Nesnelerin saçılan imkânları
- Didem Ermiş
- 4 gün önce
- 9 dakikada okunur
20 Şubat - 7 Mart 2025 tarihleri arasında 5533’te gerçekleşen İşbirliği Değildir sergisi aracılığıyla nesnelerin tersine dönen işlevleri üzerine düşünüyoruz
Yazı: Didem Ermiş Fotoğraflar: Kıymet Daştan & Başak Kaptan Şiray

İşbirliği Değildir, Sergiden görünüm
Bu yazıda sizi sanat yapıtını sadece sanatçıların içgörülerinin, hislerinin, düşüncelerinin ifade bulması için çeşitli malzemeleri kullanarak ürettikleri bir nesne olmaktan öteye onu sanatçıların kullandığı mecranın malzemelerinin yanında insan olmayan canlı ve cansız varlıkların eyleyiciliklerini ortaya çıkarma kudretine sahip bir nesne olarak düşünmeye davet ediyorum. Bu davet, nesnelere yüklenen işlevlerin tersine dönebilmesi, nesnelerin içeriklerinin değişebilmesi, nesnenin özünde bulunmayan iş birliklerinin sanatçıların nesneye müdahaleleri yoluyla vuku bulabilmesi gibi imkânları içinde barındırıyor.
Nesnelerin hem kendi içlerindeki hem de etrafındaki diğer nesnelerle iş birlikleri, nesnenin imkânlarını çeşitlendirebilir ve mevcut durumlarındaki iş birliğine farklı etkilerde bulunabilir. Bu imkânlar ve etkiler, sanat yapıtının üretimi sürecinde nesnelerin belirli bir bağlama sıkışmadan sürekli değişim ve etkileşim halinde olmasıyla, sabit bir formdan çıkarak farklı zamanlarda ve mekânlarda yeniden anlam kazanmasıyla ortaya çıkar. Fırça ile tuval, baskı makinasıyla gravür kâğıdı, taş ile çekiç arasındaki ilişkiler nesnenin özünün değişmesine neden olabilirken martı ve deniz, kedi ve halı, tencere ve ocak arasındaki ilişkiler de çeşitli duyu organlarını harekete geçirerek farklı üsluplarda sanat yapıtlarının icrasına katkıda bulunabilir. Nesnenin kendi içindeki ve etrafındaki diğer nesnelerle kurduğu ilişkiler nesnelerin yapısına göre çeşitli biçimlerde saçılmasına imkân tanır. Bu metinde “saçılma” kavramını kullanırken sanatçıların birbirlerinin sanat pratiklerine gösterdikleri özenden doğan iş birliklerini ve birlikte ürettikleri sanat yapıtlarını, insan olan ve olmayan nesnelerin birbirlerine bulaşarak, birbirleri etrafında dağılarak, birbirlerini değiştirmelerine yol açacak edimlerde bulunarak sanat yapıtı üretimi sürecindeki eyleyiciliklerinin boyutlarını ve sanat yapıtlarının geniş bir zamana yayılan varoluşlarını kastediyorum. Bu kavramı geliştirirken 20 Şubat - 7 Mart 2025 tarihleri arasında 5533’de gerçekleşen İşbirliği Değildir sergisindeki yapıtlardan ilham alacağım.
Sergi halihazırda birlikte üretim yapan veya bu sergi aracılığıyla birlikte üretim yapmayı kendi üretim pratiklerine dâhil eden sanatçı ikililerinin yapıtlarına yer veriyor. Sergiye Kıymet Daştan-Başak Kaptan, Özlem Günyol-Mustafa Kunt, Romina Meriç-Derin Ekin Kenter, Ahmet Rüstem-Hakan Sorar, Gülçin Aksoy-Nancy Atakan, Didem Erbaş-Merve Ünsal, Gizem Karakaş-Etem Şahin, Elif Öner-Evrim Kavcar ikilileri birlikte ürettikleri yapıtlarla katılıyor. Sergide yer değiştiren nesnelere, gündelik hayatta karşılaştığımız nesnelerin sanatçılar tarafından müdahale edilen hallerine, her gün maruz kaldığımız gürültünün içinde duyulmayacak hale gelen seslerden oluşan bir düzenlemeye, bütün dünyanın sağlığını olumsuz yönde etkileyen bir virüsten korunmak için alınan önlemlerin insanlar arasındaki iletişimi nasıl etkilediğini problemleştiren sanat nesnelerine tanık oluyoruz.

