Eren Göktürk’ün ilk kişisel sergisi Pictures, 2 Mayıs- 8 Haziran 2024 tarihleri arasında The OG Gallery’de gerçekleşti. Çöpleri anlatım nesnelerine nasıl dönüştürdüğünü, çalışma sürecindeki estetik ve teknik yaklaşımını sanatçıyla konuştuk
Röportaj: Seda Niğbolu
Eren Göktürk. Sanatçının ve OG Art Gallery'nin izniyle
İnsansız fotoğrafların, tüketimin bıraktığı maddi manevi izleri ve tahribatı yansıtırken alışkın olduğumuz melankolik ya da karanlık bir doğayı üzerinde taşımıyorlar. Aksine, oyuncu, rengarenk ve göze güzel gözüken bir yanları var. Bu ironi senin için ne ifade ediyor?
Benim kompozisyonla ilgili kendi kendime oluşturduğum ve küçüklüğümden beri değişmeyen bir algım ve yaklaşımım var. Objelerden çok hoşlandığım için de natürmort, uğraşmayı çok istediğim bir konuydu. Bu tarz işlere still life diyebiliriz. 1800’lerde Hollandalıların yaptığı still life’lar daha büyük objelerle neden yapılmasın diye düşündüm. Tahribatın ve kendi kuşağımdan bir insan olmanın getirdiği durumlar tabii ki işlerin içerisinde var ama izleyicinin bir yerde anlaması gereken bir şey olduğunu savunmuyorum. İşlere çöpün estetiği olarak değerlendirebileceğimiz bir yerden de bakabiliriz, sokağın estetiği ya da kültürün estetiği olarak da. Örneğin karton, seramik veya plastik bardakların farklı kültürel referansları var. Biçimleriyle, renkleriyle, formlarıyla kompozisyonun parçaları olabiliyorlar. Çöp kutuların üstündeki bardaklar benim gündelik hayatta fotoğrafını çektiğim şeyler. Bunlara bakmayı seviyorum. Onları tekrar kurgulamaktaki amacım güzelleştirmek değil ama bir estetik söz konusu. Renk ve ışık kullanımına önem veriyorum. Bu biraz resim yapmak gibi zaten. Renk paletlerini, neyin nerede duracağını seçiyorum. Benim için melankolikler açıkçası. Melankoliklik, durumun içerisindeki estetikle alakalı.
Eren Göktürk, Ping pong - Ying pong, 2017, Arşivsel pigment baskı, 139x185cm
Çalışmaların sanat tarihsel ve estetik olarak bakıldığında asla pop art olarak değerlendirilemez ama çer çöpü anlatısal olarak değerli kılman ve tüketim dünyasını bu ironiyle sergilemeden dolayı pop art ile uzaktan bir bağ kurdum.
Aslında neyin pop art olduğunu algılayabilecek bir dönemde olmadığımızı düşünüyorum. Her şey birbirine girmiş durumda. Antroposen çağı dediğimiz dönemde artık bir doku bu çöpler. Ağaçlık alanlar gibiler. İnsanın var olduğu, hakimiyet kurduğu dünyada artık onun doğal yapısı halindeler; kimlik göstergelerine dönüşebiliyorlar. Bence günlük gibi bile kullanılabilirler. Bir insanın atıklarını bir araya getirdiğinde nasıl bir hayat yaşadığını öngörebilirsin. Bunların kendi içlerindeki referansları, göndermeleri ve göstergelerin dışında kendi varoluş şekilleri, kendi estetikleri de var. Hayata dair bir şey olduğunu düşündüm çöpün. Yok olmanın değil de var olmanın bir tanımı gibi. Ve var olmak da içinde ölümü barındırıyor. Mesela Mortal isimli işimdeki her şey yok olmak ve çöp olarak tanımlanıyor; orada ölecek olan tek şey çiçekler aslında ama mükemmel formda olanlar da onlar.
Tüketim kültürüne eleştiri getiren bir noktada durmuyorum. Sadece tanıklık ediyorum, onları bir araya getirdiğim zaman neye dönüşeceğini görüyorum ve bu işler, gördüklerimi anlattığım, bana anlamlı ve güzel gelen, ucu bucağı açık görsellere dönüşebiliyorlar. Tüketim kültürü dediğin şeyi artık tanımlaman gerekmiyor, ister istemez onun içindesin, parçasısın. Onun estetik görünümü bende mesafe yaratıyor olabilir. Bu eşyalar ve objeler bazen hayatımızın duygusal parçaları haline de gelebiliyorlar. Anlamlı ve anlamsız, hızlı ve yavaş şekillerde, ya da anılar halinde. Örneğin karton bardağı ikonografik olarak kullanmaya çalışıyorum çünkü bir süreci, bir zaman dilimini temsil ediyor. Pop art konusuna hiç öyle bakmamıştım ama ben de görüyorum o bağı bu söylem üzerinden. Ancak öyle bir yaklaşımım yok.
