Geçtiğimiz haftalarda Kun Art Space’de açılan Normalliğin Deliliği sergisi günümüz yaşam standartlarında gitgide belirsizleşen gerçek, normal ve delilik kavramlarını sorguluyor. Sergi 18 Aralık'a dek izleyiciyle buluşmaya devam ediyor
Yazı: Ceylan Önalp
Yasin Uysallar, Hikâyesiz Karakter, (detay), epoksi reçine, sıvı cam, reçine, fiberglas, akrilik reçine, pigment, 70x30x37 cm, 2020 (sanatçı ve Sevil Dolmacı Art Gallery izniyle)
Normalliğin Deliliği, ismini psikolog ve psikanalist Arno Gruen’in insandaki yıkıcılık üzerine geliştirdiği kuramından alıyor. Gruen’e göre günümüzde insani değerlerin kaybolmasına katlanamayanlar deli sayılırken, insani köklerinden kopmuş olanlar ise normal kabul edilerek onaylanıyor. Bu teorisiyle Gruen, insanın gerçekle olan ilişkisinin ruhsal hastalığı ve sağlıklı sayılanı saptamak için tek ölçüt olmadığına işaret ediyor. Uygarlığın ve medeniyetin bizi korkaklaştırdığını, kendimizi yaralanabilir hissetmekten kaçmak için sahte gerçekliklere meylettirdiğini ileri sürüyor. Ve sahte gerçeklik dilinin, insanı ihtiyaçlarının yükünden kurtaracağına inandırıp kendi algımızdan bile şüphe duyacak noktaya getirdiğini ifade ediyor.”
Sergi küratörü Derya Yücel’in metninden alıntıladığım bu paragrafı okurken aklıma sürekli 1841 yılında İskoç araştırmacı gazeteci Charles Mackay’in yazdığı Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı kitabı geliyor. Kitap, kalabalıkların psikolojisi üzerine dönemine göre fazlasıyla gündelik ama orijinal sayılabilecek birçok farklı bölümden oluşuyor. 17. yüzyılın başlarında Hollanda’da başlayıp Avrupa’ya yayılan ve lalelerin altından daha yüksek fiyata alınıp satıldığı dönem olarak tarihe geçen Lale Çılgınlığı'ndan tutun da, Birleşik Krallık sosyal tarihinde yer etmiş dünyayı kasıp kavuran farklı bir tarihsel moda veya çılgınlık sayılan çeşitli konulara odaklanıyor. Bunlar simyadan düellolara, perili evlerden zehirlenme yoluyla cinayete, kehanetlerden sakallara kadar uzanıyor. Sakal demişken, bu başlık göze ilk bakışta kitaptaki tarihsel konuların en ciddisi gibi gelmese de, Mackay bu fikri çok hızlı bir şekilde rafa kaldırıyor ve değişen çağdaş siyaset ve dinin, erkeklerin taktığı bıyık ve sakallar üzerinde nasıl derin bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor.
Gönül Nuhoğlu, Aptalların Gemisi, Karışık Teknik, 200x65 cm, 2015, Venedik, İtalya
Günümüzde normal, deli ve gerçek kavramlarını belirleyen sistemler de on yedinci yüzyıldakilerden çok farklı değil. İnsan türü, en ileri teknolojilere sahip olsa bile kendini kitle psikolojisinden dışarı çıkarmayı henüz başarabilmiş gözükmüyor. Bu durumda dünya çapında olarak çöküşe geçen ekonomik, politik ve toplumsal sistemlerde gerçeklik bize neyi ya da neleri düşündürüp hissettiriyor sorusundan yola çıkan sergi, kaygı, sıkıntı, korku ve hayal gücü gibi kavramların ele alındığı çalışmalardan oluşuyor. Sergi kendi içinde akışkan ve doğal ritimli bir kurguya sahip.
1. İsmet Doğan, Ezelden Beri Yaralarım Vardı, Panel Üzerine Yapıştırılmış Fotoğraf, 100x100 cm, 2012-2022
2. İsmet Doğan, Kendini Yeme, Autophagy / Tuval Üzerine Yapıştırılmış fotoğraf, 150x120 cm, 2010
İzleyiciyi gün ışığını çok olumlu şekilde kullanan Gönül Nuhoğlu’nun Aptalların Gemisi isimli yerleştirmesi karşılıyor. Nuhoğlu bu eserinde yerleşik düzenin dünyaya atfettiği sisteme uyumlu çoğunluğun makul ya da normal, geri kalanlarınsa deli olarak görülmesini irdelerken, onu duvarda yer alan İsmet Doğan’ın Kendini Yeme ve Ezelden Beri Yaralarım Vardı isimli tuval ve panel üzerine yapıştırılmış fotoğraf çalışmaları karşılıyor. Doğan’ın fotoğraflarında kendini kesmeye ve parçalamaya çalışan bireyler, insanın standardize edilen normlara uyma çabasında kendini ötekileştirmesine işaret ediyor. Tam yanında Yasin Uysallar’ın epoksi reçine, sıvı cam, fiberglas ve pigment gibi malzemeler kullanarak ürettiği Hikâyesiz Karakter isimli sıra dışı ve kimliksiz görünümlü heykeller izleyiciyi alışılmışın dışındaki formlarıyla şaşırtıp, normal ve normal-dışı insan kavramını tekrar düşündürüyor.
