top of page

On soruluk sohbetler: Declan Donnellan

Ayşe Draz

22 Ekim-19 Kasım 2024 tarihleri arasında gerçekleşecek 28. İstanbul Tiyatro Festivali’nin uluslararası sanatçılarıyla yaptığımız söyleşi dizisine 7 ve 8 Kasım tarihlerinde DasDas’ta sahnelenecek Hamlet’in yönetmeni, klasik eserleri çağdaş yorumlar ve yenilikçi sahnelemelerle sunmaları ile tanınan Cheek by Jowl’un kurucularından Declan Donnellan ile devam ediyoruz


Röportaj: Ayşe Draz


Declan Donnellan


28. İstanbul Tiyatro Festivali bu sene ilk kez Mehmet Birkiye küratörlüğünde ve en azından uluslararası seçkisi bakımından geçen senelere göre daha dar kapsamlı bir programla gerçekleşiyor. Marin Sorescu Ulusal Tiyatrosu oyuncularının yer aldığı Hamlet’i İrlanda asıllı tiyatro yönetmeni ve yazarı, aynı zamanda önemli bir İngiliz Topluluğu Cheek by Jowl’un kurucularından ve Shakespeare yorumlarıyla dikkat çeken Declan Donnellan yönetiyor. Dört Olivier ödüllü ve Venedik Bienali (evet, Venedik Bienali'nin bir de gösteri sanatları bölümü var ve seneye tiyatro bölümünün sanat yönetimini üstlenen kişi ise Willem Dafoe) Altın Aslan ödüllü yönetmen Donnellan’a sizler için sorularımızı yönelttik.


Hamlet


Sizce tiyatronun özü nedir?

Benim için tiyatronun özü nedir? Bu aslında büyük bir soru. İşin ilginç yanı, bunun cevabı oyuncunun sahneye çıkıp seyirciye bir şekilde şöyle demesi: Benim hiçbir şeyim yok, sizin de hiçbir şeyiniz yok, ama umutsuzluğa kapılmayın, çünkü hiçbir şeyi bir artı bir eksi olmak üzere parçalara ayırabiliriz. Tiyatroda da böyle olduğunu düşünüyorum; -mış gibi yapmak eylemi her zaman bu bölünmeden kaynaklanır. Bunu İncil'deki Yaratılış hikâyesinde görebilirsiniz; Tanrı dünyayı yarattığında, ki o, aslında dünyayı yaratmaz, semayı yerden ayırır, geceyi gündüzden ayırır, vesaire vesaire... Bu tamamen bölmekle, ayırmakla alakalı, yaratmakla değil. Ama aynı zamanda kuantum mekaniği bize şunu da öğretiyor: Boşluk yarattığınızı düşündüğünüzde, her şeyi bir kaptan emip çıkartarak hiç yapmaya çalıştığınızda ve bunu incelediğinizde bile, bunun pek de tam olarak hiç olmadığını göreceksiniz. O hiç doğal olarak pozitif ve negatif parçacıklara bölünüyor gibi görünür; bu parçacıklar bir milisaniyenin çok küçük bir kısmı kadar bir ömre sahip olabilirler ve sonra geri dönüp birbirlerini yok ederler, çünkü eksi bir her zaman artı bir'i iptal eder. Bence boşluğa en yakın şey bu. Ancak boş ile hiç arasındaki farkı düşünmenin bizim için önemli olduğunu düşünüyorum. Demek istediğim, boş canlıdır ve boş potansiyelle doludur; halbuki hiç (bitimsiz boşluk / emptiness) umutsuzluktur ve bir daha asla doldurulamayacaktır.


Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?

