Bu sene “Tiyatro Yerli Yerinde” sloganıyla 25 Ekim – 26 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen İstanbul Tiyatro Festivali’nde Türkiye’den on beş yeni oyun ve üç uluslararası yapım perdede, altı uluslararası yapım ise sahnelerde seyirciyle buluşuyor. Festivale katılan uluslararası sanatçılarla yaptığımız söyleşi dizisinde son konuğumuz festivale Çağdaş Yunan tiyatrosunun önemli örneklerinden biri TİTANLAR adlı gösterisi ile katılan öncü yönetmen Euripides Laskaridis
Röportaj: Ayşe Draz
Euripides Laskaridis, Marilena Stafylidou
Işıl Kasapoğlu küratörlüğünde hazırlanan ve Molière’in doğumunun 400’üncü yılı ile Pasolini’nin 100’üncü doğum yılını kutlayan özel gösterimlere yer veren İstanbul Tiyatro Festivali, programında, bu sene altı uluslararası yapımı sahnelerde İstanbul seyircisiyle buluşturuyor. 23 ve 24 Kasım’da Zorlu PSM Turkcell Platinum Sahnesinde sahnelenecek TİTANLAR, Yunanlı yönetmen Euripides Laskaridis’in ilki RELIC sonuncusu ELENIT olan trajikomik üçlemesinin ikinci işi. Bu üçlemenin diğer yapıtlarında Laskaridis’in bizi nasıl bir dünya ile karşılaştırdığını merak edenler, normalde On Soruluk Sohbetler serisini beraber kurguladığımız ancak bu seride bizimle olamayan Mehmet Kerem Özel’in kendi bloğu için Atina’da izlediği ELENIT üzerine yazdığı izlenim yazısını şu linkten okuyabilirler. Euripides Laskaridis, oyunculuk eğitiminin ardından Dimitris Papaioannou ile dansçı olmamasına rağmen bir performansçı olarak çalışmış ve onun yaratım sürecine şahitlik etmiş, ardından Amerika’ya gidip Robert Wilson ile çalışmış ve yönetmenlik alanında kendini daha da geliştirmiş, Pina Bausch Vakfı tarafından 2016'da ilk defa verilmeye başlanan bursu alan sanatçılardan biri olan çok boyutlu bir figür. Laskaridis’in diğer eserlerinde olduğu gibi TİTANLAR’da da bizi aydınlık ve karanlık, gülünç olanla ciddi olan gibi özellikle ikili karşıtlıkların sürekli dönüşüm halinde olduğu bir evren ve bu evreni oluşturan ışık-mekân-beden-nesnelerin dansı bekliyor.
On Soruluk Sohbetler’in İstanbul Tiyatro Festivali serisinde Euripides Laskaridis son konuğumuz.
Titanlar gösterisinden, Fotoğraf: Elina Giounanli
Dansın özü sizce nedir?
Dansın özü, empati kurma eğilimimizde saklı ve bu empati, biz sadece otururken veya hareketsiz dururken bile hareket halindeki bir bedenle ilgili duyguları deneyimleme yeteneğimizde yatıyor.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Sanat, insanları bir araya getirme aracı ve toplumsal bir gruplaşma süreci. Sanat topluluğu, sanatçıların böyle bir niyeti olmasa bile fikirlerin, sosyal normların ve alışkanlıkların yeniden biçimlendirilmesinde ve yeniden yönlendirilmesinde çok etkili olabilir.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Genellikle basit nesneler gibi oldukça sıradan şeylerden ilham alırım. Belki bir peruk, bir ayakkabı ya da bir süredir dikkat etmediğim stüdyomun bir köşesinde duran bir obje. Bazen rüyaların veya diğer bilinçaltı sezgilerin çalışmalarıma ilham vermesine izin veriyorum ve bu pek sık gerçekleşmese de, gerçekleştiğinde oldukça açıklayıcı ve şaşırtıcı derecede aydınlatıcı olduğunu fark ettim.