Evrim Kavcar ve Elif Öner, Hassas Sesler, 2022
Evrim Kavcar-Elif Öner ikilisinin Hassas Sesler [Sensitive Sounds] adlı video çalışması dikkatimizi vermediğimiz seslere odaklanıyor. Bu yapıtta gündelik hayatın koşuşturmasında bazen (metro anonslarının, kamyon geçerken yayılan sesin aksine) dinlediğimiz müzikten dolayı duymadığımız seslerin tarifleri yer alıyor. Ses, iki nesnenin birbirleri üzerinde uyguladığı fiziksel kuvvet sonucunda hava moleküllerinin titreşmesiyle ve bu titreşimin dalgalar halinde yayılmasıyla ortaya çıkar. Bu sesin farklı yüzeylere çarpması sesin yankılanmasına veya emilmesine neden olur. İnsan sesi akciğerlerin hava göndermesi, ses tellerinin (yani iki kas bandının) titreşerek temel sesi oluşturması ve ses dalgalarının rezonans bölgelerinden farklı yönlere yayılmasıyla oluşur. İki veya daha fazla duyulur nesnenin birbirlerine uyguladıkları fiziksel kuvvet sonucunda ortaya çıkan farklı sesler o eyleme özgüdür. Birlikte başka yapıtlar da üreten sanatçıların Hassas Sesler yapıtını üretme süreci, farklı ruh hallerinde sesin nasıl yankılandığına yönelik temel araştırma sorularıyla başlıyor. Bu soru etrafında çeşitli bölgeleri ziyaret ederek birbirleriyle konuşmadıkları zamanlarda çevrede duydukları sesleri kaydediyor, çeşitli malzemeler kullanarak ses denemeleri yapıyorlar. Daha sonra seyirciyi de yapıta dâhil ederek onlardan da ses tarifleri istiyorlar. Şöyle tarifler ortaya çıkıyor: “Veterinerdeki metal tezgâhta patinaj çeken köpeğin tırnaklarının sesi”, “Küpe takmaya çalışırken, tıkalı kulak deliğinin bir anda açılmasının sesi”, “Denizde taş sektirme sesi”, “Fırtınada pencere aralığından öten rüzgârın sesi”. Duyulur nesnelerin çıkardığı seslerin yanına yapıt üretiminde sadece sanatçıların değil seyircilerin de yeni ses tarifleri önererek rol oynuyor olması aslında yapıtın çok boyutlu bir saçılım imgesi hâline geldiğini gösteriyor.

Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Kendisi/Kendisi, 2021, Akrilik cam üzerine serigrafi baskı, Her biri 46x76 cm
Özlem Günyol-Mustafa Kunt ikilisinin ürettiği Kendisi/Kendisi [Herself/Himself] (2021) adlı yapıtta sanatçıların beden ölçüleri amorf şekilleri de içerecek şekilde iki şablon cetvelini oluşturuyor. İnsan bedeninin toplumsal iş bölümünde oynadığı rol, bedenin bir hafıza, mücadele, direniş alanı olarak görülmesi, toplumun güzellik anlayışını eleştirmek için bir malzeme olarak kullanılması gibi durumlar ve konular beşeri bilimlerdeki ve fen bilimlerindeki araştırmalar sanat yapıtlarına da sirayet eder. Bu sergi dâhilinde bedeni bir organlar bütünü ve sanat yapıtlarında işlenen bir tema olmanın ötesine taşıyıp sanat yapıtının oluşmasında kendi özerkliğine sahip, bütün gerçekliğiyle tek başına eyleyici konumda olma özelliğini taşımasa da kurucu bir rol oynayan bir nesne olarak görebiliriz. Bu yapıtın üretimi aşamasında sanatçılar birbirlerinin kol, bacak, ayak bileği, baş, avuç içi, boyun, bileklerinin ölçülerini almak için alçılı sargı bezlerini biraz ıslattıktan sonra sağlam bir kalıp olması için üzerlerine 6-7 kere sararak ilerliyorlar. Bu yapıtta uzuvların insan bedeninin bir parçası olmakla beraber her birinin kendine ait bir ölçüsünün olduğunu ve bu ölçülerin amorf şekiller aracılığıyla cetvele dağıldığını görüyoruz. Beden sanatçıları yönlendiriyor, kendisi olarak ve kendinde düşünülüyor, bütüncül bir nesne olmaktan çıkarılıp çeşitli formlara dönüştürülerek dağılabilir ve bir cetvelin şablonlarını oluşturabilir hale geliyor.

