Fatma Tülin'in geçtiğimiz günlerde MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde gerçekleşen sergisi Evrenin Teni, evrene makro ve mikro boyutlarda yakınlaştıran ya da uzaklaştıran mercekler ve onu parçalara ayıran ya da parçalarını birleştiren çerçevelerle oluşturulmuş bir evren yansıması olarak okunabilir. Mekân ve işlerin konumunun yarattığı geometri vasıtasıyla izleyiciyi sarıp ondan resmin evrenine karşı bakış açıları geliştirmesini isteyen Evrenin Teni'ni Selman Akıl değerlendirdi
1050 kelime
Fatma Tülin, Evrenin Teni sergi görüntüsü
İnsanın yıldız tozlarının bir düşü olması gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldığımız anlarda, ister istemez, evrenin de sayısız sayfalar, bölümler, paragraflar, cümleler ve harfleriyle avuç içlerimizde ışıldayıp büyüyen bir kitap olması gerektiği arzusuna kapılırız; gizemli, üstü kapalı ama tutkulu bir hırsla... Yine de biz sadece ve sadece yavaşlamış ışığın formları kadar evrende yer edindiğimiz için, daha fazlası bizim için fizikçilerin koyduğu isimle “karanlık madde” ya da “karanlık enerji” ve gizem... Üstelik içinde yer aldığımız ışıktan evrilmiş evren bölümünde de çözülmeyi bekleyen sayısız gizemin içindeyiz. Fatma Tülin, Evrenin Teni sergisinde evrenle olan kişisel ilişkisinin gizemli yolculuğunu izleyiciye sunuyor.
Fatma Tülin, uçsuz bucaksız evreni fragmantal imgeler halinde, aralarına boyut ve yoğunluk ölçütleriyle mesafeler bırakarak bir yolun kenarlarına yerleştiriyor ve sanki şunu diyor: Evren canlıdır, hatta, evren düşünüyor. Evrenin içinde yer alan nesneler de düşünüyor. Bir soğan ya da bir elma, bir ceviz, bir şeftali çekirdeği ya da zencefil yaprağı... Fatma Tülin’in erken dönem resimlerinde bu nesneler biraz da sanki insan gözüyle kendilerine bakarak felsefenin ilk sorularından birini sorarak düşünür gibiler: Bu nedir? Bu nesneler, kocaman evrenin içinde tek bir sebze ya da meyve olarak boşluğun içinde yer alır ve her şeyden soyutlanıp bu soruyu sorarlar. Bu yaklaşım ve soru, Fatma Tülin için iki sebepten ötürü önemli görünüyor. Birincisi, Fatma Tülin’in, evrenle kurduğu ilişki, ikincisi de resmin evreniyle kurduğu ilişki. Biri Fatma Tülin’in başta gözü olmak üzere, gözü ve beyni arasındaki nöronlar, öznel hafızası, evrenin dinamikleri ve bu dinamiklerin bazı insanlarda yaratığı görsel şoklarla ilgiliyken, diğeri, elleri, bilekleri, resmin iki boyutlu evreninin kapasitesi, kuvvetleri, derinlikleri ve şeyleri ifade edebilme kudretiyle ilgili.
Fatma Tülin’in resimlerinden yola çıkarak, onu şahsi olarak hiç tanımadan bile, şunu söylemek mümkün: Kendisi evrenle baş başa iken, sık sık, düşünce aracılığıyla (bilinç ya da bilinçaltı) evrende derin ve dingin yolculuklara çıkıyor. Evren ise, hiç olmadık anlarda onun karşısına bir tür görsel şok ya da parıldama gibi imgeler olarak dikiliyor. Geriye kalan, bu imgeleri süzgeçten geçirerek el ve bilekler aracılığıyla resme yansıtmak oluyor. Örneğin bir şeftali çekirdeği, görsel bir şok, bir parıldama gibi evrenin kendini indirgediği bir imge oluveriyor. Bu başı sonu olmayan form akışları, toprak ve suyla birleşirse bir ağaca dönüşüverecek enerji ve kodlar, Fatma Tülin için evrenin görsel metaforu oluyor.
Tülin daha sonraki dönem çalışmalarında “Nedir?” sorusunu geride bırakıp artık bu nesnelerin içlerinde taşıdıkları enerjileriyle ilgileniyor. Artık sadece organik nesneler değil, insan bedeni ve teninden parçalar da işin içine giriyor. Beden, önce derinin ön planda olduğu ayrıntılar, sonra da -tıpkı nesnelerde olduğu gibi- enerji ve yoğunluk dinamikleriyle Tülin’in resmine dahil oluyor. Deri yavaş yavaş soyunup ya da artık transparan olacak kadar incelerek, boya türleri, renkleri ve beden formları ne olursa olsun, yerini çıplak etin yoğunluğuna bırakıyor. Hem renk hem de form tensel enerji akışlarının güçlü bir ifadesini yaratıyor. Açığa çıkan et, tıpkı Francis Bacon resimlerindeki “et” gibi güçlü bir ifade bulurken aynı zamanda kendi özgün amacını koruyor, yani evrende enerji ve yoğunluk akışları üzerine estetik -neredeyse bilimsel- bir araştırma oluyor.