Yasin Uysallar, Hikâyesiz Karakter, epoksi reçine, sıvı cam, reçine, fiberglas, akrilik reçine, pigment, 70x30x37 cm / 73x39x43 cm, 2020 (sanatçı ve Sevil Dolmacı Art Gallery izniyle)
Tam burada sergi mekânının mimari yapısından bahsetmemek olmaz; Kun Art Space giriş ve alt kat olmak üzere iki kattan oluşan bir alana sahip. Girişteki cam panel günün farklı saatlerindeki ışığın içerideki eserlerle olan iletişimi izleyicinin sergi ile daha samimi bir bağ kurmasını sağlıyor. Bunun tam tersi olarak alt kat daha karanlık ve bir depoyu andırsa da küratörün akıllıca kurguladığı eser dizilimi ve gerekli ışık oyunlarıyla olduğundan çok daha farklı bir hal alıyor. Alt kattaki eser kurulumundan önce, Yasin Uysallar ve İsmet Doğan’ın eserlerinin arasında adeta bir köprü görevi gören Nejat Satı’nın Antabus isimli devasa boyutta yeniden ürettiği bir psikosomatik ilaç kutusuna yazdığı reçete ve tam yanında sergilenen Enes Debran tabloları izleyiciyi hayal ile gerçek arasındaki ince çizgide durduruyor.
(Sağ) Nejat Satı, Antabus, Karışık Teknik, 11x130cm, 2020
(Sol) Enes Debran, İsimsiz, Kâğıt üzerine karışık teknik, 2021, 49x29cm
Sergi kurgusu aslında kendini en çok alt katta belli ediyor. Çünkü üst kattaki keskin ve cüretkâr tavır, alt kata geçildiğinde daha hacimsiz, epey katmanlı bir hale bürünüyor. Kerim Kılıçarslan’ın mekâna özgür yerleştirmesi Ölü Beden’e akrilik ve aynadan ürettiği Her Şeyi İstiyorum isimli eseri eşlik ediyor. Kılıçarslan, günümüz toplumlarında insanın kendisini tüketim olgusu üzerinden biçimlendirmesini normalize ederken bir tavırla tükettikçe kendimizi yok ettiğimize dikkat çekiyor. Ve İsmet Doğan’ın panel üzerine yapıştırdığı fotoğraflarından üçüncüsü bir kez daha izleyiciyle buluşuyor. Bu iki sanatçının çalışmalarını karşılayan Kazım Şimşek’in Telkin isimli eseri ilhamını Amerikalı yazar John Steinbeck’in meşhur Ak Bıldırcın öyküsünden alıyor.
Öyküde genç bir kadın, evlendiğinde yaşamak için hayallerindeki bahçeli evi yaptırıyor. Kadının bahçeye olan bağımlılığı bir tutkudan çok takıntıya dönüşünce kocasıyla aralarındaki ilişki zedelenmeye başlıyor. Eşler arasındaki bu gerginlik, kocanın bahçedeki ak bıldırcını öldürmesiyle son buluyor. Ak bıldırcın burada hem kadın karakterin güzellik algısını bir fetiş haline getirmesini hem de tüketim odaklı toplum sistemlerinde nesnelerin insanları yönetir bir hale gelmesini simgeliyor.
1. Kerim Kılıçarslan, Ölü Beden, Mekâna özgü yerleştirme, İstanbul, 2022
2. Kerim Kılıçarslan, Her Şeyi İstiyorum, Akrilik/Ayna, İstanbul, 2022
Yazının başlangıcında bahsettiğim neredeyse üç yüzyıl önce yazılmış olan Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı da serginin kurgusal akışı gibi bizlere normalliğin deliliği üzerine adeta ders veriyor. Sergideki bütün eserler, küratörün metni ve alıntılanan kitaplar birleştiğinde aslında toplumların yüzyıllar boyu fark etmeden, neredeyse sürekli, psikolojik olarak yönlendirildikleri daha belirgin bir tavırla kendini gösteriyor. Normal, gerçek ve deli algıları hâlâ gri bölgede dans ediyor. Ve belki, kurallarını bizim koymadığımız bu sistemden özgürleşme sürecimizde, küratörün bizlere sanatın deliliğiyle göstermeye çalıştığı, sanatçıların normal olana karşı koyarken yeni gerçeklikler yaratmalarıyla oluşan bir dünyadır.
Kazım Şimşek, Telkin, Tuval üzerine akrilik ve mürekkep, 154x216 cm, 2020
"Il est bon de connaître les délires de l'esprit humain. Chaque people a ses folies plus ou moins grossiéres." **
MILLOT
Comments