Ilgın Seymen'in beşinci kişisel sergisi İşsiz Nesneler • Canlılığın İzleri 13 Mayıs’ta Galeri Bosfor'un Karaköy'deki mekânında izleyiciyle buluştu. 18 Haziran’a kadar görülebilecek sergide nesneler alışılmış konfor alanlarından farklı formlara yolculuk yapıyor
Yazı: Ceylan Önalp
Ilgın Seymen, Odyssey of Growth (detay), 2019
İşsiz Nesneler • Canlılığın İzleri, Ilgın Seymen’in beşinci kişisel sergisi. Sanatçı, bu sergisinde alışılmış malzemelerden alışılmamış ve beklenmedik dokular, formlar ve renkler yaratarak izleyicinin hem mekânsal hem de nesnelerin işlevlerine dair ufkunu genişletiyor. Bir bakıma, izleyiciye nesnelerin bilinmeyen hallerini gösteriyor. Tam da bu noktada, Seymen’in de sergi sürecinde etkilendiği romantik dönem yazar, şair ve düşünürleri es geçmek hem sanatçıya hem de serginin kurgusuna haksızlık olur.
İşsiz Nesneler • Canlılığın İzleri sergisinden yerleştirme fotoğrafları
Romantik dönem, edebiyat tarihinde kabaca 1798-1832 yılları arasında yer alır. Bu dönem, sıradanlığın içinde sıra dışını, acı ile hazzın birleşimini, doğanın sonsuzluğunu ve yüceliğini, tabiatın saygınlığını arar. Klasik dönemin didaktik tavrını yıkmak üzere yola çıkan romantik akımda deneyim bireyseldir. Özellikle edebiyatta bu akıma ait eserlerin en tipik özelliği kahramanın araftan yola çıkıp, çoğunlukla büyülü ruhsal deneyimlerinden sonra adeta yeniden doğmasıdır. Ve bu yeniden doğuş süreci hüzünlü ama bilge bir tavırla tamamlanır. Yani romantik dönemin ana fikirlerinden en göze çarpanları mükemmellik algısına odaklanmak yerine kusurlu olanın ihtişamına dair izleri sürmek ve bilinci farklı bir boyuta taşımaktır. Seymen’in farklı malzemeleri bir araya getirdiği heykel ve yerleştirmelerden oluşan sergisi de tam olarak kusurlu olanın ihtişamını irdeliyor. Ve bunu yaparken hayal gücünün sınırlarını zorlayıp, işlevini yitiren nesneleri tekrar hayata geçiriyor. Aslında bir nesnenin yeniden doğuşunu o nesnenin bireysel alanı üzerinden sorguluyor da denebilir. Peki, bu gerçekten mümkün mü?
Ilgın Seymen, Forgotten Notes on Existence, 2020
Bu sorunun cevabını morfoloji kelimesinin birkaç farklı anlamı üzerinden inceleyebiliriz. Morfoloji, dilbilimindeki tabiriyle biçimbilim sözcüklerin içyapısını inceleyen daldır. Bu dalın temel inceleme nesnesi, dilin anlam taşıyan en küçük birimlerin görevlerini, nasıl oluştuklarını ve diğer sözcüklerle ilişkilerini incelemektir. Yani, sözcüklerin işlerini ve kullanım alanlarını belirlemektir. Dil sosyolojik ve coğrafik olarak evirilen bir olgudur. Bazı dil aileleri evrimsel süreçte kullanım süreleri dolduğu için sonsuzluğa doğru yolculuğa çıkar. Ama işlevini bitiren her dil, sonsuzluğa yol almadan önce yeni bir dilin alt yapısına tohum eker. Tıpkı, Seymen’in sergisinin girişinde bulunan tek kanallı video yerleştirmesinde olduğu gibi. Bu videoda, sanatçı yaşam alanının yakınındaki inşaat artığı molozları yeşile boyayarak “yeşil bir alan” yaratmayı ve artık işlevini yitiren molozlara yeni bir anlam kazandırmayı hedeflerken, bir süre sonra boyanan molozların arasından kendiliğinden bir bitkinin filizleneceğini muhtemelen düşünmemişti. Aynı miadını dolduran bir dilin giderken arkasına bıraktığı bir (ya da birkaç) sözcüğün yüzyıllar içinde farklı dillerde evrimleşerek kullanılmaya devam edeceğini düşünmediği gibi.