Gizem Karakaş & Etem Şahin, Yalancı Sevgilim, Video, 19’27”, 2020
Pandemi dönemiyle beraber sağlıklı olarak kabul edilen yaşam alanlarının neredeyse sadece evlerden ibaret kalması ve sokağa çıkma yasakları, performans sanatı pratiklerinin yeni bir boyutunu ortaya çıkardı: Gizem Karakaş ve Etem Şahin’in Yalancı Sevgilim adlı “interaktif performansları”. Sanatta bedenin ve bedene yüklenen anlamların eleştirel bir sorgulaması performans sanatçıları tarafından da yapılıyor. Klasik anlamda performans, sanatçının bedeni fiziksel ve duygusal deneyimleri iletmenin bir yolu olarak gördüğü, seyircilerin dikkatini sanat nesnesinden sanatçının eylemine kaydıran ve bedenin sanatsal üretimdeki rolünü vurgulayan bir pratiktir. Yalancı Sevgilim hem Oya-Bora’nın aynı adlı şarkısına dayanıyor hem de sanatçıların 22 Şubat 2025 tarihinde sergi kapsamında gerçekleşen konuşmalarındaki birlikte çalışırken partner gibi oldukları ama bir yandan da (sevgililiği kastederek) gerçek anlamda bir partner olmadıklarını söylemelerinden geliyor. Videoda sanatçıların bu performans için “ortak bir Google Dökümanlar” belgesi açıp iki sevgili arasında geçebilecek bir diyalog yazdıklarını fakat her ikisinin de birbirlerinin yazdıklarına müdahale ettiklerini görüyor ve aynı anda Zoom veya Google Meets gibi bir uygulama aracılığıyla yazdıkları üzerine yaptıkları neşeli konuşmaları duyuyoruz. Bu yapıt sergi alanında bilgisayar üzerinden sergileniyor. Bu sergileme tercihi bence yapıtın video olarak değil de interaktif performans olarak deneyimlenmesini beraberinde getiriyor. Performans sanatı saçaklarına ayrılıyor. Sanatçıların eylemlerine odaklanıyoruz evet ama gerçek değil sanal bir mekân ve zamanda.

Solda: Didem Erbaş ve Merve Ünsal Porselen Gökyüzü, 2022 Sağda: Ahmet Rüstem ve Hakan Sorar, Katmanlar, 2021
Ahmet Rüstem ve Hakan Sorar ikilisinin Katmanlar adlı yapıtı, mevcut olana çizgisel olmayan bir bakışın önünü açıyor. Yapıtın bir kısmı, Aşıklı Höyük’ün dokularından elde edilen bir yüzeye tekstil baskıyla Aşıklı Höyük’ün kazılan ve kazılmayan alanlarının kuş bakışı görünümünden oluşuyor. Aynı zamanda yapıt Artivive adlı artırılmış gerçeklik uygulamasından yararlanarak Aşıklı Höyük’e dair farklı yorumları beraberinde getiriyor. Sanat yapıtlarında mevcut olana dair farklı görme biçimlerinin, deney(im)lerin ve hislerin serimlenebilmesi için sanatçılar daha önce keşfedilmeyen teknikler ve malzemeler kullanabilir veya var olanlarla yeni bir estetik deneyim inşa etmek için çeşitli düzenlemeler yapabilir. Her iki yöntem de insan olan ile olmayan, doğal ile yapay, mevcut ile nâmevcud, geleneksel ile yeni, ilkel ile gelişmiş gibi ikili karşıtlıkların birbirleri içinde erimesi, dağılması ve gri bir alan içinde bir araya gelmesini içerir. Burada kastettiğim çizgisel olmayan, sapmaları, kıvrımları bünyesinde barındıran sanat yapıtlarıdır. Katmanlar adlı yapıtta