Fatma Tülin, farkında olarak ya da olmayarak, en başından beri bir hekim misyonu ve pratiğiyle resim yapıyor diyebiliriz. Önce, erken dönem resimlerinde olduğu gibi, canlı nesneleri bir tür anesteziyle dünyadan soyutluyor, onları üzerlerinde her türlü incelemenin yapılabileceği bir şekilde resmin evrenine ait kılıyor. Sonra bu evrende onların içini açıyor ve onların içinde mevcut olan tüm enerji akışlarını tekrar dünyaya yansıtıyor. Bedenleri, önce küçük küçük parçalara ayırıyor, sonra resmin mercekleriyle büyütüyor. Önce ölmüş hücrelerin mekânı olan derileri inceliyor, sonra derilerini de soyup canlı ve yaşıyor olmanın tek anlamı olan enerji akışlarını ve yoğunluklarını gösteriyor. Fatma Tülin, bir sabah uyandığında ya da rüyalarından birinde, evrenle bir akit mi imzaladı? Bu akdin içinde ne yazıyordu? Taraflar birbirlerine ne söz verdiler? Bu soruların cevaplarını bilmemiz mümkün değil fakat ortada evrenle yapılmış olan bir akdin var olduğu kesin. Tülin röportajlarının birinde “Ben bir şeftali çekirdeğine dönüşmek istiyorum,” demiş. Belki de imzalanmış akit budur: Fatma Tülin doğanın sonsuz değişim döngüsünde zamanı geldiğinde bir şeftali çekirdeğine dönüşecek ve evren ona kendisine farklı katman ve boyutlardan bakabilme yetkinliğini verecek. Çünkü Fatma Tülin’in resimlerinde, nesneler ve beden için bir tür perde kaldırma, mikro-evrene ve onun dinamiklerine ışık tutma söz konusuyken, manzara resimlerinde (örneğin içinde yaşadığımız dünyada) evrene dair farklı boyutların formlarını yansıtma söz konusu. Tüm bunların içinde, resimlerde sürekli değişim içinde olan bir evren var. Fatma Tülin, belki de bu nedenle resimlerine isim vermekten hoşlanmıyor çünkü isimlerin, belirlemelerin ve tanımlamaların evreni faniliğin evreni. Sürekli değişim ve dönüşüm içinde olan doğada ise ölüm aslında soyut bir sınır, bir eşiğin geride kalıp yeni bir dönüşümün başlaması.
Tülin resimlerine isim vermiyor ama özellikle son dönem resimlerinin bazılarının içine sözcüklerle notlar alıyor. Bu kişisel bir not, Nietzsche’den bir alıntı ya da Fransızca bir rap şarkısı olabilir. Bu notlar evrenin içinde sanatçıdan başka kimsenin tanımlayamayacağı küçük ayrıntılar olarak yer alıyor, Böylece ölüm sürekli değişimin içinde yankılanan bir titreşim, sadece bir ayrıntı olarak evrende yerini alır. Evrenin Teni, sergi mekânında, resimlere bakılacak duruşların, gözün pozisyonlarının, bakış açılarının geometrisinin önemli olduğu bir sergi. Evrene makro ve mikro boyutlarda yakınlaştıran ya da uzaklaştıran mercekler ve onu parçalara ayıran ya da parçalarını birleştiren çerçevelerle oluşturulmuş bir evren yansıması gibi de algılanabilecek olan sergi, mekân ve işlerin konumunun yarattığı geometri vasıtasıyla izleyiciyi sarıp ondan resmin evrenine karşı pozisyon almalar ve bakış açıları geliştirmesini istiyor. Yıllar içinde izleri kaybolmuş, sergiye dâhil olamayan işler olsa bile bu sergi Fatma Tülin’in resim serüvenini yansıtmayı başarıyor. Evrenin sınırsız ayrıntıları ve kavranamaz bütünlüğü, akışların derinliği ve hızları -söz konusu hangi medyum olursa olsun- ifade edilmesi zor bir konu. Evrenle yüzleşmek ve onunla hiçbir aracı olmaksızın iletişimde olmak, buna rağmen onun ışığında kör olmamak, ışığın farklı hızlarda ilerleyen boyutlarına erişebilmek ve bunu sanatla yansıtmayı başarabilmek bir sanatçının yapabileceği en büyük işlerden biri. Fatma Tülin, bu bakımdan üstlendiği bu zor işi yerine getirmiş gibi görünüyor.
Evren bizim için hâlâ sonsuz bir bilinmezlik. Işık hızının adına kuantum dediğimiz bir türevi, yüzde beşlik bir alanında bütün var oluşumuzu ve evreni kavrayışımızı ifade ediyor. Bu bile bizim için o kadar büyük ve derin bir alan ki bu, resmin iki boyutlu evreninde sanatla onun yankılarını görmek ve buna dâhil olmak oldukça cezbedici.
Comments