Ilgın Seymen, Unemployed Objects, 2022
Bitkinin filizlenmesinden bahsetmişken, morfoloji kelimesinin köklerini oluşturan morf ve loji, Yunan dilindeki şekil, biçim ve form anlamını taşıyan morphe ve logos yani “log” kökünden türeyen kelime, mantık ve konuşma anlamındaki köklerden türemiştir. Bu kökler de botanik bilimindeki şekil bilimini ortaya atan Goethe’ye kadar uzanır. Yani biyolojik açıdan yaklaşıldığında morfoloji, Seymen’in sergisinde yer alan asfalt, moloz, beton, çakıl gibi buluntu nesnelerin renklerini günlük hayatımızın en olağan kozmetik ürünlerinden oje ile değiştirmesi de kendini emekliye ayırmış nesnelere tekrardan bir yaşam alanı sunması olarak yorumlanabilir. Burada bir önemli detay daha var; nesnelerin işlevselliğinin bitmesi onların hayatımızdan yok olup gideceği anlamını taşımıyor. Günümüzde dünya gündemini meşgul eden sürdürülebilirlik konusu burada devreye giriyor. Seymen sergisinde, plastik malzemenin geri ve ileri dönüşümünü de malzemenin yeniden kullanım alanlarını kurgularken sorguluyor. Plastik atıklar, toplumun çoğunluğunun zannettiği gibi geri dönüşüme gönderildiklerinde gerçekten dönüşmeden çok uzun yıllar kendilerine sıra gelmesini bekliyor. Adeta işsiz nesneler halini alıp, bir zamanlar var oldukları alanların izlerini taşıyorlar. Dolayısıyla, doğanın kendi içindeki sonsuz dönüşüm süreci aslında insanlığın dışarıdan müdahalesiyle sekteye uğruyor. Nesneler kendi fonksiyonlarını tamamlayamadan atık olarak etiketlenip, sistemden çıkartılırken bu döngü kocaman bir girdap halini alıyor. Okyanuslarda oluşan devasa mavi girdaplar gibi içine kullanılan kullanılmayan bütün ürünleri bitirerek büyüyen bir girdap.
Ilgın Seymen, Voyage to the Forgotten Sense, 2021
Bu döngüden çıkabilmek Romantik dönem yazarlarından Samuel Taylor Coleridge’in Yaşlı Gemici isimli eserinden bahsedebiliriz. Sergide, sanatçının temperli kâğıt üzerine akrilik boya ve mürekkep kullanarak kendi el yazısıyla tekrar yazdığı Coleridge eserinde doğanın görkemini, insanın doğa karşısındaki küçüklüğünü ve kırılganlığını dile getirir. Orijinal başlığı The Rime of the Ancient Mariner olan eserde rime sözcüğü hem rhyme (kafiye) hem de maddelerin üstünü kaplayan buz kitlesi anlamını taşır. Yani, somut ve soyut algılar romantik akıma uygun olarak temsil edilir. Aynı Seymen’in sergisinde başlangıç ve bitiş noktası belirsiz olan bir yaşam alanı yaratıp, izleyiciyi konforlu hale gelen döngülerin kırılıp yeniden yaratılması için yönlendirmesi gibi. Girdabın çıkışı da belki Coleridge’in şiirinde yaşlı gemicinin yaptığı gibi hep aynı hatayı tekrar etmek yerine, yeni bir çözüm üretmek ve yeniden şekillenmektir.
Ilgın Seymen, Affective Flows, 2020
Bu yeniden şekillenme kavramı, bizi morfolojinin bir diğer anlamı olan biçimsel galaksi düzeni yani sarmal galaksi formlarına, Dünya’nın içerisinde yer aldığı galaksi olması dolayısıyla yakından tanıdığımız Samanyolu şekline ve yer kabuğunun yüzeyinde görülen şekilleri inceleyen, oluşum ve evrimlerini açıklayan jeomorfoloji dalına doğru yönlendiriyor. Sergi, mekâna özel kurgusu sayesinde galeriye girildikten sonra tıpkı çubuklu sarmal bir galaksi hissini veriyor. İşsiz nesnelerin tekrar hayat bulduğu bu galakside, bir duvarda masmavi devasa bir nesne girdabı, diğer duvarda ojeyle renklendirilerek canlandırılan buluntu nesneler, tavanda samanyolu edasıyla süzülen Kozmik Toz isimli kullanılmış çeşitli boylarda plastik şişelere poliüretan köpük sıkarak yaptığı yerleştirme ve ona eşlik eden yapay çiçeklerle doldurulmuş artık çelik kaplama harfler. Kendi jeomorfolojisini oluşturan bu sergi, bütününde dönüşüme ait romantik bir tavra sahip. Sanatçının yarattığı bu plastik dünyada her şey sonsuz akışkanlıkta defalarca kullanılabilir. Buradaki “çevre” mükemmel olma kaygısından uzak – her hangi bir plastik malzeme kadar esnek, dayanıklı ve kolay şekilleniyor. Değişime karşı koymadan dönüşüyor.
Ve buradan sonrası ise, sessizlik […]
Comments