Titanlar gösterisinden, Fotoğraf: Elina Giounanli
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Genellikle, bir projeyi tasarlamaya başlarken, henüz prova mekanına girmeden çok önce bize bir eserin adı sorulur. Yapıtın gerçekte ne hakkında olacağını asla bilemeyeceğimiz için bu bazen sınırlayıcı olabiliyor. Aynı zamanda, bir başlık vermeye zorlanmak, yapıtın neyle uğraşmasını istediğim veya nasıl bir evrene dalacağım sorularının derinliklerine inmemi sağlıyor ve bu nedenle beni yaratıcı bir şekilde zorluyor. Eserlerime daha sonra, prova sürecinde başlıklar vermeyi seviyorum ama bu çok nadiren oluyor.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Hem insan hem de sanatçı olarak beni çok etkileyen bir sanatçı var, o da Yunanlı yönetmen ve koreograf Dimitris Papaioannou. Dimitris'in çalışmalarını ilk kez Yunanistan'da tiyatro okulunda öğrenciyken gördüm ve çok büyük, eşsiz bir sanatçıyla karşılaştığımı hemen anladım. Daha sonra birkaç eserinde oynama ve provalarda onu gözlemleme ayrıcalığına sahip olma şansına eriştim. Bu paha biçilmez deneyim bana yoktan bir sahne evrenini nasıl yaratacağım konusunda gerekli araçları ve bilgileri verdi.
Titanlar gösterisinden, Fotoğraf: Elina Giounanli
Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?
Şu anda gezegendeki halimizi düşündüğümde, bunun tarihte insanlığın kendisi hakkında her zamankinden daha fazla şey bildiği bir an olabileceğini fark ediyorum. Özellikle Batı dünyasında,
milyonlarca yıllık tarihimiz içinde şu anki konumumuzun farkında olduğumuz bir noktadayız. Öte yandan, bu kadar bilgiliyken, doğru gibi görünen yöne doğru harekete geçme konusunda kendimizi çok zayıf hissediyoruz; örneğin savaşların önlenmesi, gezegenin giderek zarar gördüğünün kabul edilmesi, ekolojik felaketlerin önlenmesi. Bunun, içinden geçtiğimiz çok tezat bir an olduğunu düşünüyorum. Nerede durduğumuzun farkında olmamıza, bilgi ve bilimin yanımızda olmasına rağmen, bilgi düzeyimiz ile bunun sonucunda ortak bir bilinç oluşturmak ve anlamak için yapılması gerekenler arasında hala büyük bir boşluk var. Nasıl olur da tekrar gezegeni yok edip birbirimizle savaşırız? Bu kadar bariz eşitsizliklere sahip olmaya nasıl devam edebiliriz? İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına hâlâ nasıl izin verebiliriz? Türümüzün bu boşluğu doldurmaktaki acizliği, bir sanatçı olarak beni harekete geçiren unsurlardan biri.
Hem yönetmen hem de performansçı olarak çalışıyorsunuz. Bu iki kimlik birbiriyle nasıl geçiniyor? Çatıştıkları veya birlikte yarattıkları zamanlar oluyor mu? Sahne çalışmalarınızın yanı sıra ödül almış kısa filmler de çekiyorsunuz. Bu iki farklı medyumda çalışmanın farklılıkları, benzerlikleri ve zorlukları neler?
Bir yandan, biri sahne dışında, diğeri sahnede olmak üzere aynı anda iki yerde olmak gerektiğinde yönetmenlik ve performansçı olmak son derece zor. Benim için biraz daha kolay hale getirmek için bazı teknikler ve yöntemler geliştirdim ama aynı zamanda hem teknik hem de pratik olarak çok karmaşık. Ayrıca, hayal etmesi zor derecede ve psikolojik olarak yorucu da, ancak öte yandan, kişinin sonunda sahip olduğu ve ikisinden yalnızca birini yaptığında ille de sahip olamayacağı bir kontrol düzeyi var. Film ve tiyatro yapımını karşılaştırırsam da, tiyatroda filmlerden çok daha fazla deneyimim var ama filmle çalışırken kendi kendime düşünüyorum ki, eğer tiyatro yapmak flört etmek ve bir date’e çıkmaksa, o zaman film yapmak vahşi seks yapmakla eşdeğer. Bu düşüncenin iki deneyim arasındaki farkı özetlediğini hissediyorum.
