklik, mülkiyet, toplumsal ya da bürokratik konum gibi kavramların tüm ağırlığını olanca gücüyle taşıyan bu sandalyeler, eşlikçileri sinsi göz(cü) ile birlikte izleyiciyi izlenen, ısrarla gözlenen ve yargılanan bir konuma yerleştiriyor.” Bu gözlenme hali, Althusser’in özne, ideoloji ve kontrol konusundaki meşhur interpellation (seslenme/çağırma) yorumunu da akla getiriyor. İktidarın aygıtları bize “seslenir” ve aslında bu seslenmeyle bizi iktidarın nesnesine dönüştürürler. Dikkat.
Damla Sari, Gelsin Yüzüne De Söylerim, Kinetik, 108x150x50 cm, 2019
Hüseyin Varaha
Hüseyin Varaha ise, sosyolojiden çok psikolojiye yakın işler sunuyor. Bir dizi (kendi ifadesiyle) “resim-oda”sı kuran Varaha’nın resimsel atmosferine daha çok unheimlich (tekinsiz) bir his hakim. Demonik varlıklar, rüyalardan çıkmış gibi görünen “şey”ler, “hayattan büyük” bir iddia taşıyan kompozisyonlar, aslında her şeyin bizim kontrolümüz altında olmadığını, “bizden büyük” bazı güçlerin sosyolojiyi de geçip psikolojinin alanında bizi etkilediğini hissettiriyor. Varaha’nın klasik resme ve sürrealizme aynı anda selam gönderen Hatıra Şatosu adlı seri, çoğunlukla sosyolojinin hakim olduğu Mamut seçkisine, psikolojinin karanlık ve müphem bulutlarını da dahil ediyor. Varaha’nın bundan sonra nasıl “oda”lar kuracağını merak ediyorum açıkçası.
Solda: Hüseyin Varaha, Tuval Üzerine Yağlı Boya, 80x100 cm, 2021, Hatıra Şatosu serisinden
Sağda: Hüseyin Varaha, Günah Çiçekleri, Tuval Üzerine Yağlı Boya, 40x45 cm, 2019, Hatıra Şatosu serisinden
Özkan Işık
Son olarak Özkan Işık’ın işlerinden bahsetmek isterim: “Halı jüt ve saten kumaş üzerine dokuma tekniğiyle ürettiği “duvar resimleri”nde denormatif-olmayan halleri, kimlikleri ve personaları işleyen Işık, ağır mevzulara daha hafif (ya da kendi ifadesiyle “tasasız” bir ton katmayı) başarmış. Biraz kitsch, biraz renk patlaması, biraz biçimsel çeşitlilik, biraz festive bir his ve çokça şefkat. Bu kompozisyonların geleneksel bir formu (duvar halıları) yeni ifadeler ve personalar için elle kullanmasında da zarif bir détournement hamlesi saklı.
Comments