sur duvarları, hendekler, su kuyuları ve heykeller gibi pek çok mimari kalıntının, günlük kullanım eşyalarının ve sanat yapıtlarının dijital ortamda çizilmiş halinin kumaşa basıldığını görüyorum. Kazı sırasında ortaya çıkan her katmanın farklı bir geçmişe karşılık geldiği ve bu kazıların oradaki gündelik pratikleri, ticareti, ilişkileri anlamada önemli bir role sahip olduğu düşünüldüğünde bazı yerlerin henüz kazılmaması, Aşıklı Höyük hakkında hâlâ bilinmeyen boyutların olduğunu gösteriyor. Ahmet Rüstem’in ve Hakan Sorar’ın pratiği burada devreye giriyor. Sanatçılar Artivive adlı bir artırılmış gerçeklik uygulaması aracılığıyla bu boşluklara dijital yorumlar katıyorlar. Artivive uygulaması ile yüzey tarandığında hareket eden bir yapıyla karşılaşılır, taşlar ve başka kalıntılar görünür. Sanatçılar mevcut olan ve olmayan arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları çizgisel olmayan bir bakış açısıyla yorumlayarak sanat yapıtının gerçek ile yapay arasındaki dağılmaya nasıl imkân tanıdığını sorgulanabilir kılıyorlar.
Didem Erbaş ve Merve Ünsal ikilisinin Porselen Gökyüzü adlı yapıtı hayâl ile gerçek, yaşanan ile yaşan(a)mayan, varlık ile yokluk arasındaki süreklilikleri ve süreksizlikleri çıkış noktası olarak alıyor. Buruşturulmuş gazete parçalarından yapılan hamur ve tam ortasında bulunan şerit halinde pirinç, ufuk çizgisinin var olduğu farz edilen sürekliliğini tartışmaya açıyor. Nesneye herhangi bir müdahalede bulunmak onun içeriğinin ve işlevinin farklılaşmasına, insanlar tarafından algılanmasında değişikliklerin görülmesine, onların başka nesnelerle girdiği ilişkilerde alışık olunmayan etkilerin ortaya çıkışına neden olabilir. Kısaca nesnenin başka ihtimallere açık hale getirildiğini ve nesneyle ilgili mutlak bir gerçekliğin her zaman var olmadığını söylemek istiyorum. Porselen Gökyüzü adlı yapıtta ufuk çizgisinin fiziksel bir varlığının olmaması, zaman içinde ışığın ve atmosferin etkisiyle değişerek farklı renkler alması, bu çizginin bir insanın gözlerinin yatay düzlemde kesiştiği çizgi olması nedeniyle farklı yönlere dağılabilme özelliği ufuk çizgisinin süreksizliğine vurgu yapılıyor. Aynı şekilde insanlara ekonomi, spor, şiddet vakaları gibi konular hakkında (doğru olduğu tartışmalı) haberleri sunan gazete kağıdının buruşturulması, onun anlamını kaybetmesine neden oluyor. Buruşturulan gazete kağıtlarının bir tuval üzerine yerleştirilmesi ve pirinç şeritlerinin tam doğrusal olmayan şekilde bu düzenlemeyi kesmesi yapıta politik bir anlam kazandırıyor. Ufuk çizgisinin varlığına dair sorgulamalar, gazete kağıdına müdahale edilmesiyle onun değişen formu ve yitirilen anlamlarıyla birleşerek bir sanat yapıtına dönüşüyor. Mutlak bir gerçekliğin var olmamasıyla birlikte düşünüldüğünde nesnelerin istikrarsızlıklarını sergileyen sanat yapıtı, geniş bir zamana esnemekle birlikte sonlu olma niteliğini kaybetmiyor.

