Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında Maya Sanat Galerisi var
Yazı: Necmi Sönmez
Uzun süreden beri Maya Sanat Galerisi’nin davetiyelerini toplamaya çalışıyorum. Adalet Cimcoz’un Sabahattin-Bedri Rahmi Eyüboğlu kardeşlerle birlikte kurduğu Türkiye’nin ilk özel sanat galerisi olan Maya, Beyoğlu’ndaki Kallavi Sokak 20 numaradaki apartmanın birinci katında konumlanmıştı. Dönemin ünlü Lion Mağazası’nın yanındaki apartmanın birinci katında yer alan galeri, 1951-1955 arasında iki haftalık sürelerle açtığı sergilerle Türkiye’de Modern Sanatın yaygınlaşması adına ilk önemli tohumların yeşerdiği bir alan olarak son derece önemli bir konuma sahip. Ancak bir yanda ilk olmasının getirdiği garipsenme, diğer yanda sanat ortamımızın meraksızlığı yüzünden uzun süre tarihin görünmezlik perdesi arkasında kalan bu galeri hakkında doğru dürüst bir araştırma yapılmadığı gibi, etkinlikleri de fazlaca merak edilmemiştir.
Maya Sanat Galerisi hakkında ilk ciddi yayını, kendisi de galerici olan Meldâ Kaptana 1971 yılında MAYA ve adalet cimcoz isimli kitapla yapmıştı. Kaptana ile 2000’li yıllarda Paris’te yaşamış olan sanatçılarımız üzerine olan araştırmalarım, özellikle de eşi İlhan Koman üzerine olan sorularım nedeniyle tanışmıştım. Uzun bir zamana yayılan konuşmalarımızda Kaptana’ya MAYA ve Adalet Cimcoz kitabını 2004’te imzalaması için önüne koyduğumda laf dönüp dolaşıp kendi galerisi Butik Meldâ-Meldâ Kaptana Galerisi hakkında neden buna benzer bir kitap hazırlamadığına gelmişti. 2008’de Galerist’ler 70’lerin Sanat Ortamı (Kanaat Kitap, 2008) başlığıyla kendi galerisinin tarihini, tanıklık eden sanatçıların katkılarıyla belgeleyen Kaptana 2004’teki konuşmamızda, galerilerin tarihinin bir şekilde davetiyelerinde olduğunu, eğer Maya Sanat Galerisi’ni merak ediyorsam, zor da olsa o davetiyelerinin peşine düşmem gerektiğini söylemişti. 1951-55 arasında etkinlik gösteren bir galerinin davetiyelerini aradan 50 yıl geçtikten sonra toplamaya çalışmak elbette iğne ile kuyu kazmaya benziyordu. Ama içime kurt düştü. Özel olarak aramaya yönelmesem de artık sahaf ve eskici dükkanlarındaki kartpostal kutularının müptelası olmuştum. Bir iki davetiye kartpostalların yığmaca olarak durduğu kartonlardan tesadüf eseri elime düştü.
Paris’te çalışmış olan sanatçıların üzerine çalışırken 1951’de ilk açıldığı yıl, Nedim Günsür, Avni Arbaş, Füreya’nın Paris’ten gönderdikleri ya da bizzat getirmiş oldukları eserlerle bu galeride sergi açmış olmaları merakımı daha da kamçılıyordu. Ayrıca 1952’den itibaren Resimli Şiir, Fotoğraflı Şiir sergilerinin açıldığını keşfettikçe iyiden iyiden iyiye heyecanlanıyordum. Resimli Şiir galeri etrafında konumlanmış olan Ferruh Başağa, Nuri İyem, Kemal Sönmezler, Fikret Otyam, İhsan Karaburçak, Oktay Günday, Abdurrahman Öztoprak, Lütfü Günay gibi ressamların Salah Birsel, Metin Eloğlu, Atilla İlhan, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday gibi şairlerle ortak çalışmalar yapmaları anlamına geliyordu. Maya’nın bu tür ortak ürünleri sergilediğini Abdurrahman Öztoprak, Adnan Çoker kendileriyle yapmış olduğum konuşmalarda onayladılar. Ama bunların bir tanesini bile görmek kısmet olmadı. Fotoğraflı Şiir ise, Ara Güler, Nazan İpşiroğlu, Yıldız Moran, Mustafa Subutay gibi fotoğrafçıların şairlerle birlikte ürettikleri çalışmalar anlamına geliyordu. Ara Güler bu konuda kendisiyle yaptığım görüşmede, fotoğrafların üzerine şairlerin kendi el yazılarıyla şiirlerini yazdıklarını, bunların çerçevelenerek Maya’da sergilendiğini, ne yazık ki hak ettikleri ilgiyi görmediklerini belirtmişti. Güler’in son derece dikkatle koruduğu kendi arşivinde bu döneme ait çalışma olmaması, Fotoğraflı Şiir sergilerinde nelerin gösterildiğini merak etmemi sağladı.