Eren Göktürk, Two Monkeys in the Kitchen, 2023, Arşivsel pigment baskı, 149x198.5 cm
Bir başka tezat da yoksulluk ve varsıllık arasında. Evsiz birine ait bir kamp alanı gibi görünen bir yerde fine food paketi görüyoruz. Kapitalizmin her sınıfa sızmış olduğu mu anlatmak istediğin?
Bence bu işe çok güzel yaklaşmışsın. Fine food olarak tabir edilen bir şey orada tezatlık yaratıyor. Belki bunun olmaması çok fazla insanın karnını doyurabilirdi. Birine yardım etmeye çalıştığın zaman fine food ile yardım etmek çok saçma. Bir de sınıfsal bir durum var. Neden sen bir sürü farklı şey yerken Afrika’ya un ve şeker yardımı yapıyoruz. “Ekmek yesinler, doysunlar yeter” gibi bir düşünce şekli bu. Bunların hepsi benim için tedirgin edici. O fotoğraftaki ışık da o tedirginliğe doğru gidiyor. Orada kimin için ne ifade ettiğini anlayamayacağımız bir avize de var. Medeniyetler çöktüğü zaman ilk önce avizeler iner. Saddam’ın ya da Sovyetlerin yıkılışını düşündüğün zaman önce heykellerin ya da büyük objelerin indirildiğini hatırlarsın. İhtişamın çöktüğü noktalardır onlar.
İnanılmaz bir adaletsizlik, daha da öte anlamsızlık olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendi varoluşu ve insana yaklaşımı arasında inanılmaz boşluklar oluşmaya başladı. Ve bunların hepsinin içerisinde kapitalist sistemin ya da tüketim toplumunun olması, insanın yeni çağa ayak uydururken giderek kendi varoluşundan uzaklaşması, yapaylaşması tedirgin edici. İnsanın o aptallığı… Melankoli bence orada başlıyor. Anlamlandıramamak, yalnızlık, mesafe, oradaki tutarsızlıklar ve yetememe durumlarının hepsi bir yerde birleşiyor.
İnsanlı fotoğraflarındaysa tüketimin izlerini çöplerle ya da bardaklarla tekrar tekrar görsek de doğanın verdiği bir sükûnet ve sadeliğe özlem seziliyor. İnsan-doğa ilişkisine dair karamsar bulmadım bu işleri. Hâlâ bir ümit var mı sana göre? Kentsel ve ekolojik geleceği nasıl öngörüyorsun? İnsanın yıkıcılık dışında yapıcılığı da mümkün mü?
Neden olmasın, demek istiyor insan. Neden tekrar yapıcı bir gözle bakmasın, neden vazgeçsin ki insan olmaktan? Bu zarif düşünce şeklinden, bu insani durumdan neden vazgeçeyim? Ya da vazgeçtiğimizi düşünüp neden yok olmaya doğru bırakalım ki kendimizi? Ama yaklaştığım yer orası olmuyor. Daha mesafeli bir yerden bakıyorum. Bu işlerin umut taşımalarıyla ilgili ben de daha sonradan böyle hissettiğimi fark ettim. Mesela mezarlık işindeki durum çok tedirgin olduğum bir süreçte karşılaştığım bir şeydi. Ölüme dair kaygı duymaya başlamıştım. Diğer işlerde de varoluşsal durumlarla ilgili bir kaygı var. O mezarlık işine sonradan baktığımda şunu gördüm: Ölüyorsun ve birileri o bahçeyi düzenli şekilde tutmaya çalışıyor. Aslında sıcak bir şey var orada. Biri seninle ilgileniyor. Ama iskelede oturan iki çocuktan bahsedersek, orada inanılmaz bir huzur ve huzursuzluk var. Kız bir şey mi söylüyor, çocuk dinliyor mu ya da beraberler mi? Çocuğun baktığı yer, bakış şekli, iletişim halindeler mi? Geleceğe dair umut mu umutsuzluk mu? Orada kurak bir göl yatağı var. İnsanın varoluşuna ya da duyusal dünyasında dair bir oluşu temsil ediyor ama onun da bir estetiği ve ufku var. Bir şekilde hala bir göl mevcut. Evet bir umut var hala, ya da bir his var, duygu var. Yaklaşımım genelde o duygu durumunu anlatacak kompozisyonu bir araya getirmek. Bir yeri bazen direkt referanslarla bazen hayal gücü ile inşa edip dönüştürüyorum.
