Ekmel Ertan’ın küratörlüğünde Goethe Institute’ta 15 Temmuz 2021’de tamamlayacak olan Meraklı Nesneler sergi serisi son olarak İzmirli kolektif Darağaç’ı Arzu Nesneleri alt başlığında ağırlıyor. “Nesne nesneliğini ve nesnelliğini kaybederek sanatın kavramsal evreninde her izleyici için ayrı bir gizemi kurcaladığı” serinin son sergisi için merak ettiklerimizi Ekmel Ertan’a ve Darağaç’tan Tuğçe Akay, Cem Sonel, Cenkhan Aksoy ve Ali Kanal’a sorduk
Röportaj: Ceylân Önalp
Tuğçe Akay, Cem Sonel, Cenkhan Aksoy ve Ali Kanal
2020’nin son aylarında kentsel dönüşüm ve mimarlık tarihi üzerine çok ilginç içeriği olan bir yazıya rastlamıştım. Okuduğum yazıda, İzmir Darağaç bölgesindeki Umurbey Mahallesi’nde son altı yıldır tabandan gelişen özgün bir dönüşüm pratiğinin yarattığı kentsel bellekten bahsediliyordu. Alternatif Bir Kentsel Tamirat Pratiği başlıklı yazıda Darağaç Kolektifi’nin, bulunduğu bölgenin kentsel belleğinde yer etmiş tarihini mahalle ve kültür sanat aksında nasıl yeniden yazmakta olduğunu olabildiğince objektif ve sağlıklı bir kentsel dönüşüm vizyonundan inceleniyordu. Ne ilginçtir ki, bu makale de aynı Darağaç gibi bir grup akademisyenin kolektif çalışmasının sonucunda ortaya çıkmıştı.
Bugün, Ekmel Ertan’ın Goethe Institute’da Meraklı Nesneler başlığıyla sergilenen ve serinin üçüncüsü olan Arzu Nesneleri’nde Darağaç ile tekrar rastlaşmak yakın geçmişte denk geldiğimi bahsettiğim makaleden belleğimde en fazla yer eden şu cümleyi anımsattı: “‘Yer’leşmenin ve ‘dâhil’ olmanın kendilerine yeni anlamlar aradığı bu kocaman yeni dünyanın haritasında, insan eliyle çizilmiş sınırların içinde, diğerleri gibi yalnızca bir nokta, Darağaç.”
Cem Sonel
Meraklı Nesneler sergi serisine Bûşra Tunç’un eserlerinden oluşan Düşünce Nesneleri ile başlamıştınız. İkinci bölümde Eda Soylu ile birlikte Bellek Nesneleri sergisini yaptınız. Ve şimdi serginin son bölümü olan Arzu Nesneleri’ni izleyiciyle buluşturdunuz. Serginin küratörü olarak öncelikle sizden biraz süreçten ve içerikten bahsetmenizi rica edeceğim.
Ekmel Ertan: Meraklı Nesneler serisinin ikinci sergisi olan Bellek Nesneleri için yazdığım yazıda ilk iki sergiyi şöyle özetliyordum:
“Serginin kurgulanma sürecine geri dönersek üç serginin birlikte kurgulandığını, aralarında tematik olarak gevşek bir bağ olduğunu ama ‘meraklı nesneler’ çerçevesinin onları bir arada tuttuğunu söyleyebilirim. Bu referans verdiği Wunderkammer’lar gibi çok farklı şeyleri bir araya getirebilecek bir çerçeve. Meraklı Nesneler’in ilk sergisi Düşünce Nesneleri. Bûşra Tunç’un mekana özgü tasarımı, cam şişelere hapsedilmiş ışıktan oluşan dört yerleştirme idi. Çeşitli referansları vardı ama bir yandan da soyut bir işti; Bûşra’nın yorumuyla “boşluğu sergiliyor”du.
