top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Masa: Aygıtlar ve kaçışlar


unlimitedrag.com, bundan böyle her pazartesi Masa başlıklı köşesiyle Ahmet Ergenç'i ağırlayacak. Ergenç bu hafta Masa'da Murat Balcı’nın, Ezgi Yıldız küratörlüğünde 8 Mayıs - 10 Haziran tarihleri arasında Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu'nda gerçekleşen ilk kişisel sergisi Evcil Sesler / Diğer Taraf'ı değerlendirdi

Murat Balcı, Evcil Sesler / Diğer Taraf sergisinden

Aygıtlar ve kaçışlar

Murat Balcı’nın, Ezgi Yıldız küratörlüğünde düzenlenen Evcil Sesler / Diğer Taraf adlı sergisi iki kanaldan ilerliyor: Evcil Sesler dahilindeki işler kimlik inşasında rol alan gizli ve açık, resmi ve gayrıresmi ‘sesler’ (semboller, şarkılar, mitler, hikayeler vesaire) için, bu seslerdeki şiddeti açık eden bir şarkı defteri oluşturuyor; Diğer Taraf’taki resimler ise bu kimlik inşasına ‘rağmen’ evcilleşmeyen (ve bu nedenle de bir kaçış ihtimali barındıran) sesleri (ya da, karakterleri diyelim) gösteriyor. Yani ilk kısım bir anlamda ‘devletin ideolojik aygıtları’ (bkz. Althusser) ile zarif bir şekilde boğuşurken, ikinci kısım bu aygıtların ıskaladığı kaçış çizgilerini (bkz. Deleuze & Guattari) müthiş bir şefkatle gösteriyor. İlk kısma bir söylem mücadelesi hakimken, ikinci kısma söylemin dışına taşan bir kontrol edilemez halin tasviri hakim. İlk kısım negatif - analiz, ikinci kısım pozitif - performans, diye de düşünebilirsiniz.

Murat Balcı, Evcil Sesler / Diğer Taraf sergisinden

Aygıtları bozmak

Murat Balcı’nın bilhassa ilk kısımdaki işlerinde bir ‘bozma’ stratejisi hakim: Kültür bozumu da denebilir buna, yani orijinal ismiyle culture jamming. Kültür bozumu bir müdahale sanatı; statüko sembolleri, mitleri ve imajları alınıp, bunlara bazı politik ‘müdahaleler’ yapılarak, aynı medium’dan farklı bir mesaja ulaşılır. Böylece hakim aygıtlar bir anlamda ele geçirilip, bozguna uğratılır. Bu operasyon esnasında da bir de-mistifikasyon gerçekleşir: Doğal ve masum gibi görünen sembol, mit ve imajların barındırdığı şiddet açığa çıkarılır. Daha önce birkaç yazıda Extramücadele, Şener Özmen ve Halil Altındere gibi çağdaş politik sanat icracılarını bu ‘kültür bozumu’ stratejisine dahil etmiştim. Murat Balcı da bu kültür-bozumu ‘ekibi’ne rahatlıkla dahil edilebilir.

Evcil Sesler’deki işler ses ve şarkılarla yakından bağlantılı olduğu için aslında ‘kültür bozumu’nun kökenleriyle de bir temas yakalıyor zira İngilizce’deki culture jamming terimi radio jamming teriminden türemiş: yani radyo kanallarına yapılan “korsan” müdahalelerden, bir nevi gerilla taktiği. Murat Balcı da eğitim yılları boyunca çocuklara ve gençlere söyletilen şarkıları ‘bozup’ bunlara şarkıda söylenenleri ‘değilleyen’ birer görsel ekleyerek o ‘masumane’ şarkıların şiddetini açığa çıkarıyor. Burada ince ince (dantel gibi diyelim) işlenmiş işler dört kimlik - yapılandırıcı evcilleştirme kanalı ve ‘sadakat’ talebini ele alıyor. Murat Balcı şöyle anlatıyor buradaki ‘bozma operasyonu’nu: “Evcil olanla onu evcilleştiren arasındaki bağlılığın tam adı olan ‘sadakat’ten hareketle hazırlanmış bu seri, okullarda sıkça söylenen 12 çocuk şarkısının onlara eşlik eden birer resimle yeniden yorumlanışıdır… türe sadakat, aileye sadakat, yurduna sadakat ve ulusa sadakat.”