Sanatın dönüştürücü gücü…Dünya değişiyor ve biz de değişiyoruz ve nelerin değiştiğini görebiliyoruz; sadece değiştiğimizi, hareketsiz duramayacağımızı anladığımızdan emin olmamız gerekiyor. Olduğumuz yerde duramayız, bir bakıma sürekli olarak dönüştüğümüz bir yoldayız. Bu yüzden sanatın dönüştürücü gücü sorusu beni biraz endişelendiriyor çünkü her şey zaten dönüştürücü. Eğer sanat kişiliğinizde büyük bir değişim yaratabilir mi demek istiyorsanız, bunun oldukça tehlikeli bir yol olduğunu düşünüyorum. Sanırım sorunuzun arkasında yatan şey şu: Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için sanatı kullanabilir misiniz? Ve bence belki de yapabilirsiniz. Ancak sanatınızla dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye karar verirseniz çok dikkatli olmanız gerekir çünkü vaaz vermeye başlayabilirsiniz. İnsanlara bir şeyler öğretmeye başladığınızda, çoğu zaman ayaklarınızın yerden hafifçe yukarıda olduğunu ve onlara tepeden baktığınızı görebilirsiniz. Ve hiç kimsenin tahammül edemediği tek şey, küçümsenmek ya da statüsünü arttırmak için birinin ondan daha sorumlu görünerek öne geçmeye çalıştığını görmektir. Yani sanatın elbette bizi değiştirme gücü var ama aslında biz kendimizi değiştiriyoruz. Ve bence sanattan her zaman bizi dönüştürmesini beklemek biraz tehlikeli. Aklıma gelen en büyük dönüştürücü güç, sanat aracılığıyla bir başkasının yerine kendimizi koymayı hayal edebilmemiz ve bu çok güzel. Bir başkasının yerine kendini koyabilmek harika bir şey çünkü bu temelde empati denen şey. Yani buna inanıyorum, ama sanatın otomatik olarak kişilik bozukluklarınızı iyileştirebilecek  bir sihri olduğuna inanmıyorum.

 

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işerinizde etkisi olur mu? 

Rüya görmek... Sanırım tiyatroya bakmanın bir yolu da tiyatronun bir araya gelip birlikte hayal kurabileceğimiz bir alan olması, ki bu da tam olarak bir rüyanın doğasıdır: Her gece yalnız başınıza çıktığınız kişisel bir yolculuk. Ama tiyatroda, birlikte hayal kurar, birlikte rüya görürüz.

Bana ilham veren şeyler neler? Sokakta gördüklerim. Her türlü şey bana ilham veriyor. Ve büyük oyuncular da bana ilham verir; onlar harika ve yaşam dolu önerilerde bulunurlar.

 

Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?

Beni etkileyen sanatçılar. Ah, pek çok. Buraya sığdırılamayacak kadar çoklar. Peter Brook beni çok etkiledi: On altı yaşında bir öğrenciyken Yaz Gecesi Rüyası'nı izledim ve bu, bir bakıma hayatımı değiştirdi. Tiyatroya aşık oldum ve bu sürecin bir parçası olmayı çok istedim. Yani Peter'ın çalışmaları sayesinde bana da tiyatro aşkı bulaştı. Daha sonra onunla tanıştım ve oldukça iyi arkadaş olduk, bu benim için büyük bir mutluluk. Ama o ilk anı hiç unutmadım. Sonra başka insanlar da var: Stephen Sondheim beni çok etkiledi. Dans beni çok etkiledi. Ancak tiyatro yönetmenleri açısından Peter'ın yanı sıra Lev Dodin de var. Gerçekten harika bir yönetmen olan St Petersburg'dan Lev Dodin. Pek çok insan beni etkiledi.


Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?  