Romina Meriç ve Derin Ekin Kenter, 37,5 °C, 2025, 82 x 62 cm. Üç resimden oluşan duvar yerleştirmesi
Romina Meriç ve Derin Ekin Kenter ikilisinin hem kendi aralarında hem de bir nesne olarak mumla kurdukları ilişki mumun ifade imkânlarının çeşitlenmesini sağlıyor. Sergide sanatçıların tek başlarına ve beraber ürettikleri yapıtlardan oluşan 37,5°C (2025) adlı bir düzenleme yer alıyor. Düzenlemedeki yapıtlardan biri olan ve Derin Ekin Kenter tarafından üretilen Direnç [Resistance] (2024) adlı yapıtta gravür kağıdının üzerine akuatint ile iki adet mum basıldığını, Romina Meriç’in ürettiği İki Mum [Two Candles] (2020) adlı yapıtta kâğıt üzerine yağlı boyayla iki adet mum resmedildiğini ve ikilinin birlikte ürettiği 37,5°C (2025)’de yanan bir mumu tutan bir el ve mumdan faydalanarak ısınan bir elin resmedildiğini görüyoruz. Sanattaki ifade imkânları farklı bileşenlere sahip malzemelerin birbirleriye kurduğu ihtimama dayalı birlikteliklerle çeşitlenir. Bu nesnelerarası ihtimam ilişkileri sanatçılar açısından da pratiklerinin birbirlerine bulaşmasına, çeşitlenmesine, üretilen ortak yapıtların başka alanlara yayılmasına imkân sağlar. Bu sergideki sanatçılar ve sanat yapıtlarında nesnelerarası ihtimama dayalı ilişkinin farklı bir boyutuyla karşılaşıyorum. Bu düzenleme mumun yaydığı ışığın yol göstericilik, sıcaklık, samimiyet, fedakârlık gibi mefhumları sanatçıların tek başlarına ve kendi aralarında nasıl problematik hale getirdiklerini gösteriyor. İkili bu yapıtla insan vücudunun 37°C’lik normal sıcaklığının mumun yaydığı sıcaklıkla beraber arttığını ve bu sıcaklığın aynı zamanda dostluğun bir göstergesi olduğunu vurguluyorlar.

Nancy Atakan ve Gülçin Aksoy, Bütün Bunları Düşünürken..., Poster, 200 x 200 cm, 2013
Bu sergide yer alan Gülçin Aksoy ve Nancy Atakan’a ait Bütün Bunları Düşünürken… [While Thinking About All of This…] (2013) adlı posterde sanat piyasasının dinamikleri eleştirel olarak incelenir. Bu postere “sergi”, “sanatçı sanatçıya ayna tuttu”, “satış”, “içerde ve dışarda” gibi birçok kelime İngilizce ve Türkçe olarak yazılı. Bu posterde amaçlanan sergideki yapıtların künyelerinde de yer aldığı gibi “uzak coğrafyadaki sanatçıların iş birliğini denemeleri”dir. 1990’lı yıllar sanatçılar tarafından kurulan kolektiflerin çoğalmaya başladığı yıllar. Gülçin Aksoy, Nancy Atakan, Gül Ilgaz ve Neriman Polat’ın bir araya gelmesiyle oluşan kolektif Arada (1999), Yurttan Sesler (2001), Yerli Malı (2000), Aileye Mahsustur (2003) sergilerinde başka sanatçılarla da iş birliği yaparak iktidar ilişkilerinin toplumsal yaşamı nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü, bunun çevresinde ilerleyen milliyetçilik ve toplumsal cinsiyetin toplumun farklı kesimlerini nasıl baskı altında tuttuğunu eleştirmeye yönelik yapıtlar üretirler. Aynı zamanda kolektif oldukları için bir yandan da sanat alanındaki eşitsiz güç dengelerine, sanatçı kadınların nasıl görünmez kılındığına, özgürce sergileme ve üretim yapmanın zorluklarına da eleştirel bir perspektiften yaklaşırlar. Bu poster Liverpool Bienali’ne paralel olarak gerçekleşen İnsan Durdurulur Nesne Gezdirilir (2013) sergisinde de gösterilir. Aynı zamanda 5533’te tarih yazımı, özgürlük, araştırma temelli sergilerin sanat tarihine katkısı gibi konuların konuşulduğu sanatçıların, yazarların, öğrencilerin toplandığı bir oturum gerçekleştirilir. İşbirliği Değildir’de sergilenen posterin üzerine kırmızı markerla yazılan kelimeler bu toplantıda alınan notlardır. Kıymet Daştan ile yaptığımız sergi turunda öğrendiğim kadarıyla kendisi bu posteri 5533’ü ziyaret ettiğinde depoda rulo bir halde dururken bulur ve sergiye dâhil etmek istediğini Nancy Atakan ile paylaşır. Daha sonra ikili posterin yeniden basılıp asılabileceğinin üzerinde durur fakat günün sonunda bu posterin orijinal haliyle asılmasına karar verilir. Bu yapıt nesnenin yer değiştirmesi, mekânın tarihselliği, kolektiflerin eleştirel düşünmede oynadığı rolü gösterir.