Serinin ikinci sergisi Eda Soylu’nun Bellek Nesneleri doğrudan referanslarla kişisel tarihlerimizin toplumsal olanla kesişti aralıkta titreşiyor. Binanın merdiven sahanlığındaki dört nişte dört farklı biçimde karşımıza çıkan bellek nesneleri yaşayanları veya şahit olanları işaret ettiği ana götürüyor. Bir kapsül ayaklarımızın ötesine düşüyor, koşmaya başlıyoruz. Çoğumuz şanslıydık ama bizim kadar şanslı olmayanlar da vardı. Şanslı olmayanlardan olmadığımız için şanslıydık ama devlet şiddetine fiziksel olarak ve bir kez daha maruz kaldığı için belki hiç kimse şanslı değildi; hepimiz yaralandık. Sanatçı tam da bu yaraları, yaraları açan nesne ile sarmaya çalışıyor.“
Orada da söylediğim gibi Wunderkammer’lar sanat nesnesinden fosillere, bitkilerden tarihi buluntulara, etnografik objelere, garip yaratıklara bir çok nesneyi bir arada bulundurabiliyordu. Esasen ortak noktası gariplikleri, alışılmış ve bilindik olmamalarıydı. Meraklı Nesneler sergisi ise üç alt başlığıyla düşünceye, belleğe ve arzuya işaret eden sanat nesnelerini ya da sanat aracılığıyla dönüşmüş nesneleri sergiliyordu. Wunderkammer’larda nesnenin kendisi merkezde dururken, Meraklı Nesneler’de nesne saltlığını kaybediyor, kendi aracılığıyla kurulan kavrama işaret ediyor. Bir anlamda Meraklı Nesneler sergisinde nesne yok aslında nesneler aracılığıyla kurulan kavramsal dünyalar var. Düşünce Nesneleri'nde nesne ile kavram arasındaki bu ilişki daha açık uçlu ve serbestken -soyut da diyebiliriz-, Bellek Nesneleri'nde nesnenin kendisinin toplumsal tarihimize doğrudan referansı ile bireysel hafızalarımız üzerinden somut bir ilişki kuruyordu. Her halükarda nesne nesneliğini ve nesnelliğini kaybediyor sanatın kavramsal evreninde her izleyici için ayrı bir gizemi kurcalıyordu. Arzu Nesneleri’nde bu durum bu kez dört sanatçının işiyle çeşitlenerek ve zenginleşerek sürüyor. Her sanatçının özgün yaklaşımı ve pratiği ile nesneler nesneliklerini farklı süreç ve uygulamalarla geride bırakıp görünmez, bilinmez oluyorken hiç birisine tekil olarak içkin olmayan merakları ortaya çıkarıyorlar.
Meraklı Nesneler serisinin ilk iki sergisi kişisel sergilerdi, üçüncü sergisi Arzu Nesneleri ise grup sergisi ama bir ortaklık sanatçıları bir araya getiriyor. Adını aldığı Darağaç bölgesinde (şimdi Umurbey mahallesi) şehrin değişen, dönüşen dokusu içerisinde bir mahallede, mahalleli ile birlikte yaşayan ve çalışan Darağaç Kolektifinden dört sanatçının yaşam ve çalışma pratikleri ile biçimleniyor. Bu sergide her niş -her iş- ayrı bir sanatçının perspektiften serinin alt başlığı olan arzu meselesine bakıyor.