Murat Balcı, Çok çalışkan olmalıyız

Türe sadakatte ‘bozulan’ şarkılar hayvanlar alemini insansılaştıran, hayvanların radikal ötekiliğini insani özellikler (ve sıfatlar) yükleyerek aşındıran ve elbette insanı daha üst bir konuma koyan şarkıları bozuyor. Kimlik inşasında ilk adım herhalde çocuğa hayvanlardan farklı olduğunun öğretilmesidir. Çocuğun simgesel düzene ilk girdiği kapı olabilir bu ‘tür’ bilinci. Sonra ‘aileye sadakat’ kısmında kutsal Anne ve koruyucu Baba mitleri bozuluyor. Anne’ye şarkıya eşlik eden kürtaj aletleri ve Baba’ya şarkıya eşlik eden yavrusunu yine Leopar resmi, bu mitleri açıkça bozuyor. Yurda ve ulusa sadakatte başka türlü söylenen şarkılar ise bayrak, vatan, toprak gibi ‘büyük’ devlet tuğlaları hedef alınıyor.

Bu bölümdeki işlerden herhalde ‘kültür bozumu’ olarak en çarpıcı olanı 6 - 7 Eylül pogromunda saldırıların başladığı ilk yer olan Haylayf pastanesine ait bir kurabiye kutusu üzerine yapılan müdahaledir. Kutunun üzerinde, bir ‘yağmacı iştahıyla’ kurabiye yerken görülen Adnan Menderes, bütün bir yağma kültürünün temsili olarak o naif kutuyu karanlık bir politik objeye çeviriyor. İmajın altındaki notasyonun dağılıp gitmesi de bir yağma ve parçalama halini çağrıştırıyor. ‘Şarkı’nın sözleri de şöyle: “Ben Türk’üm ben Türk’üm tarihim soyum ulu / Ne mutlu ne mutlu Türklüğü cihan sayar.” Şarkının ‘nasıl’ söylenmesi gerektiğine dair ironik açıklama da bu feci ‘Türk’ mitini tamamlıyor: “Söylemeyin, bir şeyler kırın.” Yurt ve ulus temalı bu işlerin 6 - 7 Eylül’ün mağdurlarından biri olan Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu’nda sergilenmesi de işlerin kuvvetini ve acı ironisini arttırıyor.

Murat Balcı, Evcil Sesler / Diğer Taraf sergisinden

Bu bölümdeki işler bana kimliğe dair bütün bu mitler ve imajlarla meşgul olması açısından bilhassa da Memed Erdener’in (nam-ı diğer Extramücadele) işlerini hatırlattı. Erdener’deki ‘söylem - bozma’ hassasiyeti ve olağan imajların şiddetine gösterilen ihtimam Murat Balcı’da da var.

Ara not: Murat Balcı’nın Süleyman Erol’la birlikte bu bölüm için tasarladığı müzikler de 657 adı altında SoundCloud’dan dinlenebiliyor. Bu yoğun ses ve söz beraberliğinin de devam etmesini dileyelim.

Murat Balcı, Evcil Sesler / Diğer Taraf sergisinden

Anomali ve kaçış

Balcı’nın bu evcilleştirme mekanizmasına ‘rağmen’ yabaniliğini -ya da radikal ötekiliğini- koruyan okul çocuklarını resmettiği ikinci bölüm, aslında disipliner sistemin her zaman ıskaladığı bir nokta, kontrol edemediği bir çizgi olduğunu gösteriyor. İlk bölüme normativitenin zorba gölgesi (her ne kadar ironik perdelerden geçirilerek ridikülize edilse de) düşerken, ikinci bölüme anomalinin iç açıcı parıltısı hakim. Bu bölümde anomaliye kurulan şefkatli bağı, daha önce Erinç Seymen’in işlerinde hissetmiştim. Balcı da Seymen gibi sadece kontrol mekanizmalarını gösterip bir kenara çekilmiyor, bu mekanizmaların işlemediği ya da ıskaladığı noktaları da gösterip bir minör - özgürleşme alanı yaratıyor ve anomaliye tıpkı Seymen gibi ‘politik ve etik’ bir şefkat gösteriyor.