Eren Göktürk, Te Scene - Rock Band , 2019, Arşivsel pigment baskı, 149x198.5cm
Fotoğraf karelerin gündelik ve tanıdık anları gösterse de yüksek derecede kurgulanmışlar, bir araya getirdiğin çok fazla obje var. Etiketler, grafitiler ve yemek paketlerinden; ölü doğalar, anlatılar oluşturuyorsun. Onları bulma ve bir araya getirme sürecinden bahsedebilir misin?
Burada yine bir estetik algı söz konusu çünkü saydıkların, benim sahip olduğum kültürün parçaları olarak bir araya geliyorlar. Bir yandan da gözlemler söz konusu. Belki resimsel yaklaşımın en doğrudan karşılığı bu oluyor. Bir masa düşündüğünde, onu ister uzat ister kısalt ister beşgen yap; fotoğrafın nesnellikle ilişkisi söz konusu olduğunda kullanmak istediğinin hangi masa olduğunu bulmak zorundasın. O masa herhangi bir masa olamaz. Bu, bir dönemi ya da sınıfsal durumu temsil edebilir. Senin kullanacağın nesne ne ise önce onu fiziksel olarak bulmak zorundasın. Çizmek gibi onu rengiyle, formuyla oraya koymak, kompozisyonun parçası haline getirmek zorundasın.
Çalışma sürecimde genelde tüm kompozisyonu bitmiş şekilde görüyorum. Yani hiçbir şey rastgele ortaya çıkmıyor. Nerede neyin duracağı, hangi objenin hangi formda olacağını biliyorum. Bu biraz şema yapmak gibi. Nesneleri biriktiriyorum ve bazen anılarla bazen gördüğüm şeylerle bazen tamamlayıcı unsurlarla bir araya geliyorlar. Mesela köprü altındaki işimde duvardaki grafitiler ve kâğıtlar o mekâna gidip yapılıyorlar ve eskimeleri için, yaşanmışlık olması için bazen bekleniyor. Benim için çok tatmin edici, çok eğlenceli onları keşfetmek, bir araya getirmek, anılardan faydalanmaya çalışmak. Ya da atıllık dediğin şeyi stilize etmeye çalışmak ve bazen stilize etmekten uzak kalmaya çalışmak. İkisinin arasında gidip geliyorum. Bazen yönetmek isterken kendimi yönetilirken buluyorum.
Film sahnelerini, ince ince işlenmiş metinsel kompozisyonları ya da resimleri andırıyor işlerin. Ancak işlerin tanımlanırken en çok referans gösterilen sinema oluyor.
Sinematografik denmesinin sebebi ikisinin prodüksiyon sisteminin birbirine çok yakın olması. Aynı zamanda fotoğrafın anlatıcı özellikleri var. Hızlı bir iletişimle sana ortak hafızadan bir şey anlatıyor. Anlatı tek bir karenin içerisinde ve her şeyi bir setçi olarak yapıyorsun. Kadraj çok belli, nerede ne duracağını kontrol etmeye başladığın anda resimsel yaklaşım ortaya çıkıyor. Ölçekler ve detayların ortaya çıkması ve bunları göstermeye çalışmak fotoğrafın klasik yapısını kırmak ve farklı bir şey göstermeye çalışmak amacım. Kompozisyonu kontrol etmek çok keyifli, aynı zamanda sanat tarihinde büyük, heybetli resimlerin ne kadar etkileyici olduğunu görmek, sinema perdesine baktığın zaman ne kadar etkileyici olduğunu görmek benim işlerimde doğrudan bir rol oynuyor. Ve bunun yapılabilir olduğunu teknik olarak aramak, çözümlemek de çok heyecan verici.
Serginin ismi Pictures. İsmin sadeliği ve spontanelik hissi fotoğrafların çoğu zaman girift ve titiz doğasından farklı bu ismi neden seçtin, seni bir yere sabitlememesi, özgür kılması ve aynı zamanda resim sanatına da bir gönderme olması için mi?
Tam olarak öyle. Gerçekten bu işler resimseldir diye bir iddiam yok. Ya da bunlar resim midir fotoğraf mıdır diye bir sorum da yok. Gerçekten tam olarak bir noktada da o tanımsızlık ve mesafe çok istediğim bir şeydi. Aynı zamanda arkada küçük bir ironinin ve yaklaşım biçiminin de katmanlı olmasını istedim. Evde resim yapmak gibi oluyor çalışma şeklim. Hem eğlenceli hem mesafeli hem düşündürücü hem de anlamlı geldi bu başlık altında toplamak. Çok bütünleyici oldu. Bir yandan bilgisayarlarımızda bulunan pictures klasörünü düşündüm. Bunların fotoğraf ve resim arasındaki halini düşündüm. İlk solo sergimde bunları rahat bırakmak istedim. Her fotoğrafın konusu farklı. Konular belli katmanlarda birleşse de yaklaşım daha doğru bir birliktelik sağlıyor.
Comments