Nuri İyem Resim Ödülü’nün 15. yılını kutlamak için Unlimited iş birliğiyle yayımlanan ve dağıtıma giren sayıda yer alan Feyyaz Yaman’ın Korona günlerinde kaleme aldığı yazıyla İyem’i hatırlıyoruz
Yazı: Feyyaz Yaman
Nuri İyem, Portre, Tuval üzerine yağlıboya, 100 x 64 cm, 1980’li yıllar
Bir değişimin sesi:
“Majörler tükendi, minörlere yolculuk... Buselik makamına...”
Küresel anlamda her şeyin değiştiğini, tek kutuplu Yeni Dünya’nın egemenliğinin kültürel sözcülüğü dile getiriyordu.
Şimdi, bugün, bu sesin sahipleri aynı tükenişle yerlerini tarif ederlerken, insanlığın yolculuğu yeniden “majörlere” yöneldi.
Minör olan çalışmaları, kırk yıllık katkılarını yeniden bütünleştirmek eğiliminde. Uluslararası siyaset, ekonomi, ekoloji, sağlık, felsefe, toplumbilim ve tarih çalışmaları kaçınılmaz şekilde makrolaşıyor.
Kültürel çalışmalar da aynı şekilde tüm minör alan çalışmalarından ve disiplinlerarasılığın altkümelerinden yukarı doğru eklemlenmeye başladı.
Ama bu gelişim eskinin, modernist ideolojisinin bütüncüllüğü değil.
Maddi tarih, sosyoloji, jeopolitika, üretim ilişkileri, uluslararası ilişkiler hareketliliği merkezli, zaman ve uzam değişimini temel alan açık Marksist kuramdan beslenen yeni bir dalga geliyor.
Ve... Makro ile Mikro olarak ayrıştırılmış alanları, içi ve dışı, birey ile toplumsalı, tikel ile çoğulu, kaotik bir paradoksallıktan çıkarıp yeni bir strüktür inşa ediyor.
Bu yazı, değişen yeni ilişkisellikler üzerine kurulu bir denemedir.
Nuri İyem 100 Yaşında (2015) sergisi ve kataloğu için çalışırken, John Berger’in Portreler (Metis Yayınları, 2017) ve David Le Breton’un Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2018) kitapları henüz yayımlanmamıştı.
Demirtaş Ceyhun’dan çıkışla ele aldığımız, Nuri İyem 100 Yaşında sergisindeki “yüz” yorumu, bahsi geçen bu iki çalışma ile ortak birçok nokta paylaşıyor.
John Berger, başlığını Portre olarak seçse de, Courbet’nin Ornans’ta Cenaze Töreni [Un enterrement à Ornans] yorumunda belirttiği gibi; “bir grup kadınla erkeğin olağan halleriyle bir köy cenazesine katılışlarının resmini yapmış, onların görüntülerini yapay -belki de hakiki- uhrevi anlam taşıyan bir düzene sokmayı reddetmişti,” derken “uyumlulaştırmadan”, bir üst anlam yüklemeyi reddetmesi, konunun “kavramsal” çerçevesini toplumsal tarih içinde, yalın bir şekilde konumlandırma gayreti “yüz” okumaları açısından heyecan verici bir ortaklık.
Hepsinden önemlisi, Nuri İyem’in 1960 sonrası, soyut deneyiminin hemen arkasından, geliştirdiği, genelde “Kadın Yüzleri” olarak tanımlayacağımız çalışmaları işte bu anlayışla buluşuyor. Soyut-somut ayrımı ortadan kalkıyor.
“... Portre demekten çok, gerçekten yüz resmi demek daha doğru olur. Çünkü portre deyince bir kişinin resmi anlamına geliyor. Ama ben burada herhangi bir kişiyi almıyorum. Kendi düşünceme göre kadını ya da erkeği resmediyorum. Dolayısıyla benim yaptığım, yani Batı’daki anlamda portre, çok gerçekçi, tıpatıp adama benzeyen bir şey değil. Ben, kendi kafamdaki, kendi gönlümdeki yüzü çiziyorum. Biraz da karakter boyuyorum ama yaptığım sıkı sıkıya bir adamı anlatmak değil, ...”