Murat Balcı, Evcil Sesler / Diğer Taraf sergisinden

Bu bölümde resmedilen çocuklar, bir anlamda simgesel düzene girmeyi reddeden ‘tuhaf’ çocuklar: Dış dünyaya direnç gösteren daha özgür bir iç-mantığın (ya da iç sesin) ara damarlarında dolaşıyorlar. Giryan her sabah firarı düşlerdi adlı resmin Giryan’ı sınıf ortasında açılan bir yeraltı kapağına Rapunzel misali saçlarını sarkıtarak girmenin hayalini kuruyor. Bir yerüstü uyumsuzu olarak yeraltında huzur bulabilir. Cesim nazikçe dans etmeyi severdi’nin Cesim’i kendine gün içinde pipetlerden garip yapılan kuran ve muhtemelen o yapıların iç mantığında kendini dünyadan koruyan, ‘hayattan büyük’ bir çocuk. Asi, işgüzarlardan pek hazzetmezdi’nin Asi’si başarıdan nefret eden, işbirlikçileri hiç sevmeyen ve eğitimin külliyen saçmalık olduğunu düşünen şiddetli ve apatik bir ergen. Akur bahçeden pusuya yatardı’nın Akur’u ise kendine libidosundan fantastik bir dünya ören bir ‘şenlikli’ çocuk. Bütün bu ‘anomaliler’ Balcı’nın resimlerinde birer özgürleşme ihtimali ve hatta disipliner sistemden alınan birer intikam gibi duruyor. Geleceğin sanatçıları, punk’ları, rock’çıları, avangardları, şairleri vesaire bu anomali grubundan çıkacak gibi duruyor. Talebeler kadim ustaları ilgiyle izlerdi’de ise bir tuhaf sınıf kompozisyonu var. Sınıf tahtasında açılan bir boyut kapısı, pencerelerden içeri hücum eden ağaç dalları gibi detaylar o sınıfın normatif bir sınıf değil, adeta algı kapılarının açıldığı bir ‘saykodelik’ sınıf olduğunu düşündürüyor. Böyle bir talebe kombinasyonu her şeyi alt üst edebilir, neden olmasın. Bu ‘okul – içi’ anomali hallerini Foucault’nun (iç açıcı bir şekilde) her toplumda varolduğunu söylediği heterotopya’lardan, normdan sapan öteki - alanlardan biri olarak görmek de mümkün. Bir çağrışım daha: Bu ‘tuhaf’ çocuklar Brecht’in Yıkanmak İstemeyen Çocuk’ta bahsettiği çocuk gibidir: “Bir zamanlar bir çocuk vardı / Hiç yıkanmak istemeyen / Ve yıkadıkları zaman onu / Yüzünü küllerle kirleten.” Bu yıkanmak istememe ve kendini tekrar kirletme halinin disipliner sistemde bir arızaya yol açtığı aşikar.

Bitirmeden bir not: Bütün bu ‘tuhaf’ çocuk / ergen portrelerini görünce, aslında bu acayip çocukluk ve ergenlik hallerinin bizim edebiyatta ve sinemada ne kadar az anlatıldığını tekrar hatırladım. Bu da ‘garip’ ve sahih hikayeler anlatmak isteyen edebiyatçı ve filmcilere küçük bir çağrı olsun.

Murat Balcı, Akur kız bahçede pusuya yatardı, 50 x 50 cm, Kağıt ve mürekkepli kalem, 2018

コメント


bottom of page