Merhaba!
2020’nin 2 Nisan’ında dünya öyle bir yere gelmişti ki prizmanın ucundan kırılan renksiz ışık, nüfus salmış matriks, dibine kadar tükettiğimiz tüketim toplumu, sömürünün ve köleliğin bitmez şekilleri, insan olmanın yalanları ve tüm alışılageldik patriyarki prizmanın içine girmişti.
İnsanın çıkardığı kontrollü, kontrolsüz fakat “insancıl” bir dünya savaşı değildi bu. Dünyaya çarpan bir taş da değil. Aksine dünyaya nefes aldıran bir duruştu.
Bireyleştikçe çevresinden, arkaik bağlarından ve atalarının tohumlarından ayrışıp da kendini kutlayamayan insan, unutmanın ve hatırlamanın, suçun ve utancın, hırsın ve rekabetin ortasında fişi çekmiş ve eve kapanmıştı.
Dünyanın her yerinde eşitçe yerle bir oluş gerçekleşirken kimsenin birbirinin ne yaşadığını anlamadığı vurdumduymazlık da geçmiş ola, keza verilen ortam koşullarında sınıfsız, ikmalsiz, imtiyazsız bir aradalık gün geçtikçe önem kazanmıştı. Yani ışık prizmaya girdikçe.
Işık prizmaya girdi. Işık prizmanın içinde.
Bazı ışık işçileriyle bazı fabrikatörler ve erk sahipleri bu kararsız enerjinin ve kırılganlığın ortasında birbirlerine bakıyorlar (farazi). Şimdi karanlığın ve ışığın karşı karşıya kaldığı prizmada hiçbir şey görünmüyor. Belki bu on yıl böyle geçecek. Hazır olmakla. Neye? Işığın prizmadan renklerce çoğalarak çıkacağı ana. Bu zorlu karanlıkta karanlıkça yutulmamak adına, duyarlılık, birliktelik ve silme yenilik ile renklerin ortaya çıktığı o güzel gelecekte, umarım hâlâ yaşıyor olacağız ve hâlâ birbirimize aşkla sarılıyor. (Çalışmaya devam.)
Commentaires