Sarkis, restorasyonu henüz tamamlanan Cluny Manastırı’nın içinde bulunan Jean-de-Bourbon Şapeli’nin vitray camlarını gökkuşağı renklerindeki parmak izleriyle imzaladı. Manastırın atmosferinde, renkli yağmur damlalarını anımsatan bu sıcak dokunuşu, mekânın yeni nefesini ve şiiri düşünüyoruz
Yazı: Misal Adnan Yıldız
Sarkis'in atölyesi, Paris, Fransa, Fotoğraf: Misal Adnan Yıldız
Güney Fransa’da, 11. yüzyıldan beri mucizevi bir dirençle hâlâ ayakta kalan ve Cluny Manastırı’nın içinde bulunan Jean-de-Bourbon Şapeli bütün mimari referanslarıyla benzersiz bir Gotik miras.
Bu küçük şapelde bulunmanın verdiği his beni şaşırtıyor; herhangi bir ilahi güç, dini anlatı ya da dinsel atmosferden çok, insani bir boyutta kalakalıyorum, insana dair hayal gücünün sınırlarını düşünüyorum ve insan olmanın getirdiği bu ontolojik enerji beni sarıveriyor.
Sarkis’in neredeyse 150 bin kez yedi farklı (gökkuşağı) renkte parmağını işaretlediği vitray pencerelerden içeri sızan ışık, mekânı öyle bir etkileyici bir şekilde dönüştürüyor ki, ister istemez, zamana, mekâna ve bu ikisi arasındaki ilişkiye odaklanıyorum. Bir sergi ya da sanat eserinden çok, yaşayan, tarihin bir parçası olan ve onu tekrar tanımlayan, çok kişisel ve bir o kadar da hepimize ait, evrensel, düşsel bir yerdeyim.
Sarkis, yağmur gökkuşağının renkleriyle şapelde yankılanıyor Jean-de-Bourbon Şapeli, Cluny Manastırı, Fotoğraf: Guillaume Pommier
Kısa da olsa konuşma fırsatı bulduğum; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a sanat ve kültür politikaları konusunda danışmanlık yaptığını bildiğim, tatlı ve kibar kültür insanı ve kamu idarecisi Philippe Bélaval’in teşvikleriyle, ulusal miraslarının yenilenmesi çerçevesinde gerçekleşen proje kapsamında Sarkis’in şapele yerleştirilen vitray cam işleri ve altar (sunak olarak da çevrilebilecek) yerleştirmelerini ziyarete açılıyor.
Sarkis bu yıl şubat ayında geldiği manastırın kaderine terk edilmiş, yalnız bırakılmış, harap halini görünce, mekânın nasıl yeniden nefes alabileceğini düşünüyor ve kendine, her gün uyandıktan sonra öğlene kadar tekrarlayacağı bir ritüel tasarlıyor. Gökkuşağı renklerinde izini bastığı parmaklarına belki etrafında sevdiklerinin çocukları ve torunlarının parmak izleri de karışıyor. Bütün bu kurguyu, yağmur gökkuşağının renkleriyle şapelde yankılanıyor diye isimlendirmiş. Restorasyon kapsamında ziyarete açılan bu kalıcı eserler için gerçekleştirilen resepsiyonda Sarkis konuşurken, onu pür dikkat dinleyen yerel halk, profesyonel ekip, mimarlar, basın ve benim ziyaretçilerden oluşan kalabalığın dikkatini zamana, insan ömrüne, sanat eserinin tinselliğine çekerek, kişisel, samimi ve tatlı bir çerçevede süreci paylaşıyor. Daha sonra tekrar konuştuğumuzda “mucizenin insana ait, insanın eseri ve insana dair olduğunu” söylüyor; ve mekânların nasıl nefes aldığını, bizi yeniden tariflediğini ve tarihin bugünle ilişkisini konuşuyoruz.
Aklıma Paris’teki atölyesinde gördüğüm melek figürü geliyor. Sarkis’in eserleri, Joseph Beuys ve Marcel Brroodthears gibi çağdaşlarıyla diyalog halinde şekillenmiş bir ortak yaşam felsefesinin ve çalışma disiplininin bütün metodik sorularını hala büyük bir güç, direnç ve tazelikle karşılıyor. Sanat eserlerinin event, prodüksiyon, kariyer, politik kimlik inşası ve kültür soylulaştırma projelerinden birine dönüşmek zorunda kaldığı bir zamanda, hala tek derdinin (sergilendikten sonra da) “yaşayan” eserler üretmek olduğu büyük usta sayesinde, onunla her konuşmamdan sonra içim hep umutla doluyor.
Sarkis, Cluny Manastırı'ndaki Jean de Bourbon şapelinin sunağının üzerinde bulunan vitray pencerenin detayı. © Mollygraphy/CMN/Sarkis/ADAGP, Paris 2023
Sanatın, insan olmanın naif ve çaresiz güzelliğini ve en önemlisi hayatın içindeki şiiri yeniden düşünüyorum. Kuşkusuz O’nun merakı, sanatı ve karakteri hepimize iyi gelen seküler bir şifacının simyası gibi, özel, kendinden kaynaklı ve cömert.
Detaylarını, referanslarını ve başka teorik ve olası okumalarını bilmeseniz de, fizikselliğiyle sizi içine çeken sihirler. İnsan eliyle ve kalbiyle üretilmiş.
Hiçbir politik duruşa, kimlik çalışmasına, kurumsal çerçeveye ya da tarihsel okumaya sığmayacak akışkanlıkta.
Comentarios