Doğal olarak konunun ele alınışı da değişmiş oldu. İlk iki sergide dört nişte yer alan işler birbiri ile bağlantılı iken bu sergide bu bağ bir ölçüde gevşiyor ve her katta yeni bir yaklaşım ve iş izleyiciyi karşılıyor. Bu durum hem serginin alt başlığı olan Arzu Nesneleri’ni ele alışta dolayısı ile kavramsal yaklaşımda hem de sanatçıların kullandığı farklı malzeme ve tekniklerle uygulamada çeşitlilik getiriyor. Sergiye hazırlanırken Darağaç Kolektifi ile bir sergi kavramını ve alt başlığını konuştuğumuz dizi toplantı yaptık. Sanatçılar konuyu ele alırken farklı tercihlerle benim önerimi açarak genişlettiler ve Arzu Nesneleri bir anlamda benim düşündüğüm nesne’liğinden çıkıp arzunun kendisini sorgulayan bir boyuta dönüştü. Kolektif olarak bu toplantılar sürecinde sanatçıların geliştirdiği içerik olarak dört nişe dağılan işler ortaya çıktı.
Önceki iki -kişisel- sergide izleyici katlar arasında -aşağı veya yukarı- ilerledikçe aynı izleği sürdürüyorken bu sergide her katta farklı izleklerle karşılaşıyor, yeni bir algı ve anlam alanı açılıyor. Bu çeşitlilik bir anlamda ilk iki sergideki izleme kolaylığını ortadan kaldırıyor; izleyiciyi yeniden anlamaya ve anlamlandırmaya davet eden nesnelliğini kaybetmiş bir nesneler bütünü ile karşı karşıya bırakıyor.
İlk nişte Tuğçe Akay, Darağaç sakinlerinden topladığı nesnelerle onların bir yandan geçmiş -belki gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş- arzularına işaret ederken, bir yandan da kendi temsiliyetlerine dair arzularını bir araya getirerek mümkün Darağaç portrelerinden birisini oluşturuyor. Bir üst katta Cenkhan Aksoy Darağaç’la harmanlanmış kendi geçmiş arzularını anıtlaştırıyor. Cem Sonel üçüncü kat nişinde görsel yanılsamalar yaratarak arzunun değişkenliği içerisinde arzu nesnesini anlamını, mümkünlüğünü sorguluyor. Son nişte Ali Kanal yaşam arzusunun ölüm arzusu olmadan mümkün olmadığını söylerken, arzunun arzulanmayan-lar-la ilişkisine işaret ediyor.
İkinci soruyu son dönemde dahil olduğu nitelikli sanatsal çalışmalar ve farklı projelerle adını iyice duyuran Darağaç’a ayırmak istiyorum. Bu ekibin oluşum ve sergi serisine dahil olma sürecinden bahsedebilir misiniz?
Darağaç: Darağaç, bir arada yaşadığımız ve üretimlerimize devam ettiğimiz İzmir’deki Umurbey Mahallesi’nin eski adı. Aynı mahallede yaşayan sanatçılar olarak birliktelikten doğan üretimlerimizin Darağaç adıyla anılması gibi mahalledeki esnaf ile diyalog halinde yaptığımız çalışmalar da seneler içinde gelişen diyaloglardan ve bir arada yaşama deneyiminden geliyor.
Benzer diyaloglardan biri de Ekmel Ertan ile 2020’nin yazında gelişti. Mahalleye yaptığı ziyaret esnasında kendisine hem mahalleli ile diyalog halinde 6 senedir yaptığımız sergi ve etkinlikleri anlattık hem de bireysel sanatçılar olarak sanat üretimlerimizden bahsettik. Bir zaman sonra Ekmel bizleri bu sergiye davet etti. Pandemi nedeniyle çevrim içi toplantılar ile sergi sürecini yürüttük; zaman içinde biz onun küratör kimliğini daha yakından tanırken o da bireysel olarak bizlerin sanat üretimlerine daha yakından baktı. Bu diyaloglar sonucunda, mahalleden aldığımız referanslar ile sergi alanına özel işler kurguladık.
Cenkhan Aksoy
Son olarak Arzu Nesneleri serisine dahil edilen çalışmaları anlatabilir misiniz? Çünkü her biri kendi içinde serginin ana temaları olan düşünce, bellek ve arzu nesnelerinin karmaşık dinamiklerine incelikli göndermeler yapıyor.