1951-60 dönemi hem siyasi, hem de sanatsal açıdan Türkiye’de Modernizm mirasının tartışmaya açıldığı, görsel sanatlar alanında uzun süreden beri yönlendirici güç olan İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nin etkisini kaybetmeye başladığı bir süreçtir. 1940’larda, II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle tamamen içe dönük bir sanat ortamında sürdürülen Eski-Yeni Sanat tartışmaları sanat ortamındaki kabul değişimini hızlandırır. Maya Sanat Galerisi 1950’lerden sonra soyut-figüratif çatışmalarında kendisini belli bir grubun sözcüsü gibi konumlandırmasa da, özellikle Sabahattin Eyüboğlu’nun ağırlığıyla genç kuşak sanatçıların soyut eğilimli araştırmalarını destekler. Kuzgun Acar, Aloş, Ömer Uluç, Seta Hidiş, Sadi Diren, Oktay Günday, Lütfü Günay, Adnan Çoker, Abdurrahman Öztoprak, Nuri İyem ilk kişisel sergilerini burada açtıkları gibi Maya’da şairlerin, edebiyatçıların, mimarların da katkısıyla karşılıklı etkileşime açık, disiplinlerarası çalışmayı destekleyen bir ortam oluşmasını sağlamıştı. Sabahattin Eyüboğlu bu ortamı şöyle tanımlar:
Atıfet Hançerlioğlu sergisi davetiyesi, 1953, Arka yüzü, Yazarın Arşivi
“Kısa ömürlü Maya’nın bir sanat kovanı gibi işlediği günler çok oldu. O günlerin ışıltısı Ada’nın (Adalet Cimcoz) sabrını beslemese, gideri gelirinden çok fazla olan galeri yaşadığı kadar da yaşayamazdı. Para yellerinin alabildiğine esmeğe başladığı yıllardı o yıllar. Maya elverişli bir sanat ortamından yararlanmak şöyle dursun, öyle bir ortamın yeniden yaşamasına, tutunmasına yardım çabasıydı.” (Sabahattin Eyüboğlu, Bir Maya Vardı, Maya ve Adalet Cimcoz, Yayına Hazırlayan: Meldâ Kaptana, Yenilik Matbaası, İstanbul 1972, S. 12)
Kaptana 1972’de kendi galerisinde (Meldâ Kaptana Galerisi) Maya ve Adalet Cimcoz üzerine gerçekleştirdiği anma sergisi ve yayınladığı küçük kitapçıkla Türkiye’nin ilk özel sanat galerisi için önemli bir belgeleme çalışması yapmıştır. Bu kitapçıkta yer alan dört yıllık sergi listesine (1951-55) dikkatli olarak baktığımızda Maya’nın soyut ya da figüratif ayrımı yapmadan farklı sanatçılara destek verdiğini görüyoruz. Semih Balcıoğlu karikatürleriyle, Pindaros Platonidis mozaikleriyle, Nazan İpşiroğlu ve Baha Gelenbevi fotoğraflarıyla sergiler açıyorlar.
Politik sanatın önemli temsilcilerinden Marta Kaya Tözge’nin ve Gerçeküstücü eğilimleriyle Yüksel Arslan’ın ilk kişisel sergilerinin burada açılmış olması Maya’nın ne kadar özgürlükçü bir eğilimle sanat ve sanatçılar için alan açtığını görüyoruz. Bunun Modernizm mirasıyla boğuşan Türk Sanatı’nı nasıl etkilediği hakkında günümüze kadar ciddi bir araştırmanın yapılamamış olması son derece düşündürücü. Sanat için alan açma konusunda Adalet Cimcoz’un cesurca başlattığı süreç, Mefkûre Şerbetçi’nin sadece bir yıl etkinlik gösteren Galeri 1’i (1969-1970), Meldâ Kaptana Galerisi (1971-76) kadın galericilerin bu alandaki öncelikli ve önemli pozisyonun altını çizer. Daha sonra Varlık Yalman-Rabia Çapa kardeşlerin Maçka Sanat Galerisi (1976), Nuran Isvan-Nilgün Beller kardeşlerin Lebriz Sanat Galerisi (1980-2000), Fatoş Saka’nın Kare Sanat Galerisi (1991-2019) çoğunluğunu erkek galericilerin oluşturduğu 1970 ve 1980’li yılların sanat ortamında farklı duruşlarıyla dikkati çeker.
Atıfet Hançerlioğlu sergisi davetiyesi, 1953, Ön yüz, Yazarın Arşivi
Maya’yı son derece doğru bir yaklaşımla sanat kovanına benzeten Sabahattin Eyüboğlu’nun tam olarak ne demek istediğini Maya’nın davetiyelerine bakarak kavramak mümkündür. O yılların zor koşulları göz önüne alındığında tamamı sanatçılar tarafından tasarlanan bu davetiyeleri yan yana getirdiğimizde, ancak yüzde onu sanatını sürdürebilmiş önemli bir sanatçı kuşağının farklı özellikleriyle karşılaşıyoruz. Atıfet Hançerlioğlu’nun 1953’teki kişisel sergisinden sonra izini sürmek mümkün değil. Nevin Demiryol daha sonra Çokay soyadını alarak resim mücadelesine devam ediyor. Abdurrahman Öztoprak belki de Maya galeri davetiyesini ele geçirebildiğim en bilinen sanatçı. Kişisel olarak Maya’nın 1951’deki açılış sergisiyle, 1955 Adnan Çoker-Ali Durukan (Non-Objektif Resim) son sergisinin davetiyelerini merak ediyorum. Ama eminim ki bu davetiyelerin bir yüzünde Maya’nun logosu olan uçan geyik motifi yer alıyordur.
İlk önemli sanat eleştirmenimiz olan Fikret Adil, Yeni İstanbul gazetesindeki köşesinde acıyla kapanışını bildirdiği Maya ile ilgili yazısının son cümlesi şöyle:
“Maya’nın yerine bakalım ne açılacak? Eğer Welcome yazılı levhalarla bir Night Club açılırsa, iş yapar.” (Maya ve Adalet Cimcoz, Yayına Hazırlayan: Meldâ Kaptana, Yenilik Matbaası, İstanbul 1972, S. 80) Merak bu ya, eğer günümüzde hangi galerilerin nasıl iş yaptığını, kaynağı bilinmeyen paraların sanat dümenleriyle nasıl aklandığını görseydi, acaba Fikret Adil ne yazar, ne derdi diye düşünmeden edemiyor insan.
Comments