(Refik Durbaş, Sureti Resmin Yüzünden Okunmalı, Hürriyet Gazetesi, 2001)
John Berger’in 1950’lerin toplumcu gerçekliğinden evrilip, yaşayanlarla ölenleri, yani geçmişi, yani bellekteki imgeyi bir arkadaşlık olarak bir araya taşıdığı gibi, Nuri İyem’de imgelemindekini kendisi ile birlikteliğinde yeniden diriltir.
Belki de annesinin cenazesini kaldırmanın desteğini üstlenen Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya borcunu ödemek için, şiir kitabına çizdiği o yüzler gibi.
Hayatındaki ilk kadına, yoksulluğa, şiire olan borç...
Burada duralım...
Çünkü Nuri İyem’in burada açtığı parantez portre sanatının yüzü ve yüzün ardında yatan gerçeğe erişebilirlik alanı olarak portre sanatının olanaklılığını tam da bugünün sanat kuramının ve Türkiye sanatında figür resminin ne’liği sorusuna getirir bizi.
Ne der bu paragraf?
- Portre sanatı, yüz çizerinden hakikat arayışı düz bir “yansıtma” sorusu değildir. Çünkü “yüz”ün kendisi özne’nin kendi yansıması değildir.
- “Yüz” sadece görünen benliği (bireyselliği, karakteri) kısmi gösterir. Bu parçadaki “Fizyonomi” yeni yüz fiziği ve karakter çalışmalarının da sorunudur. 18. ve 19. yüzyıla damgasını vurmuş, aristokrasi karşısında kendini özgürleştirmiş “bireyleşmenin”, yüz falcılığından evrildiği karakter analizini, anatomiden çıkarsama yanılgısıdır.
- “Yüz insanları yargılamaya yarayacak bir fizyonomi alanı değildir.” (Jean de La Bruyère, Karakterler, Sosyal Yayınları, 1995).
- “Yüz insanları ortaya koyduğu kadar gizlerde. Coğrafi harita gibi, ya da ipuçlarıyla dolu bir olay yeri mahalli gibi, okunmasını beraberinde getiren imgelem, varsaydığı öteki- ne müdahale etme isteğinden kendini kolay kolay koruyamayan, kuşku uyandıran bir sanattır.” (David Le Breton, Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme).
- Bu yüzden, yüz sadece göstermez, gösterdiği kadar gizlerde.
- Öyle ise yapısalcılığın ve göstergebilimin sorduğu gibi: Görünenin, arkasındaki görünmeyenin göndergelerinden sıyrılmış (sanatçının yorumu ve seçiciliğinin ilavelerinden azade), arındırılmış bir gerçekliğe (yüz), yani nesnenin saf haline, ismin yalın haline erişim mümkün mü?
- Yoksa; görünen ve gösteren bir toplumsal, tarihsel sürecin (siyasi, ekonomik, coğrafi tüm etkenlerin) oluşturduğu bir “icat edilmişlik” ise tekillik, tümelliğin altında bir “çaresizlik” midir?
Bireyin (portre-özne) iradi ve bilinçli (aynı zamanda akli) kimliği oluştuğunda, öznenin üstündeki tüm belirleyici et- kenlerin (hegemonya, devlet ve şiddet) üstüne çıkması, siyasi anlamda meşru şiddeti içerir mi?
Sanat (özellikle portre) böyle bir imkânsızlığın (meşru, şiddet ve antagonizma) yükünü taşıyabilir mi?
Portre “hiçbir şey” yansıtmaktan, kendini arındırmış, her türlü anlatıdan azade bir soyutluğa çekilirse, “gösterilmeye- ni” temsil eden bir metafizik aşkınlık ise (Yüce olan – Hegel – Tinin Görüngübilimi)
Musa’dan bu yana Tevrat’ın (yüzü olmayan – görünmeyen – öznesiz – nesnesiz – kutsal) aşkınlaşmış majör güç ve kutsalı (iktidar) ile aynı sembolik dile kavuşmaz mı?
Bu soyutlanmış güç ve onun görünmez yüzü, bugün sanal-finans ve dijital dünya majörleşirken, minör “viral” güç ile bütünleşerek küreselleşirken, öznesizliğin ve “yüzsüzlüğün” ürkütücü iktidarında ve şiddetinde buluşmaz mı?
- Portre buradan, Odysseia’daki nobody (Jim Jarmusch – William Blake’in Amerika’daki yolculuğundaki gibi [Dead Man, 1995]) yani “Benim Adım Hiç Kimse” diyerek kurnazca bir buluşla Kiklop’lardan kurtulabileceğini düşünebilir mi?