Şu andaki haberler çok iç karartıcı ve dünyanın düzeltilmesi gerekiyor. Kişisel olarak pek çok sanatçının benimle aynı fikirde olmayacağını düşünüyorum; benim en büyük sorumluluğum işimi elimden geldiğince iyi yapmak ve yapabileceğim en iyi sanatı yapmak. Hükümetleri değiştirmek ve savaşları durdurmak açısından, başka bir şekilde militan olabilirim, oyumu kullanabilirim ve insanlarla konuşabilirim. Elbette o gün gördüğüm her şeyden, radyoda duyduğum ya da İnternet'te okuduğum haberlerden tüm çalışmalarım etkileniyor. Tabii ki bu tür şeylerden tamamen etkileniyorum. Ancak komik bir şekilde Peter Brook bana şöyle demişti: Elbette okuduklarımızdan ve dış dünyada olup bitenlerden etkileniyoruz, ancak bunu doğrudan çalışmanıza koymak tehlikelidir. İkisi arasında arabuluculuk yapılması gerekiyor.  Ben de bir sanatçı olarak kendi açımdan böyle hissediyorum.

 

Hamlet'i günümüze uyarlarken hangi toplumsal temaları vurgulamayı amaçladınız ve bu çağdaş bağlamın izleyicinin orijinal metne ilişkin algısını nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Hamlet harika bir klasik, bu yüzden çağdaşlaştırılmasına gerek yok, çünkü zaten çağdaş, yapabileceğimiz tek şey onu bize daha uzak göstermek. Gösterileri tasarlayan ortağım Nick Ormerod ile doğal olarak yaptığımız her şeyde çağdaş kıyafetlere yöneliyorum çünkü oyunu dönem kostümüyle giydirmek için hiçbir neden göremiyorum. Hamlet'in bir klasik olduğunu düşünüyorum; çünkü asla eskimez, çünkü insan doğasının bir parçası ve insan doğası asla değişmez ve klasiklerin bize öğrettiği de bu; Kelimenin tam anlamıyla her zaman hayatta oldukları. Ve o dönemde yazılmış olan ve günümüze ulaşmayan birçok kötü oyun var, bu yüzden de klasik değiller. Klasiklerin eski olmakla hiçbir ilgisi yok, onlar hem eski olup hem hayatta kalmayı başarmakla ilgili.

 

Hamlet, kararsızlık ve varoluşsal ikilemlerin yükünü taşıyan karmaşık bir karakter. Bu eserde Hamlet’i nasıl yorumladınız?

Hamlet'teki temalar gerçekten çok önemli, varoluşla ilgili büyük bir şey var orda. Eskiden insanlar bana varoluşçuluğu öğrettiğinde hemen uykuya dalardım, en sıkıcı kelime gibi gelirdi bana. Varoluşçuluk, dayanamazdım. Ama sonradan şunu fark ettim ki aslında insanlar, orada olduklarından şüphe duyan hayvanlar. Bunu bir kez sağladığınızda, hele ki oyunlardaki karakterler açısından böyle düşündüğünüzde, bunun ne kadar mantıklı olduğu şaşırtıcı: Hamlet neden amcasını öldürmeye çalışıyor? Neden? Bunun kısa cevabı şöyle: İntikamını almak için. Gerçekten orada olduğunu kanıtlamak için pek çok şey yaptığını düşünüyorum, örneğin bir oyun sahneleyerek. Her türlü şeyi yapıyor ama bu onun orada olduğundan emin olmak için ve sanırım hepimiz bunu yapıyoruz. Bunu Hamlet'in yaptığı gibi çok fazla kelimeyle rasyonelleştiremeyebiliriz  ama sanırım bu hepimizin hayatında mevcut: Bu yüzden insanlar bu kadar çok gürültü çıkarıyor, bu yüzden olağanüstü şeyler yapmak istiyoruz. Çünkü var olduğumuzdan emin olmak istiyoruz ve mümkünse sonsuza kadar yaşayabileceğimizden emin olmak istiyoruz. Elbette yapamayız ama bu bizi denemekten alıkoymuyor.

 

İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?

Artık bu kadar konuşmak yeter sanırım. Sorularınız için çok teşekkür ederim, cevaplarımı umarım faydalı bulursunuz. Doğru olmayacaklar ama en azından faydalı olacaklarını umuyorum.

Comments


Commenting has been turned off.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page