:mentalKLINIK’in PARADISE ON SALE başlıklı sergisi Dirimart Dolapdere’de 28 Mayıs tarihine kadar devam ediyor. Serginin kurduğu ritüel alanına ve sunduğu deneyime yakından bakıyoruz
Yazı: Ahmet Ergenç
:mentalKLINIK, Paradise on Sale sergisinden yerleştirme fotoğrafı, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
:mentalKLINIK’in “sanat yapma” biçimini, estetik ve politik stratejilerini düşünürken aklımda çoğunlukla patlayan bir şeyler canlanıyor: hem eğlence (parti, entertainment, hedonizm, konfetiler) hem de kriz (sıkışma, dağılma, parçalanma) anlamında bir patlama. Bu ikili çağrışım :mentalKLINIK’in kullandığı oksimoronlara da uyuyor: eğlenceli bir kriz, kutlama havasında bir çöküş, hedonist bir parçalanma... Daha önce felaket ve parıltı, yıkım ve şaşaanın bir arada olduğu CATASTROPHICALLY GORGEOUS ve Disastrously Brillant gibi oksimoronik işler ve sergiler yaptıklarını da hatırlıyorum. Dikotomik karşıtlıkları çarpıştırıp, bir “üçüncü ihtimal” yaratan bu birleşimlerin :mentalKLINIK’in temel estetik ve politik hamlesi olduğunu söyleyebilirim. Bu birleşimler sayesinde bazı sosyoloji ve estetikte bazı patlamalar yaratıyorlar, son derece “modern” patlamalar. Marx’ın Komünist Manifesto’da modern hali tanımlamak için kullandığı meşhur dictum’u “Katı olan her şey buharlaşıyor.” mentalKLINIK’in elinde “Katı olan her şey patlıy” gibi bir şeye dönüşüyor. Ve bu patlamada hem bir krizi kayda geçirme, hem de patlayan toplumsal ve düşünsel katılıklardan (muhafakazakâr kodlar, normlar, devletin aygıtları vesaire) bir haz alma söz konusu.
Burada önemli bir şey daha var: mentalKLINIK işlerinde bir çağ krizi kayda geçirilir ama bu, krizin dışına çıkıp, “etik” bir üstünlük taslayarak yapılmaz, o krizin “kirine pasına” bulaşarak yapılır. Gizli suç ortaklıkları da dahildir buna.
:mentalKLINIK, Paradise on Sale sergisinden yerleştirme fotoğrafı, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
:mentalKLINIK uzunca bir aradan sonra İstanbul’da açtığı son sergi Paradise on Sale’de de böyle bir patlama alanı ve “suç ortaklığı”na davet ediyor. Parti (ya da felaket) sonrası dağılmış bir alanı andıran bu alana girdiğimde ilk hissettiğim şey bu davetti: Hem bir patlamaya tanık olmak, hem de bu patlamanın bir parçası (suç ortağı) olmak. Görüntüler, sesler, efektler, kokular ve ışıklarla deneyimsel bir alan yaratan sergi, her şey bir yana, dış dünyadan bağımsız ve dağınık bir “ritüel” alanı kurduğu için de çok etkileyici. Ritüel alanı ya da laboratuvar. Bu alan sergi metninde şöyle tanımlanıyor:
Galeri mekânını değişen kokular, bozuk aynalar, parlak konfetiler ve bizleri çepeçevre saran yahut doğrudan bize yöneltilen seslerle havada süzülen dev bir yerleştirmeye dönüştüren :mentalKLINIK, tüm masum ve günahkâr ruhlara kapitalizmin yarattığı boş zamanın riyakârlığıyla yüzleşmek için üst düzey bir günah çıkarma alanı sunuyor.
:mentalKLINIK, Double Deal, 2301, 2023, 200 x 100 x 4.5 cm
Ben bu ritüel alanında iki şeyi çok önemli buldum: Bir, etik bir üstünlük ve “haklılık” konumuyla bir şeylere işaret etmektense, çağın krizi ve “günah”ının bir parçası kılması ve iki, bu günahkâr daveti bir ağıt değil, bir esrime havasında yapması. Bizde, bu “yalnız ve güzel” ülkede pek olmayan bir karışımdır bu. Neredeyse, Lynchvari bir “esrime” hali. Lynch filmlerinde (bilhassa da son filmlerde) bir parti ve neon havası içinde şahsi ve toplumsal krizler cirit atar: Bir krizin kaydıdır ama kaydeden kişi dışarıdan, “bakın ne feci” diye ahlaklı bir üstünlük taslamaz. Tuhaf bir partiye davet edilir ve ertesi gün uyandığınızda yarı hang-over bir “aydınlanma” yaşarsınız. Bizde sanırım Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir “itiraf” geleneği olmadığı için edebiyat, film ve görsel sanatlarda böyle bir dirty realizm (ya da “hedonist” realizm diyeyim) pek çıkmıyor. Bunun yerine “haklılık nevrozu” diyebileceğim bir durumdan mustarip, sinsi bir etik üstünlük iddiasına ve inandırıcılıktan uzak bir “politik doğruculuk”a yaslanan filmler, romanlar ve sanat işleri üretiliyor.
:mentalKLINIK, Paradise on Sale sergisinden yerleştirme fotoğrafı, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
Burada bir kriz var, evet, ama krizi gösterme biçiminin kendisi de başka bir “kültürel krize” işaret ediyor. :mentalKLINIK’in siyasi ve toplumsal krizi göstermek (etik sorumluluk) ve bu krizi gösterme biçimi (estetik politika) arasında iyi bir denge tutturduğunu düşünüyorum.
Sergideki hissi “Alice Harikalar Diyarında” diye de tanımlayabilirsiniz, tavşan deliği ve acayipliklere doğru giden bir yolculuk olarak da. Ama harikaları (bence daha doğru bir çeviri olan) “acayip” kelimesiyle değiştirmeniz ve Alice figürü yerine daha android ve mekanik bir karakter (sergide bizi karşılayan yapay zekâ mahsulü karakter Frenemy) koymanız gerekir. Ve bir de şu: Alice’te her şeyin mümkün olduğu o sonsuz alana, gerçeğe ara sıra temas eden, “Her şeyin o kadar mümkün olmadığını” hissettiren bir soğuk duş efektini eklemeniz gerekir. Burada “mental” bir şeylerden bahsediyoruz ama klinik bir bakış olduğunu da unutmayalım.
Modern patlamalar da ancak bir “klinik” (hatta metalik) soğukkanlılıkla kayda geçirilebilir zaten: Moderni modern yapan biraz da bu acımasız klinik ve kinik tavırdır. Ve evet, modernite bir “haklılık” etiğini değil, Baudelairevari bir “suçluluk” kabulünü de gerektirir. Artı: Nietzsche’nin “çekiçle” felsefe yapmak dediği şeyi, kültür ve siyasete de uygulamayı da. Yıllar önce William Burroughs için yazdığım bir yazıda, Burroughs’un elinde çekiçle yazdığını, yarı-distopik metinlerinde dili nefis parçaladığını ama bunun “neon kaplı bir çekiç” olduğunu söylemiştim.
Aynı metaforu :mentalKLINIK için de kullanabilirim: Neon çekiç. Yıkım ve parti. Nietzsche ve gece kulübü. Modern patlama. Katı olan şeylerin ısrarla buharlaşmadığı ve muhafazakar kodların sahneyi hiç terk etmediği bu “yalnız ve güzel” ülkede, böyle modern patlamalara daha çok ihtiyaç var.
Comments