Aklın mitsel doğa güçlerine karşı mücadelesinde (bugünün sanatındaki “öznesiz özne sorunu”), bedensel kendini koruma ediminin kendisi, kendiliğin feda edilmesi değil midir?
Peter Sloterdjik’in uyardığı gibi popüler kültür içinde şeyleşerek, postmodern özensizliğe tutunarak kurtulmak negatif diyalektiğin imkânını sürdürebilir mi? (Andrew Huyssen, Alacakaranlık Anıları, Metis Yayınları, 1999).
- O zaman:
Bir portre analizinde bir ifadenin, yüz kas ve mimiklerine fiziksel-elektriksel biyorefleksi veya ortak-yerel egemen ifa- delerin oluşturduğu toplumsal kimliğin yansıması arasındaki ortaklık bizi yüzümüzdeki maskenin “kimin” ifadesi olduğu sorununa götürüyorsa...
Nuri İyem’in “gösterdiği” kadın portresinin kişisel ve toplumsal bütünlüğü ve bunun farkında olan sanatçının (diya- lektik eleştirisi) seçiciliği, gören-gösteren-görünen bileşkesi “güncel” değil midir?
- Bu “yüzleşme” bizi Roland Barthes’ın “maske” yüzün “ötekiliği” ile Andrey Rublev’in ikonanın (sembolik tanrısal dua – litürjik olan – indirgenmiş imge) katı kutsallığını insanileştirmesi (hümanizmi) ile bir noktada buluşma, Nuri İyem’in bizi davet ettiği masa değil mi?
- Devletin göçer-toplumdan bu yana “sembolik iktidar” dilinin göstergesi olan “portre sanatı”nın (padişah portreleri ve silsilenameler) II. Mahmud bürokrasisinde duvara asılan, Atatürk resimleri ile devam eden tamga-damga-ikon-suret egemenliğine karşı, Nuri İyem’in “bende özneyim” diyen yüzü çerçevelemesi, imgenin demokratikleşme talebi değil midir? Özellikle “1999 Mustafa Kemal Atatürk” yorumu sembolik iktidarın kürsü arkası imgesine karşı verilen karşı kamusallığın cevabı değil midir? Sanat tarihi = sınıf tarihi mücadelesinin indirgemeciliğinden uzak bir yorumla verilen mücadelenin “olay mahalli” değil midir?
- Teknolojinin fotoğrafın icadı ile kurulan imgenin metalaştırılması – öznenin vesikalık yüz imgesi ile kayıt altına alınması, bu konuda uzmanlaşan Alphonse Bertillon’un söz- lü portreleri ile güvenlik ve devlet hafızası haline getirilen portre sanatının, ilk resmi cinayeti olan Paris Komünarları- nın sesi olarak ayağa kalkan portreler değil mi, Nuri İyem’in portre sanatı ve insan yüzleri?
- Ölüme yolculuk için vesika resmi olarak addedilen, Feyyum resimlerinin, korkusuzca ve bellek kültürünün tüm zamanların tozuna karşı dur diyen bu derece üslup yakınlığı, aynı Faustvari “durdurulmuş zamansallık” ötesinde bir başka “anlam taşımayan” bu ontolojik mimesisin gücü, bugününün Baudelaire ve Walter Benjamin’den kalma lanetle meta-imgelere, selfie suratlara karşı hâlâ savaşmıyor mu?
- Bugünün Hafıza, Bellek, Mekân çalışmalarının “Beden Kayıt Tutar” dediği yerde, kadın olmanın, göçmen olmanın, emekçi beden olmanın, topraktan fabrika köleliğine savrulan “güzel insanların” hafıza resmi değil mi bu portreler?
- Mimetik olanın, Reel Sosyalizme yapıştırılmış ve “Yansıtma” kuramına hapsedilen esaretini kıran toplumsal ontolojisi ile sanatın majör ve minör tüm söylemlerinin sahibi bir “figür resmini” yeniden konuşmaya bir davet değil midir bu?
Ve yine bugün, büyük kapatılma ve büyük dönüşümün içinde yaşadığımız esaret bizi “Nuri İyem Resim Ödülü” buluşmasında bir araya gelmekte engelliyorsa...
Sanatçı ve öğretmen olarak yaşayan Nuri İyem’in “Sanatçı Evi”nde sonsuz bir geleceğe açık kapının ardında konuşacak çok şeyimiz var demektir.
Comentarios