Cenkhan Aksoy: Çalışmama hem bireysel arzularımı hem de toplumsal arzuları kurgusal ve arkeolojik bir açıdan ele alma fikriyle başladım. Eski bir yaşamdan kalan ve(ya) gelecek bir yaşamdan gelen bir yadigâr nesne (Relic) tasarladım. Bunun içerisine de yeni tamamladığım eskiz defterimi yerleştirdim. Defteri saydam ve parlak görünümüyle bilinen şeffaf epoksi ile kaplayarak geçmişten günümüze ulaşan bir “fosil” gibi görünmesini ve(ya) gelecekten gelen bir simgeler/mesajlar bütünü olarak düşünülmesini arzuladım. Aslında bir sanatçının geçmiş, gelecek ve de anda sürekli olarak var ettiği bireysel kargıları ile arzulamak, arzulanmak ve arzulattırmak gibi sorulara bir cevap aradım. Son rötuşları mahalledeki Mustafa Usta ile birlikte yaptığım çalışmamın alana yerleştirilmesini, halihazırda alanda bulunan nesneler ile benim de içine dahil olduğum bir birliktelik olarak kurguladım.
Ali Kanal
Ali Kanal: Neyi arzuluyorum sorusu üzerine düşünürken aslında salt var olan her şey gibi, sadece daimi olarak yaşamayı ve hatta ölmemeyi arzuladığımı fark ettim. Yaşamak ve ölmek iki karşıt kavram gibi dursa da ikisi de birbirini tamamlayan ve birbirinden ayrı var olması imkânsız bir bütünün parçaları. Ben de yaşam arzusunu, ifade edecek en iyi yol olarak düşündüğüm ölüm üzerinden ele alarak anlatmaya karar verdim. Ve kendi yaşam arzumu temsil etmesi için bana ait bir mezar taşı yaptırdım. Bir bütün olarak yaşamı arzulamanın, sadece ölümü kabulleniş ile var olabileceğinin ifadesi olarak, bu mezar taşını sergi alanına yerleştirdim.
Tuğçe Akay
Tuğçe Akay: İzmir’den İstanbul’a taşınan nesneler, gerçek dokunuşlarla yaşayan bir mahalleyi işaret ediyor kafamda. Mahalle, birlikte yaşayabilen insanlar için bir alan oluşturuyor ve birlikte olmak aslında arzulanan bir eylem olarak karşımıza çıkıyor. Ve mesele mahalleyi anlatmak olduğunda, mahalleyi mahalle yapan içinde yaşayan insanlar oluyor. Mahallede yaşayan insanların güncelerini anlatmak ise aslında mahallenin bir güncesini anlatmak gibi geliyor bana.
Cem Sonel
Cem Sonel: Arzularımızın aslında bizim o anki zaman ve konumumuza göre sürekli değişkenlik göstermesi üzerine, mekâna özgü bir yerleştirme ile bu sergiye katıldım. Mekânın fiziksel şartları, yani sergileme alanı olarak kullanılan silindirik nişler, çalışmayı hayata geçirebilmemde önemli rol oynadı. Silindirik yapının içerisine açılı olarak yerleştirdiğim dikey aynalar ve yüzü aynalara dönük LED panel üzerinde betimlediğim arzu soyutlaması, izleyenin konumu ile birlikte farklı yansımalarda bulunuyor ve değişiyor. Ancak ne arzu betiminin tamamını görebiliyoruz ne de arzuyu oluşturan kodlara erişebiliyoruz. Özünde 1 ve 0’lardan oluşan kaynak kodun, bir arabirim yardımı ile bir anlama dönüşmesini ve bu ham anlamın yüzeyden yansıyan kırılımlarıyla bizde yeni bir anlam halini alıyor olmasını - yani aslında yanılsama yaratıyor olmasını - izleyiciye kısa bir etkileşim deneyimi ile vermek istedim.
Comments