Kıymet Daştan & Başak Kaptan, MASA (Ya da yerin kaldırma kuvveti), Vitrin üzerine kağıt bantla çizim yerleştirme, 2025
Başak Kaptan ve Kıymet Daştan’ın 5533’ün camına kâğıt bantlarla çizdiği masa ve masayı taşıyan dört adet elden oluşan MASA (Ya da yerin kaldırma kuvveti) [TABLE (or the lifting power of the ground)] (2025) bandın işlevini tersine çeviriyor. Kâğıt bant normal koşullarda boyanacak olan yerin çevresine boya dışarı taşmasın diye yapıştırılır. Buradaysa masa kâğıt bantlarla çizilerek aslında boyanın etrafa saçılmasının yaratacağı etkiyi tartışmaya açıyor. Her nesne bir sanat yapıtına dönüşürken nesnenin işlevleri arasında bir yer değişikliği gerçekleşir: nesne mevcut işlevini kaybeder ve yeniden işlev kazanır. Basit anlamıyla tek bir noktadan etrafa yayılma anlamını taşıyan saçılma kelimesini bu sefer nesnenin işlevleri için kullanmak istiyorum. Kıymet Daştan sergi turu sırasında kolektifliğin onun için bir masa taşımaya benzediğini, bu yüzden İşbirliği Değildir sergisi için Başak Kaptan’ın ve kendisinin elleriyle birlikte masayı 5533’ün camının bir bölümünü yatay olarak kaplayacak şekilde çizdiklerini söylüyor. Masanın geniş bir yapıya sahip olmasının nedenini de sergideki sanatçıların bu masada yerinin olduğunu söyleyerek açıklıyor. Nesnenin işlevlerinin çokluğu serginin hareket noktasını oluşturan kolektiflik ve benim bu sergiyi değerlendirirken kullandığım saçılma kavramıyla birleşiyor.
Bu serginin zamanlar arasında bir dalgalanma yarattığını söyleyebilirim. Bu sonuca Kıymet Daştan’ın sergi turu sırasında söylediği bir cümleden varıyorum: “Bu sergiden önce Didem (Erbaş) ve arkadaşları sergi yapmıştı, biz anahtarı onlardan teslim aldık. Ama aslında bizden önce Gülçin (Aksoy) ve arkadaşları vardı. Sanat tarihindeki kolektiflerin premiere’i niteliğindeler”. Nesneler çoklu anlamlara ve işlevlere sahip, her düzenlemede farklı veçhelerini görebileceğimiz, kendisi olarak ve kendinde düşünüldüğünde de kendine has özellikleri olan varlıklardır. Bu sergide sanatçıların kolektifliğinin nesnelerin çeşitlenen veçhelerini keşfedebileceğimiz yapıtlarla bir bağ kurması, bizzat hem serginin hem de mekânın insandan ibaret olmayan dünyalara, geniş zamansallıklara, nesnelerarasılığa açılmasını sağlar. Sanatçı ikililerinin sanat yapıtlarını üretirken birbirlerinin pratiklerine gösterdiği ilgi, bu süreçte eyleyici konumda olan canlı ve cansız cansız varlıkların birbirlerine bulaşmasıyla, birbirleri içerisinde erimeleriyle, iç içe geçerek bir sanat yapıtını oluşturmasıyla ve bu sanat yapıtlarının geniş bir zamansallığa sahip olmasıyla saçılım imgeleri yaratılmasının önünü açıyor.
Comments