Titanlar gösterisinden, Fotoğraf: Julian Mommert
Kurmuş olduğunuz OSMOSIS yere özgü (site-specific) çalışmalar da gerçekleştiriyor. Yere özgü işlere olan ilginizi tetikleyen nedir? Yere özgü iş ürettiğiniz mekanlardan bazıları nedir? Belirli bir yere olan ilginizi ne tetikler?
2009 yılında, birkaç arkadaş ve işbirlikçi ile OSMOSIS Gösteri Sanatları Topluluğu'nu kurduğumda, sadece sahne işleriyle uğraşacağımı düşünüyordum. Ancak çok geçmeden, özellikle çağdaş ve deneysel bir topluluk olarak, yere özgü pek çok çalışma yaptık. Hangi yeri seçeceğimizi her zaman bilemiyoruz ya da her zaman yeri seçemiyoruz, bazen bize veriliyor. Örneğin, 2013 yılında, ITM tarafından Atina'da düzenlenen uluslararası bir performans sanatları toplantısı vardı ve benden, bu toplantıya davet edilen uluslararası misafirlere topluluğumun çalışmalarını tanıtırken, yere özgü bir parça, Atina'nın merkezinde bir yürüyüş yaratmam istendi. Bu durumda, mekân, projenin ilham kaynağı ve dramaturjisi için tetikleyici bir unsurdu. Kendi şehrimde, topluluğumla birlikte işlerimden sahneler yerleştireceğim bir rota bulmam gerekiyordu. Dünya çapındaki festivallerde dolanıma giren bir kısa filme de kaydedilen yere özgü bir performans olan THE WALK bu şekilde yaratıldı. Genel olarak, belirli bir yeri, mekanı seçmeme neden olan belirli bir tetikleyici unsur yok, ancak bir mekan bulduğumda, onun için bir şeyler yaratma konusunda çok heyecanlanıyorum. Mekânlara ve onların bireysel özelliklerine karşı bir tutkum var. Eskiden mimar olmak isterdim ve bu yüzden uzam benim için her zaman bir ilham kaynağı olmuştur. İşlerimi üç boyutlu nakışlar olarak görüyorum, hareketi mekânla ve mekânın kendisini yaratıcılığım için bir başlangıç noktası olarak anlamamla ilgili bir şey.
Titanlar gösterisinden, Fotoğraf: Kiki Papadapoulou
TİTANLAR, Yunan mitolojisindeki Olympos öncesi Tanrılara atıfta bulunuyor. Bu yapıt özelinde bu ne anlama geliyor?
Yapıtlarımın başlıkları, benim bile bir eser oluştururken bilerek kabul etmediğim veya sahip olmadığım anlamlar içeren “kapsüller”. TİTANLAR'a dönersek, TİTANLAR sadece birbirlerine sahip oldukları bir evrende yalnız iki yaratığı içeren kozmik bir eser . Ve gerçekten de, bu çalışmada - bu evrende - zamanın başlangıcıyla, dilin bile olmadığı anla ilgili bir şey var. Başlangıç noktası buydu, Yunan mitolojisinin kendisi değil; Titanların ilkel Tanrılar olması, ilk gelenler ve Olimpos'un on iki Tanrısı ile değiştirilecek olan ki daha sonra onların yerini de başkaları alıyor ve kendimizi dinin mevcut durumunda buluyoruz. Ancak eserde Titanların başka (veya belirli) bir önemi yok, sadece bir başlık.
İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Komşumuz Türkiye'de çalışmalarımızı ilk kez sergiliyoruz. İstanbul biz Yunanlılar için efsane bir şehir, ortak tarihimiz nedeniyle hep referans noktası olarak bahsederiz İstanbul'dan. Şahsen yıllardır ziyaret etmek istiyordum. 26. İstanbul Tiyatro Festivali için kendimi bu dinamik şehirde bulduğum için son derece mutlu ve hevesliyim ve şehrin her köşesini keşfetmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Comments